“Adalet mülkün temelidir” ("El-‘adlü esâsü’l-mülk") sözünü hayatıyla tescilleyen Hz. Ömer (ra)’e olan hasretimizin doruk noktalara ulaştığı şu ahir zamanda, sizlerle onu tekrar yâd etmek istedim biiznillah…Hz. Ömer’in anlayışına göre adalet bir devletin temelinde olduğu gibi çatısında da, yani her zerresinde vücut bulmalıdır. Temelinde adalet olup da çatısında zulüm yaşanırsa o binada adaletin varlığından söz edilebilir mi? Allahu Teâla Hazretleri, hakkı, Hz. Ömer'in diline ve kalbine koydu. Onun misyonu, her ne şartta olursa olsun Hakk için olmuştur. İnsanın duygu ve düşünce sınırlarını zorlayan bu erişilmez adalet anlayışını bütün hayatına yaymış olan, Hz. Ömer ve adaleti birbirinden bağımsız düşünülemez bir haslet olarak ilelebet kalacaktır. Zira paylaştığım şu birkaç menkıbe bile, baki kalan bu kubbede ne hoş bir adalet sadası bırakıyor…
“Hz Ömer’in oğlu Abdullah, bir deve satın alır. Deveyi devletin develerini güden çobana verir. Devletin otlaklarında deve yer, içer, iyice semirir. Bir gün Abdullah satılması için pazara götürür. Hz Ömer deveyi pazarda görür, kimin olduğunu sorar. “Oğlunun” derler. Canı sıkılır. Oğlunu çağırır deveye nasıl sahip olduğunu ve nasıl böyle semirdiğini sorar. Oğlu, olanları anlatır. Bunun üzerine Ömer: “Vay, ne güzel. Hem halife oğlu olasın, hem böyle iş edesin. Deveni devlet çobanı otlatsın, devlet otlaklarında otlatılsın, satınca da kârı senin olsun. Olmaz böyle şey. Git deveyi sat. Deveyi aldığın tutarı sen al, gerisini götür, devlet hazinesine teslim et.” der.
Çünkü adâlet bunu gerektiriyordu. Adâlet, şahsî fikrin, hissiyâtın üzerinde idi.
Ve yine birgün …
“Zaferlerden elde edilen ganimetlerin kardeşçe paylaşıldığı o dönemde, başşehre gönderilen kumaşlar da herkes arasında eşit bir şekilde taksim edilirdi. Müslümanlar bu kumaşlardan kendilerine elbise dikerek camiye devlet başkanları olan halifeyi dinlemeye gittikleri cumalardan bir cuma, Hz. Ömer söze başlar başlamaz Müslümanlardan biri hemen ayağa kalkar ve "-Ya Ömer" der, •"-Sen bir hırsızsın, senin söyleyeceğini Müslümanlar dinleyemez" der. Düşünün bir kere; nasıl bir düşünce özgürlüğü ortamı sağlanmış ki herhangi bir vatandaş, devlet başkanına (üstelik halife) kalkıyor ve ona doğrudan hiçbir izah da yapmaksızın “Sen bir hırsızsın” diyebiliyor. Peki Hz. Ömer ne yapıyor? Söyleyenin kellesini mi uçuruyor, hemen derdest ettirip zindana mı tıkıyor? Hayır. "-Bu sözün sebebi var mı? Ben neden hırsızım? Bilmiyorum. İzah et. Eğer hırsızsam hakikaten, sözümü keseyim." Diyor. Şu hoşgörüye, eleştiriye karşı tahammüle bakın. Ve sonra ne oluyor; bu vatandaş cemaatin ortasından kalkıp kendi üstünü göstererek "-İşte bak" diyor, "-Hepimize dağıtılan kumaştan ben de üzerime elbise yaptım. Ancak küçük bir sağ kol, küçük bir ceket çıktı bana.. Hâlbuki sen, Ey Ömer! Boyunca kocaman bir cübbe giymişsin. Bu cübbeyi yapmakla, sen, o kumaştan bütün vatandaşlara düşen paydan iki hisse aldın. Demek, çaldın. Demek hırsızsın! Öyle ise, ben senin hilafetini tanımıyorum, sen sus!” diyor. Bunun üzerine Hz. Ömer son derece sükûnetle, sinirlenmeksizin oğluna dönerek "Ya Abdullah! Kalk cevap ver" der. Oğlu kalkar. Der ki: "Vatandaşlar, görüyorsunuz. Benim üzerimde sizinki gibi kısa bir ceket de yok. Ben hissemi babama verdim. Babam da bir cübbe yaptı." Bunun üzerine Hz. Ömer: "- Ne dersin?" Diye soruyor o vatandaşa. Ve vatandaş cevabında: "- Peki. Anladım, hırsız değilmişsin, Ömer. Otur şimdi, söyle, dinleyeceğim." diyor. İşte size Adalet, işte size Demokrasi !
Ve yine İran’ın fethinden sonra Hz. Ömer (ra) e “Kisra’nın baharı” denilen muhteşem bir halı, mücevherli kılıçlar, kemerler, süslü elbiseler üst üste yığılmıştı. Bir de Kisra’nın altın bilezikleri vardı dizi dizi…. “Allah’ım, benden daha fazla sevdiğin Resulüne ve Ebubekir’e vermediğin süslü eşyaları bana verdin. Bunları vermenden sana sığınırım.”
Kisra’nın kılıcını getirdiklerinde ise şöyle demişti:
“Şüphesiz Kisra kendisine verilen dünyalıkla ahiretinden oldu. Dünya ile meşgul oldu. Kendisi veya damadı için mal topladı ama şahsı için ahirette yararlı olacak bir şey yapmadı.”
Daha sonra Hz. Ömer, Müslümanlara bir hutbe verdi. Onlara Kisra’nın mülkünün (devletinin) zulüm ve eziyetlerle yok olduğunu, halbuki mülkün (devletin) temelinin ve ayakta kalıp devam etmesinin sırrının adalet olduğunu beyan edip açıkladı.
Hicretin 20. yılında devletin geliri artmış, Hz. Ömer de Mekke’nin ileri gelenlerini maaşa bağlamıştı. Ölçüsü, Peygamber Efendimiz’e (sas) olan yakınlıktı. Kim O’na yakınsa daha yüksek maaşa bağlanacaktı. Oğlu itiraz etti. “Peygamber’in kölesi Zeyd’in oğlu Üsame 4 bin, bense senin oğlunum, 3 bin dirhem alıyorum. Adalet mi bu?” Hz. Ömer mutlak ölçüsünün Efendimiz olduğunu beyan ederek şu cevabı verdi:
“Ona daha fazla verdim, Çünkü Allah Resulü onu senden, onun babasını da senin babandan daha çok seviyordu.”
Aslolan şudur ki, adalet ve demokrasiye saygı icra ederken, sizin adaletiniz size, benim ki bana bağnazlığından kurtulup, evrensel bir çatı oluşturabilmek... Yeni İslamcılara düşen görev, kendilerini müdafaa etmek yerine hem Müslüman halklara hem de tüm insanlığa neyi vaad ettiklerini açıkça anlatmalı ve göstermeliler…
Asr-ı Saâdet'teki gibi, insanlar arasında ayrım gözetmeden, sevginin paylaşıldığı, kaynaşmanın yaşandığı mutlu, huzurlu ve adaletli yarınlarda buluşmak niyazıyla, kalbi selamlarımı gönderiyor, sizlere Hz. Ömer’in dualarıyla hemhal olmaya davet ediyorum…
Ey Allah'ım! Ümmet-i Muhammed'i benim günahım yüzünden helak etme!
Ey Allah'ım! Beni gafil bir şekilde yakalamandan, gaflet içerisinde bırakmandan ve gafillerden kılmandan sana sığınıyorum.
Ey Allah'ım! Amelimi salih kıl. Yalnızca senin için kıl ve amelimde başkası için hisse bırakma.
Ya İlahi! Gizlediğim şeyleri açığa çıkardıklarımdan hayırlı kıl. Açığa çıkardıklarımı da güzel kıl.
Allahım! Müminler için alçak gönüllü, yumuşak huylu olmamı ihsan buyur… Amin.
Facebook Yorum
Yorum Yazın