‘İkinci El’ İnsanlar

“Bize bir nazar oldu, Cumamız Pazar oldu, Bize ne oldu ise, Hep azar azar oldu.”

“Çoğumuz ikinci el insanlar haline geldik. Okuyoruz, üniversiteye gidiyoruz, büyük oranda bilgi biriktiriyoruz. Bu bilgiler başka insanların düşündüklerinden ve söylediklerinden oluşuyor. Topladığımız bilgileri başkalarının söyledikleriyle kıyaslıyoruz. Orijinal hiçbir şey yok. Yalnızca tekrar ediyoruz, tekrar ediyoruz, tekrar ediyoruz. Ve biri bize, "düşünce nedir, düşünmek nedir?" diye sorduğunda cevap veremiyoruz.” ii
  
Asırlar önce ‘iki denizin buluştuğu nokta’da; Tebrizli Şems, Hz. Mevlana’nın canı gibi sevdiği i üç kitabı, oracıkta havuza atınca, hâsıl olan muhabbet;
 
“-Ya Mevlana! Aradığın şey o kitaplarda değil. Aradığın şeyi okuyarak bulamazsın. Aradığın şeyi dünyada arayacaksın ve yüreğinle bulacaksın.  Dünyadaki tüm kitaplar, tüm hesaplar, akıl oyunları sevginin yerini tutmaz.  Okuyarak öğreneceksin ama yaşayarak anlayacaksın. Yüreğinle baktığında, karşında ne gördüğün önemli! “

Kendimizi okumazdan önce, bitirilen yüzlerce kitabın amelesi olduk da amel edeni olamadık. Bilgi sarhoşluğu içinde, fukaralık ve gariplik derecemiz bir o kadar daha arttı. Bilgi arttıkça,  bazı insanlar, bazen insan oldular. Zira zihin fukara olunca, fikir ukala olurmuş. Bilgi sağanakları altında, insanoğlu hiç bu kadar aciz kaldı mı acaba?  Birilerinin yazdıklarının yörüngesinde,  dimağlarımıza kazınan ünlü filozof, ünlü düşünür laflarının pazarlamasını yapmak bize ne kazandırdı? ‘Uzmanlara dayanarak söylemiyorum, kendi düşündüğümü söylüyorum’ diyen kaç kişiyiz?
 
Kendi duygularımızı, kendi düşüncelerimizi, kendi fikirlerimizi bizden sonraki kuşaklara bırakabilmek için, ne kadar gayret ettik?  Yoksa bundan 500 yıl sonra genç nesiller, Mehmet Akif gibi, Necip Fazıl gibi, Arif Nihat Asya  gibi fikri hür vicdanı hür vatanseverlerle beslenmeye devam mı edecek, yoksa yakınçağda onlara hitap edebilecek bir Mehmet Akif çıkmayacak mı? Bu çağda yaşadığımız için, onlar gibi olamamak bahanesini ne zaman bertaraf edeceğiz? Yoksa, toprağımız bir, bayrağımız bir, inancımız bir, kültürümüz bir diye saydıklarımız bizi bir araya  getirmeye  yetmez mi oldu? Bu sorulara ancak kendi vicdanımızla bir cevap verebilirsek, ikinci el insanlar olmaktan, kendimiz olmaya geçebiliriz.  Esas mesele de bu.  İlmin kapısı Hz. Ali’nin dediği gibi “Kalp gafil olunca, gözün görmesinde ve kulağın işitmesinde bir fayda yoktur.”

“Sahip olduğumuz bilgiler, sadece yüzeysel malumat olarak kaldığından, böyle bir bilgi kalbe nüfuz etmediğinden, herhangi bir harekete sebebiyet de vermez. Bu itibarla bilginin amele dönüşmesi için, ilk yapılması gereken büyük bir arzu ve istekle hakiki ilme ve oradan da yakîne ulaşmaya çalışmaktır. Zira Cenâb-ı Hâk, Tâhâ Suresinde  Resûl-i Ekrem Efendimize (s.a.v.) hitaben; “De ki; Rabbim, ilmimi artır benim.” Ayrıca, “Kim bildiğiyle amel ederse, Allah (c.c.) ona bilmediklerinin ilmini de ihsan eder.” hadisiyle müjdelenen ilimlerin mirasına nail olmanın yolu da kişinin ilmiyle amel etmesidir.

Kur’an-ı Kerim, elde ettiği bilgileri hayatına yansıtmayan kişileri “sırtlarında yük taşıyan merkebe” (Cuma Sûresi, 62/5) benzetmektedir. Bu duruma düşmemek için insan bu meselede dikkatli ve gayretli olmalıdır. Zira Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Allahım! Fayda vermeyen ilimden sana sığınırım” diyerek, bu meselede de duaya sarılarak, bilginin amele dönüşmesinde duanın gücünden istifade etmemiz açısından bizlere örnek teşkil etmektedir. “••
 
Batıdan devşirdiğimiz birçok bilimi, sanatı, kültürü ne kadar tanıdık, ne kadar hazmettik, ne kadar benimsedik?  Cemil Meriç’in kaleminden dökülen bu manidar sözler neyi ne kadar becerebildiğimizi de izah ediyor maalesef...

“Batı kültürün vatanıdır. Doğu irfanın! Ne Batı'yı tanıyoruz, ne Doğu'yu! En az tanıdığımız ise kendimiziz...
 
Bilgiyle zırhlanmamış kalabalıklar için aşırıya kaçmayan bir yabancı düşmanlığı emniyetli bir hisardır ama ömür boyu hisarda oturulmaz.

Araftayız. İrfanımızı maziye bağlayan köprüleri berhava ettik... Düşünce yok artık. Kinlerde, sevgilerde bir takım işaretlerin emrinde. Aslında bugün içinde bulunduğumuz boşluk maziyi iyi tanımayışımızdan doğmaktadır. Bu itibarla bizden öncekilerin neler düşündüklerini, neler tavsiye ettiklerini bilmek, yazdıklarını yeni harflere çevirmek, okumak, okutmak, tartışmak zorundayız! Neden bu şekilde düşünüyorlardı, nerelerde hata yapmışlardı?
 
Çare? Zindanımızı yıkmak, mimarı ve işçisi cehaletimiz olan zindanı. Önce kendimizi tanımalıyız. Nasıl bir tarihin çocuklarıyız? Ne soran var ne bilen.
 
Birleşmek ve düşünmek zorundayız. Bu zincirleri ne zaman kıracağız? Kendi kendimize vurduğumuz zincirleri...” iii
 
Sözün özü; haddini bilmek düsturuyla yaşanacak ömürler, ‘bilenlerle bilmeyenlerin bir olmadığını’ bilecek gönüller, kalbimizden çıkan nağmelerle geride bırakacağımız hoş sâdâlar temennisiyle  hepinizin Mevlid Kandilini kutluyor, Muhammed yürekli dostlardan bulabilmek ve olabilmek niyazımı tekrarlıyorum…

Mevlid Kandilimizle müşerref kılınan bu kutlu ay hürmetine, Bâyezid-i Bestâmî(k.s.) Hazretlerinin kendinden bilmediği hasletlerine güzel bir örnek olan bu menkıbeyi paylaşarak sizleri en güzele emanet ediyorum:

“Âlimlerden bir zât, bir gün Bâyezid hazretlerini görünce çok sevmiş, zekâ ve anlayışını ölçmek için:

'Güzel çocuk, namaz kılmasını biliyor musun? diye sormuştu. Bâyezid-i Bestâmî(k.s.) de:

'Evet, Allah dilerse, becerebiliyorum cevabını vermişti. O âlim zât:

'Nasıl? diye sordu. Bâyezid hazretleri de:

'Rabbimin emrini yerine getirmek üzere tekbir alıyor, Kur'ân-ı Kerîm'i tane tane okuyor, ta'zim ile rükûya gidiyor, tevâzu ile secdeye ediyor, vedâlaşarak selâm veriyorum, dedi. O zat bu târife hayran kalarak:

'Ey sevimli ve zekî çocuk! Sende bu fazîlet ve derin anlayış varken, insanların gelip başını okşamasına niçin izin veriyorsun? diye sordu.

Bâyezid hazretleri, bu soruya da yaşından umulmayacak hâkimâne bir cevap verdi. Buyurdu ki:

'Onlar beni değil, Allah Teâlâ'nın beni süslediği o güzelliği meshediyor, okşuyorlar. Bana ait olmayan bir şeye dokunmalarına nasıl mâni olabilirim…”

21’inci asrın damarlarında, Hz. Ebubekir’in insan sevgisi,  Hz. Ömer’in adaleti, Hz. Ali’nin ilmi, Hz. Osman’ın edebi, Bayezid hazretlerinin tevazuu, Mehmet Akif’in vatanseverliği, Seyid Onbaşı’nın iman gücü dolaşsın deyu olmalı bütün gayretler, niyetler, hizmetler. İlimlerin ve güzelliklerin yegâne sahibine salat-ü selamlar olsun…

i Arif Nihat Asya•ii Jiddhu KRSİHNAMURTİ, •Farkındalığın Işığı•iii Cemil Meriç , Kültürden İrfana