Hepimiz Gezi’deydik Öyle Mi?

Gezi Vandalizm’i 2013 Mayıs’ında Atlantik ötesinden verilen talimatla ülke içerisindeki Gladio’nun harekete geçirilmesidir. Gezi olayları 14 Mayıs 2013’de dönemin Başbakanı Sayın Erdoğan başkanlığındaki Türk heyetinin Washington’da Obama yönetimine çektiği rest sebebi ile başladı. Şimdi “#GeziyiSavunuyoruz” veya “#HepimizGezideydik” diye hashtag açan sosyal medya kullanıcıları ve bilhassa bu vandalizm’e iştirak eden gençlerimiz anlatacaklarımı iyi okusun ve değerlendirsin. Zira muhalif oluyoruz diye aslında emperyalizme nasıl maşa olduklarını öğrenecekler. Bu arada sadece yeşil ve ağaç sevdası ile ya da haksız yere FETÖ kumpaslarıyla,  hapislerde tutulanların yakınlarını yani canları yandığı için hıncını hükümete tepki vermek için Gezi’ye katılanları belirtmek istiyorum. Onların amacı devlete karşı bir isyan değil sadece tepki idi. Hoş bu vatandaşlarımız da bir vandalizm’e bilmeden istemeden destek vermiş oldular ama ‘’Ameller niyetlere göredir ‘’ zaviyesinden en azından bu ihanete bile bile ortak olmadıklarını bir hakkaniyeti teslim açısından belirtmemiz şart diye düşünüyorum.


Gelelim Gezi nedir’e?

Gezi’ye gelelim gelmesine ama Gezi’nin ne olduğunu bilmek için Gezi Vandalizm’inin cereyan ettiği zamana yani 2013 Mayıs’ına dönmemiz gerekir. Şayet Mayıs 2013’ü anlamazsak, o ay içerisinde nelerin ve neden, nasıl, niçin olduğunu anlamazsak Gezi Vandalizm’ini de anlayamayız!


Bakalım mı şimdi Mayıs 2013’e? Bakalım o ay içerisinde ne olmuş?

Maalesef Mayıs 2013’de Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde ki korkunç bir sabotaj o ayın en müessif akılda kalan vukuatıdır.11 Mayıs 2013’te Reyhanlı, Hatay’da düzenlenen iki ayrı bombalı saldırıda 52 kişi ölmüş, 146 kişi yaralanmıştı. Bombalı araçlarla düzenlenen bu saldırı, 2015 Ankara saldırısından sonra Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kanlı 2’nci saldırısı olarak kayıtlara geçti. Bunun dışında sevindiren ve tarihe geçen hadiselerde vardı Mayıs 2013’de. Bunların en mühimi de 13 Mayıs 2013 idi.


Ne olmuştu 13 Mayıs 2013’de?

13 Mayıs’ta, IMF’ye olan en son borç taksidi ödenmiş ve Türk Maliye ve Hazinesinin kendisini bağlayıcı egemenlik haklarını riske edecek bir şekilde Batı’ya yani Emperyalist ülkelere borcu kalmamıştı!


Bu son taksit nereden geliyordu peki?

IMF ile son stand-by antlaşmasını 2001 yılında Anasol-M (DSP-ANAP-MHP) hükümeti yapmış ve borçlanılmıştı. 23.5 Milyar dolar tutarındaki bu borcu Ak Parti ve Erdoğan hükümetleri ödemiş ve 13 Mayıs 2013 tarihinde ilk defa kamusal anlamda kurumsal borçsuz hale gelmişti Türkiye!


Bu borç nereden geliyordu peki?

Çok enteresandır bu borcun ipini ve izini takip edersek bizi 1854 yılında ki Kırım – Osmanlı - Rus Savaşına kadar götürüyor.


Diyeceksiniz ki ne alakası var? İşte meselenin püf noktası da burası. Kapitalizme ve Batı emperyalizmine, parasal anlamda ilk borçlanmamız yani Anadolu topraklarında varlığını bin yıldır sürdüren Türk Devlet geleneğinin ilk finansal borçlanması, Kırım Savaşı sonrasında İngiliz Küresel ailelerine bu tarihte olmuştu. 1815 yılında ki Waterloo Savaşı sonrası Avrupa’da hatta Dünya’da yeni bir siyasal sisteme geçilmişti… Krallıklar ve İmparatorluklar dönemleri bitmiş, şirketler ve aileler egemenliği başlamıştı. Yani Dünyayı artık Krallar değil, Demokrasi, Cumhuriyet vb süslü rejim adları altında aileler yönetecekti. Londra’daki bu küresel aileler hepimizin malumudur ve halen tüm Dünya’da müessirdirler. İşte 1854 yılındaki Kırım- Osmanlı- Rus Harbinden sonra Osmanlı Devleti ile birlikte Rusya ile savaşan İngiliz- Fransız Devletleri ile Sardunya Krallıkları bu yardımın bedeli olarak Osmanlı Devletine (Türkiye’ye) savaş masraflarını yüklemişlerdi. Ne var ki o günkü Türkiye’mizin hazinesinde böyle bir para yoktu. İşte ilk defa olarak İngiltere’deki küresel baronlardan o günkü Sadrazam ve Hariciye Nazırı Koca Mustafa Reşit Paşa tarafından, Sultan 1.Abdulmecid’i ikna ederek bu borcu ülke olarak üstlendik. Yani yine bir Rus- Osmanlı Savaşının bedeli ağır biçimde ödeniyordu.


Ama bu kez durum farklı idi. Öyle bir iple bizi bağlıyorlardı ki, bu ip değil İngiliz Sicimi idi adeta. Bu borç, dönem dönem azalmak veya çoğalmakla beraber hiç bir zaman tam olarak bitmemiştir. Abdülmecit Han inmiş Abdulaziz yerine tahta oturmuştu. İngiliz sicimi ile bu borç öyle sağlam bağlanmak isteniyordu ki buna itiraz edenin artık Türkiye’de iktidar olma şansı çok zordu. Dünya’nın artık siyasi, askeri ve iktisadi gücünü elinde bulunduran Britanya Krallığı, idare tarzına itiraz edecek, şerh düşecek herkes ne kadar direnirse dirensin hal edilip tahttan yani o günkü iktidardan aşağı indiriliyordu. Abdulaziz Han’da bu sebepten dolayı bilekleri kesilip ve intihar süsü verilerek şehit edilmiştir.


Bir İslam Halifesi hem de iki bileğini kendi keserek (!) İntihar eder miydi hiç?

Bunun cevapsız kalacağını zannettiler ama kader ağlarını örmüş ve yerine çıkartılan İngiliz Mason Localarının etkisinde ki birazda hasta 5.Murad tahtta üç aydan fazla kalamıyor ve tüm emperyalistlerin planlarını geciktirecek, Sultan Abdülhamid Han tahta çıkıyordu.


Abdülhamid Han’da İngilizlere borçlanmaya karşı idi.

Önce amcası Şehit Hükümdar Abdulaziz Han’ın katillerini Yıldız Sarayında yargılatıp sonra cezalandırtmıştı. Akabinde ülkemizi 33 sene en az kayıpla idare etmiş ve Emperyalistlerin Londra’daki küresel baronların planlarını bu 33 sene boyunca erteletmişti. Oysa şirketler Türkiye’ye para satmalı idiler. Yetmez Dünya’nın yeni Enerji kaynağı olacak olan Petrolün adeta fışkırdığı Osmanlı topraklarına da sahip olunması gerekiyordu. Bunun için de Osmanlı Devletinin parçalanması şarttı. Ama işte aksi... 2.Abdulhamid Han bu planı bir 33 senecik geciktirmişti.. Ne yapmak lazımdı onu da diktatör ( o zamanlar Müstebid ve Kızıl Sultan derlerdi ) deyip, hürriyet getireceğiz diye devirmek lazımdı. İlk gösteriler de Taksim Gezi olaylarının başladığı yerlerde olmuştu. 2013 Mayıs’ında dönemin Başbakanı Sayın Erdoğan’a ‘’Diktatör’’ diyerek neyin peşindelerse 1908’in Mart- Nisan aylarında da ‘’Müstebid Kızıl Sultan’’ diyerek Halife Abdülhamid Han’ı devirmek isteyenler de onun peşindeydiler! Yani ikisi de ‘’Faiz lobisi’’ ne borçlanmak istemeyen yöneticilerdi.


Abdülhamid Han 300 milyon Osmanlı Altını olan borcu, 30 milyona indirdiği için ve petrol bölgelerini emperyalizme peşkeş çekmediği için (buna Kudüs’ün, Filistin’in Siyonist bir devlete vatan yapılmasını istemediğini de siz ekleyin) hal edilmişti.İşte Türkiye’nin taa 1854’den beri Batı emperyalizmine silsile halinde sürüp gelen borçlarını ödemek isteyen Abdülhamid Han ile 13 Mayıs 2013’de IMF’ye son taksidi ödeyip ‘’Faiz lobisine’’ eyvallah etmeyen Recep Tayyip Erdoğan’ın devrilmek istenmesinin sebebi aynı idi. İkisi de borçlanmaya ve faize karşı, ikisi de petrol/enerji yataklarının Türkiye’den gasp edilmesine karşı ve en nihayet ikisi de Siyonist zihniyetin Filistin’i işgaline karşı idi. E böylece ikisinin de aynı akıbete uğraması gerekiyordu.


Peki, Mayıs ayını tam tahlil ettik mi?  Hayır!

13 Mayıs da borç ödendi IMF’ye ertesi gün borcunu bitirmiş, esnaf, mükellef özgüveni ile Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve Türk tarihinin en kalabalık iş adamı kafilesi Washington’a doğru yola çıkıyordu. Hani demiştik ya meselenin püf noktası diye yazımızın başında! İşte oraya geliyoruz! Türkiye Cumhuriyeti tarihinin hatta son ikiyüz senenin en mühim ABD seyahatiydi bu. Türkiye’nin en büyük 50 Holding CEO’su (ki çoğu patron) dönemin Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, MİT Müsteşarımız Sayın Hakan Fidan, Başbakan Yrd. Sayın Bülent Arınç ve daha birçok bakan. İki uçak dolusu üst düzey Türk siyasetçi, bürokrat, iş insanı ve STK yetkilileri Amerika’ya gitti. Bu seyahatte dikkat çeken bir diğer husus da, ABD’nin Türk heyetine Dünya’da yalnız İngiltere Kraliçesine uyguladığı olağanüstü bir protokol uygulaması idi. Heyet Washington DC’ de askeri havaalanında ve gümrük kontrolsüz üst düzey protokol ile karşılandı.

 


 

Beyaz Saray’da ABD Başkanı Obama’nın Kırmızı Odasında tarihi görüşme başladı. Görüşmeler çok gergin geçti. Basına sızan bilgilere göre Obama Sayın MİT Müsteşarımıza dahi ağır tenkitler getirdi! Evet, borçsuz ve artık maddi gebeliği olmayan bir Türkiye Cumhuriyeti vardı ABD resmi heyetinin karşısında. John Kerry, Obama ve Ulusal Güvenlik danışmanı ne kadar diretseler de IMF’ye borcu bitmiş Türkiye Cumhuriyeti heyetine diş geçiremediler! Hiç bir konuda taviz vermeyen Türk Heyeti masada adeta destan yazdı… Enerji hatlarının ülkemizden geçmesi için verilen yüzdelik payının çok az olması sebebi ile ABD ile kıran kırana bir pazarlık yapıldı. ABD’ye boyun eğilemeyince masadan anlaşma olmadan dağıldı bilgisi o gün basına sızmıştı bile.ABD, Türk heyetini en iyi şekilde misafir edip yolcu etti... Bu misafirperverlik ve bu sessizlik o günlerde beni çok tedirgin etmişti. Bunlar neden bizi bu kadar içten ve iyi karşıladılar diye. Oysa kararlarını çoktan vermiş ABD derin devleti! Erdoğan gidecek!


Erdoğan ’sız bir AK Parti ile devam!

İşte bu şartlar altında ülkemize dönen Türk Heyeti, bir kaç gün sonra Taksim’de altı ağaç yüzünden kopacak fırtınadan habersiz idi. O günlerde (13-14-15 Mayıs) ve devam eden bir kaç gün içerisinde, ülkemiz Türk iktisadi tarihinin en güçlü olduğu dönemi yaşıyordu. Faiz % 4,52 idi. Enflasyon % 6,5’lara düşmüş, Merkez Bankasındaki döviz rezervlerimiz ise 136 milyar dolara çıkmıştı. Bu rakamlara son 250 senedir hiç ulaşamamıştık daha. Şimdi faizleri o rakamlara indirmek için büyük mücadele veriyor iktidar. İşte bu rakamlarda bir ekonomik güce sahip olan Türk ekonomisine ve siyasetine diz çökertmek için sadece altı tane ağacı bahane ederek ve Gezi Parkı’nın yerine AVM yapılacağı yalan ve tezviratı ile tüm özel üniversitelerin, özel okulların, CHP ve çevrelerinin, en mühimi de o zamanlar yargı ve emniyetin neredeyse tamamını elinde bulunduran Fetullahçı çetenin “TAM DESTEĞİ” ile Gezi Vandalizm’i başladı.


Neden “TAM DESTEĞİ” büyük yazdım?

Çünkü Fetullahçı çete, o zaman marjinal sol örgütlere ve herşeyden bi haber öğrencilere garanti vermişti.Ne kadar ortalığı yakıp yıksalar da karakol ve adliyelerin ön kapısından girip arka kapısından çıkacaklardı! Tezgâh kurulmuştu. Üst akıl tüm aparatlarına emir vermişti, bir ve beraber hareket etmeleri için. Önce Fetullahçı alçak polisler öğrencilerin gidip çadırlarını yakarak tahrik etti. Ardından tüm marjinal sol örgüt ve etki ajanları Taksim’e doğru harekete geçti. Türk basını, sinema- sanat çevreleri, artistler, tiyatrocular, bazı taraftar gurupları Soros’un içerdeki hain işbirlikçilerinin para finansmanı ile yollardaki polis, itfaiye jandarma, ambulans (!) araçlarına saldırdı. Esnafın camı çerçevesi indirildi ateşe verildi. (Resmi rakamlarla;46 kamu binası ile 231 polis aracı ve 44 ambulans kullanılamaz hale getirilmiştir. Vatandaşlarımıza ait 201 araç yağmalanmıştır. 697 güvenlik polisimiz yaralanmıştır 1 polisimiz şehit olmuştur. Gezi olaylarının Türkiye’ye doğrudan maliyeti 1.4 milyar dolar iken dolaylı maliyeti ise 100’lerce milyar doları bulmuştur.)


Medya, bilhassa emperyalist medya yani; CNN, BBC, AFP, AP vs tüm Dünya Gezi Ayaklanmasına destek veriyor ve korkunç bir manipülasyon yalan haber ve tezviratta bulunuyorlardı. Bugün nasıl ki Doğu Türkistan ile alakalı bir olan bir vukuatı bin gösteriyorlar ya da Vietnam Savaşı’na ait görüntüleri, ölü-yaralıları Çin’de diye gösteriyor ve ABD’nin etki ajanlığını yapıyorlarsa, biz de bunu Gezi olayları esnasında yaşamıştık. Ördek avcısının tekne pervanesinde parçalanmış vücudunu bile “Türk Polisi Gezi nümayişçilerini bu hale getirdi” diye gösteriyorlardı. Yani; Gezi olayları bir kaç yeşil ve ağaçsever, tabiat aşığı (Y) gençliğinin, Gezi Parkı bitki örtüsüne sahip çıkması olayı değildir! Şu an da Londra’da firari olan tiyatrocu bozması alçak bir sözüm ona sanatçı ‘’Mesele ağaç değil sen hala anlamadın mı? ‘’ diye tweet atarak tüm yandaş ve yoldaşlarına mesajı açık vermiştir. Gezi olayları, emperyalizmin içimizdeki Truva atlarına, düzenlettirdiği meşru Türkiye Cumhuriyeti hükümetini devirmek için bir isyan, terör ve vandalizm hareketidir. Bu vandalizm’den sonra faizler ikiye katlanmış, dolar ise 2 lira ya dayanmıştı ilk defa. Merkez Bankasında ki dolar ve altın rezervlerimiz hızla aşağıya düşmeye başlamıştır. Şayet, Gezi Vandalizm’i ile başlayan darbeler süreci olmasaydı Türkiye’nin Gayri Safi Milli Hasılası 850 Milyar dolarlarda kalmaz belki 2 Trilyon doları bulacaktı… Gezi Olayları esnasında “Çözüm Süreci” devam ediyordu! Ekonomi en iyi devrini yaşıyor, komşu ülkeler ile (Suriye hariç) neredeyse hiç problem yaşamıyorduk.


Ama start verilmişti bir kere. Erdoğan devrilmeliydi…

Sayın Erdoğan’ı ilk önce ‘’Geziden mesajı aldık’’ diyen yol arkadaşı ve dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve parti içerisinde başı gözü oynayan her türlü makama getirdiği sözde dava arkadaşları sırtından hançerlemişlerdi! Parti içerisinde veya Köşkte ‘’Uçak yol almıyorsa uçak değil pilot değişir’’ sesleri yükseliyordu. Yani Abdullah Gül daha o zamanlarda, Sayın Erdoğan’ın ince ince altından halıyı çekmeye çalışıyordu. O günlerde, Kuzey Afrika gezisi dönüşü yüzbinlerce vatandaşımızın Sayın Erdoğan’ı Yeşilköy Atatürk Havalimanında karşılaması ile oyun bozuluyor ve millet iradesi üst aklı yine yeniyordu! İşte Gezi budur! Şimdi  “Hepimiz Gezi’deydik” diyenler bir daha düşünsünler nerede olduklarını!