“Yerinde sayanlar , yürüyenlerden daha fazla ayak patırtısı eder.”
Cenap Şahabettin
İnançlarımızında hemfikir olduğu bir saptama var. İnsanlar, doğduklarında günahsız, kusursuz, saf ve mükemmel yaratılmışlardır. Beşiktaşlı duruşunun temelinde de bu özelliklerin gelişip yüksek karakter ve sonsuz dürüstlüğün eklenmesiyle olağanüstü bir kimliğe bürünmesi vardır. Bu öyle bir kimliktir ki yüzlerce kişi arasından bile Beşiktaşlıları kolaylıkla ayırt edebilirsiniz. ”Beşiktaşlı olunmaz, Beşiktaşlı doğulur.”un özü budur.
Türkiye’de ana hatlarıyla 2 taraftar grubu var. 1.si Beşiktaşlılar, 2.side Gizli Beşiktaşlılardır. Gizli Beşiktaşlılar kendi içlerinde bir takım bölünmelere uğramış olsa da, özünde hepsini birleştiren ana tema Beşiktaş’ın evrensel kulüp kültürüyle hepsini kapsamasıdır. Peki Beşiktaş varken neden Gizli Beşiktaşlı olunur? İnsanlar zamanla çevrelerinden etkilenerek bir takım kümeleşmelere sebep olmuşlardır. Bu kümeleşmeler ciddi boyutta nüfusu barındırsada bir kulüp bilinci, maneviyatı ve kültürü oluşturmazlar. Bu kümeleşmeler başarı odaklıdır. Başarı varsa herkes mutludur, yoksa kimse tribünlere uğramaz, ortalık yakılıp yıkılır ve başarı gelene kadar bekleme sürecine girilir.
Son yıllarda bunun çok acı ve vahim örneklerini gördük. Bu örnekler insanların sosyal motivasyonlarınıda bozmakta ve toplumda zamanla sıkıntılı süreçler oluşturmaktadırlar. Mesela bu gruplardan birisi son 3-4 yıldır ligde şampiyon olamayınca, basketbolda Ülker’in aldığı kupayı kendi kupasıymış gibi ortalıkta dolaştırmasının üzüntüsünü yaşadım. Türkiye’de lig şampiyonluğunun kamuoyuna etkisi %80 Türkiye Kupasının %18 ve diğer branşların %2 olmasına rağmen taraftara şirin gözükmek adına bu kulübün başka bir kulübün kupasıyla heyecan yaratmaya çalışması trajikomik bir durumdu.
Peki ; Shaktar, Zenit, Sevilla, Athletico isimleri sokaktaki vatandaşa sorulduğunda vatandaş ne tepki verir acaba? Bu kulüpleri birçok insanın bırakın tanımayı, duyduğunu bile tahmin etmiyorum. Bunlar UEFA Kupası’nı son beş yılında kazanan takımlar. Bu kümeleşmeye dahil bir diğer kulüpte yıllardır bu kupayı gerekçe göstererek Türkiye’de gündemi meşgul etmiş, futbolda kaos yaratmış, hedef saptırarak futbolda yılları heba etmiştir.Son kupa sahiplerini baz aldığımızda aslında sezon başındaki tüm takımların hemen hepsinin talihleriyle kupaya kadar uzanabildiğinin farkına varılması ardından bu takım sıkıntı yaşamıştır ve zirveden en küçük uzaklaşmalarda bile maçlarını 3000-5000 seyirciyle ancak oynayabilmiştir.
Beşiktaş –Bu topraklardan çıkan tartışmasız tek büyük olmasına paralel - duruşuyla, ilkeliliğiyle bu tip hesapları hep ucuz bulmuştur. Beşiktaş’a Halkın Takımı denmesinin özünde halkını hiç aldatmaması gelir. Gücünü sadece halktan alan, varlığını halkın sevgisiyle koruyan ve tarihinde hiçbir şaibeye bulaşmamış kimliğiyle bir ışık gibi yol göstericidir tüm takımlara..
Geçen yılı düşünüyorum; Kartal’ın Kadıköy’de haksız mağlubiyetinin ardından İnönü’ye gelişindeki destansı atmosfer geliyor aklıma bir anda. Benzer durumda yukarda konu olan diğer takımların ve taraftarlarının tavrı nasıl olurdu acaba? Beşiktaş’ı farklı kılan ne? Rakiplerde sanal bir büyüklük mü var? Hiçbir hareket ve davranışlarda görmediğim ve eminim ki göremeyeceğim bir samimiyet yoksunluğunun var olması mı bu takımların zaafiyeti? Toplumda nefret kültürünü aşılamaları mı bunları itici yapıyor? Tarafsız olmak adına geçen yıldan Beşiktaş’ın olumsuz eylemlerini hatırlamaya çalışıyorum. Eskişehir – Beşiktaş maçında Ekrem’in, top kale çizgisinden geçmeden sevinmesinin etik olmamasıydı tek olumsuz eylemi. Başka bir şeyde bulamadım doğrusu. Kümeleşmeye konu olan takımları düşünüyorum. Onlarca şimşek çakıyor kafamda.. Kaptanlarına küfredenler, penaltı noktasını eşeleyenler , kendi statlarını yakanlar en haziniydi bunların.
Beşiktaş’ın olmadığı bir Türkiye düşünüyorum. Düşüncede bile tarifsiz bir dehşete kapılıyorum, irkiliyorum. Beşiktaş bu ülkenin çimentosu, harcı kısacası herşeyidir. Ama tarih boyunca kendisine rakip olabilecek, benzeri kültür, örf ve adetlerin temsilcisi durumunda bir kulüp bilinci olan alternatifler üretebilmeliydi. Takım kültürü, taraftar profili ve evrensel bilinç bakımından tek büyük olması nedeniyle bu görevi üstlenmesi gerekirdi. Yapay yollarla oluşturulmaya çalışılan büyük takım kavramı temelsiz olduğu, halkın bağrından çıkmadığı için bir anlam taşımamaktadır. Zaten kümeleşme sorunununda kaynağı budur. Mevlana “Yakuttan, zümrütten ve altından süslü püslü bir gül yapılabilir; ama bu gül gibi kokmaz.” Der. Beşiktaş gibi bir kültür oluşturmaya çalışmak ya da buna teşebbüs etmek anlamsızdır. Çünkü Beşiktaş halk hareketidir, halkın kendisidir. Yani Mevlana’nın deyimiyle güldür.
Bu durumda ne yapmalıyız? Çarpık, işlemeyen kümeleşmelerinin takım kültürü oluşturmaları imkansız mı? Statların yakılmasına, başkalarının kupalarının, taraftarlarına kendi kupasıymış gibi gösterilmesine, statlarının eşelenmesine, kaptanlarının küfre maruz kalmasına seyirci mi kalacağız? Sorunların oluş nedenlerinide bulursak çözüme yaklaşırız. Sorunlar Beşiktaşlı duruşunun Gizli Beşiktaşlıda denebilecek tüm oluşumlara yansıtılamamasından kaynaklanılıyor. Geç kalmış değiliz. Bir heyecan dalgası yaratarak yeni dönemde gururu, kibiri bir tarafa bırakıp Beşiktaşlılık ilkelerinin tüm ülkeye yayılmasını sağlamalıyız.
Beşiktaş aşktır, sevgidir, heyecandır, yaşamaktır, bir bakıma herşeydir. Bu sevgiyi haftalarca yağmur çamur demeden, kar – kış demeden, UEFA’da, Şampiyonlar Ligi’nde, Türkiye Kupası’nda ve ligde kah Ortaköy’den, kah Ulus’tan, kah Mecidiyeköy’den çarşıya ordanda stada kaldırımları arşınlayarak doya doya yaşadım. En çok Şampiyonlar Ligi’nde galibiyetle sonuçlanan maçlar sonrasında saat gece yarısını geçtiğinde ve çok soğuk havalarda stattan Ortaköy’e gelirken yaşadığımız sevinçtir beni mutlu eden. O soğuk kaldırımlar bizim için tarifsiz bir alana dönüşür. Ve Necip Fazıl’ın “Kaldırımlar” şiirinin tasvirini hatırlarım. Stattan taksiye binene kadar geçen zaman, kaldırımlarla benim konuşma, dertleşme zamanımdır. O zamanda dünya durur, sadece ben ve kaldırımlar kalırız. Sağımızdan, solumuzdan geçen binlerce taraftarı görmezden gelerek, hatta babamı, kardeşimi ve amcamı da.. Herşeyi halletsek bile bu sevgiyi, bu coşkuyu genele nasıl yayacağız? Bu tarifsiz aşkı nasıl hissettireceğiz insanlara? Tek çözümü, doğduklarındaki mükemmelliğe ulaşmak için Gizli Beşiktaşlı ibaresindeki Gizliyi kaldırmalarıdır.
Bu senede, aramıza katılan yeni kartal 20’ye yakın arkadaşıma hoşgeldiniz diyorum. Onları Necip Fazıl’ın “Kaldırımlar” şiirindeki tasvirine benzer İnönü Stadı – Ortaköy arasındaki bir Şampiyonlar Ligi gecesinde saat 1de maç sonrası yürüyüşümüzün temasını sunuyorum. Bu şiir, gecenin o saatlerinde kaldırımlarda yürürken, sevinçle beraber o ortamı en az stat atmosferi kadar sevdiğimi belgelemektedir.
takımların zaafiyeti? Toplumda nefret kültürünü aşılamaları mı bunları itici yapıyor? Tarafsız olmak adına geçen yıldan Beşiktaş’ın olumsuz eylemlerini hatırlamaya çalışıyorum. Eskişehir – Beşiktaş maçında Ekrem’in, top kale çizgisinden geçmeden sevinmesinin etik olmamasıydı tek olumsuz eylemi. Başka bir şeyde bulamadım doğrusu. Kümeleşmeye konu olan takımları düşünüyorum. Onlarca şimşek çakıyor kafamda.. Kaptanlarına küfredenler, penaltı noktasını eşeleyenler , kendi statlarını yakanlar en haziniydi bunların.
Beşiktaş’ın olmadığı bir Türkiye düşünüyorum. Düşüncede bile tarifsiz bir dehşete kapılıyorum, irkiliyorum. Beşiktaş bu ülkenin çimentosu, harcı kısacası herşeyidir. Ama tarih boyunca kendisine rakip olabilecek, benzeri kültür, örf ve adetlerin temsilcisi durumunda bir kulüp bilinci olan alternatifler üretebilmeliydi. Takım kültürü, taraftar profili ve evrensel bilinç bakımından tek büyük olması nedeniyle bu görevi üstlenmesi gerekirdi. Yapay yollarla oluşturulmaya çalışılan büyük takım kavramı temelsiz olduğu, halkın bağrından çıkmadığı için bir anlam taşımamaktadır. Zaten kümeleşme sorunununda kaynağı budur. Mevlana “Yakuttan, zümrütten ve altından süslü püslü bir gül yapılabilir; ama bu gül gibi kokmaz.” Der. Beşiktaş gibi bir kültür oluşturmaya çalışmak ya da buna teşebbüs etmek anlamsızdır. Çünkü Beşiktaş halk hareketidir, halkın kendisidir. Yani Mevlana’nın deyimiyle güldür.
Bu durumda ne yapmalıyız? Çarpık, işlemeyen kümeleşmelerinin takım kültürü oluşturmaları imkansız mı? Statların yakılmasına, başkalarının kupalarının, taraftarlarına kendi kupasıymış gibi gösterilmesine, statlarının eşelenmesine, kaptanlarının küfre maruz kalmasına seyirci mi kalacağız? Sorunların oluş nedenlerinide bulursak çözüme yaklaşırız. Sorunlar Beşiktaşlı duruşunun Gizli Beşiktaşlıda denebilecek tüm oluşumlara yansıtılamamasından kaynaklanılıyor. Geç kalmış değiliz. Bir heyecan dalgası yaratarak yeni dönemde gururu, kibiri bir tarafa bırakıp Beşiktaşlılık ilkelerinin tüm ülkeye yayılmasını sağlamalıyız.
Beşiktaş aşktır, sevgidir, heyecandır, yaşamaktır, bir bakıma herşeydir. Bu sevgiyi haftalarca yağmur çamur demeden, kar – kış demeden, UEFA’da, Şampiyonlar Ligi’nde, Türkiye Kupası’nda ve ligde kah Ortaköy’den, kah Ulus’tan, kah Mecidiyeköy’den çarşıya ordanda stada kaldırımları arşınlayarak doya doya yaşadım. En çok Şampiyonlar Ligi’nde galibiyetle sonuçlanan maçlar sonrasında saat gece yarısını geçtiğinde ve çok soğuk havalarda stattan Ortaköy’e gelirken yaşadığımız sevinçtir beni mutlu eden. O soğuk kaldırımlar bizim için tarifsiz bir alana dönüşür. Ve Necip Fazıl’ın “Kaldırımlar” şiirinin tasvirini hatırlarım. Stattan taksiye binene kadar geçen zaman, kaldırımlarla benim konuşma, dertleşme zamanımdır. O zamanda dünya durur, sadece ben ve kaldırımlar kalırız. Sağımızdan, solumuzdan geçen binlerce taraftarı görmezden gelerek, hatta babamı, kardeşimi ve amcamı da.. Herşeyi halletsek bile bu sevgiyi, bu coşkuyu genele nasıl yayacağız? Bu tarifsiz aşkı nasıl hissettireceğiz insanlara? Tek çözümü, doğduklarındaki mükemmelliğe ulaşmak için Gizli Beşiktaşlı ibaresindeki Gizliyi kaldırmalarıdır.
Bu senede, aramıza katılan yeni kartal 20’ye yakın arkadaşıma hoşgeldiniz diyorum. Onları Necip Fazıl’ın “Kaldırımlar” şiirindeki tasvirine benzer İnönü Stadı – Ortaköy arasındaki bir Şampiyonlar Ligi gecesinde saat 1de maç sonrası yürüyüşümüzün temasını sunuyorum. Bu şiir, gecenin o saatlerinde kaldırımlarda yürürken, sevinçle beraber o ortamı en az stat atmosferi kadar sevdiğimi belgelemektedir.
KALDIRIMLAR
Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.
Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
Yolumun zafer takı, gölgeden taş kemerler.
Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.
Facebook Yorum
Yorum Yazın