“ İçimden bir ses diyor ki; düşüncenin özgürlüğüyle bilinçlenirse insan, başka mutluluğa gerek kalmıyormuş. “Nietzsche
Yıllar önce çalıştığım bir okulda beni çok etkileyen ve unutamadığım bir hizmet içi eğitim semineri verilmişti. Seminerde dinlediklerim, öğrendiklerim hala kulağımda ve aklımda. O gün ki anlatılanlarla aklımın erdiği andan, geldiğim güne kadar yaşadıklarıma, çocukluğuma geri döndüm. O yaşlarda kendi kendime aldığım kararlar, ailem, çevremdeki kişilerle olan iletişimim, onların bana davranışları ve bende bıraktıkları etkiler, eğitim hayatım, evliliğim ve kendi çocuğumla olan iletişimim … bir film şeridi gibi gözümün önünden akıp geçti.
Herkesin yaşadıkları kendisi için çok değerli ve önemlidir tabiî ki. Yaşarken farkında olamadıklarımız dinleyicilere çok güzel anlatılmıştı. Değerli Doç.Dr Azmi Varan Transaksiyonel Analiz çalışmaları ile insan davranışını ve yaşamını anlamak isteyen herkesin ilgisini çeken seminerde hayata dair ilginç ip uçları vermişti. Doç.Dr. Varan şöyle diyordu :
“Günlük yaşamda seçimler yaparken, kararlar alırken ya da etrafımızdaki insanlarla iletişime girip, tepkiler verirken, direksiyonda hep kendimizin olduğunu düşünürüz. Oysa bu, çoğu zaman büyük bir yanılgıdır. Yaşamla ilgili kararlarımız aslında çok uzun yıllar önce alınmıştır. Günlük yaşam içerisinde, yeni bir işe başlarken ya da istifa ederken, kariyerinin basamaklarında hızla yükselirken yada düşerken, evlenirken ya da boşanırken, mücadele ya da pes ederken aslında uzun yıllar önce oluşmuş, hiç farkında olmadığımız psikolojik dinamiklerin doğrultusunda hareket ederiz “
Her detayda güçlü espri ve teatral yeteneğini kullanan Azmi Varan’nın iki oturum ve dört saat süren seminerinin nasıl çabuk geçtiğini anlayamadık. Azmi Varan anlatırken belki anlatılanlara yüzde yüz katılmıyorduk ama yaşadıklarımızdan da gerçek kareler buluyorduk. Salonda “ aynen hocam “ , “ vallahi doğru “ , bizde aynı şeyleri yaşıyoruz sesleri yükseliyordu. Herkesin yüzünde bir tebessüm ve alınan notlar keyifli bir seminer olduğunu gösteriyordu. Seminerde önce kişiliğin ebebeyn, “çocuk” ve
“yetişkin modelleri olduğunu , içimizdeki ebeveynin “ sevecan, bakım veren “ ve “baskıcı, kontrol eden “ farklı boyutlarından, içimizdeki çocuğun ise
“doğal” , uyumlu, isyankar “ ve sessiz öfke gösteren “ gibi boyutlardan oluştuğunu söylüyor ve örnekler veriyordu. “ HAYAT ÇOCUKLUKTAN İBARETTİR “
ERİC BERNE tarafından ortaya atılmış olan “Transaksiyonel Analiz“ kuramına göre insan üç egodan oluşur. Bunlar EBEVEYN - YETİŞKİN ve ÇOCUK
Ebeveyn egosu: 0-7 yaş arası etrafımızda olan tüm büyüklerden. anne, baba, amca, dayı, bakıcı , … büyüklere ait edindiğimiz duygu ve düşüncelerdir. Ebeveyn kendi içinde bakım veren ve kontrol eden olarak ayrılıyor. Bakım veren daha duygusal , karşısındakini çocuk gören herkes yaşı ne olursa olsun ona ebeveyn egosu ile yaklaşıyor. Sevip, koruyor, yardım ediyor. Savaşta yaralanan askere sarılan komutan örneği gibi..
Kontrol eden, sürekli bağırıp otorite kuran , saldırgan olan yanımız yani.
Yetişkin Egosu: Akıl , mantık bilgi ve sağduyu ile hareket eden gerçekleri gören yanımız.
Çocuk egosu: Kendi içinde 3 e ayrılıyor. Doğal çocuk , her zaman her istediğini yapan mutlu , neşeli , kısıtlanamaz, eğlenceli. Bu çocuğa sürekli bağırarak kontrol etmeye çalışan ebeveyn egosuyla yaklaşırsak çocuk ya isyankar yada uyumlu çocuk olur.
“ Arkadaşın senden daha akıllı” , “ kardeşin senden daha uslu “ ,” sen başarılı olamazsın “ ifadeleri çocuğu yetersiz ve değersiz hissettirir.
Farkında olmadan hala kendi çocuklarımıza bazı yakıştırmalar yaparız. “ Aaaa çok akıllı maşallah, “büyünce doktor olacak amcası“ , “sen hiç laftan anlamıyorsun “, “ böyle gidersen sen hiç şey olamazsın “ yada “ annesinin sözünden hiç çıkmaz “ gibi , gibi buna benzer bir sürü şeyler.. Napıyoruz aslında çocukların yerine bizler bir karar alıyoruz ve bu yakıştırmaları o çocuklara giydirip o kalıpta görmeye ve ona göre davranmaya başlıyoruz. Yani onların düşünmesine izin vermiyoruz ve sürekli bir kontrol , ve korumacı bir tutum sergiliyoruz. Hangi kıyafeti neyi giyeceklerinden tutunda, yediklerine, mesleklerine hatta seçecekleri eşlerine bile… Evet, bunu herkes için söylemiyorum ama hala yapanlar var. Büyükleri olarak bizlerde tecrübelerimizi seçimlerini doğru yapmaları konusunda kullanacağız ve yol göstereceğiz ancak fazla baskı uygulamadan… Onların düşünmelerini ve karar vermelerini sağlamalıyız. Çocuklarımızın gelişim dönemlerindeki davranışlarımız, onlara verdiğimiz sorumluluklar bu nedenle çok önemli. Yaşamlarının şekillenmesinden hepimiz sorumluyuz. Belki sabırla, hoşgörü ve anlayışla, kontrollerle… bunu çok iyi ayarlamalıyız. Küçüklüklerinden itibaren anne - baba olarak ortak dili kullanmak çok çok önemli. Gerektiğinde uzman kişilerden destek almayı kabullenmeli ve bu konuda bilinçlenmeliyiz.
Tabiki her anne babanın ideali kendi ayakları üzerinde durabilen, kendine güvenen çocuklara sahip olmaktır. Ancak çocuğunun sorumluluklarını bilmesi ve kazanması hemen olabilecek bir beceri değildir. Emek ve zaman ister. Sabır ister. Hayat ile ilgili diğer sorumluluklarda öncelikle anne- baba sonra sosyal çevreden öğrendiği ve geliştirdiği bir beceridir. Bizler de eğitimciler olarak okulda verdiğimiz eğitim - öğretimle bu beceri ve davranışların sorumluluğunu paylaşıyoruz.
Şunu unutmayalım;mükemmeliyetçi, baskıcı, tutarsız, demokratik, aşırı hoşgörülü ve aşırı koruyucu anne –baba tutum ve davranışlarımızla onları biz şekillendiriyoruz. Anne –baba olarak elimizdeki cevheri iyi işlemek zorundayız. Kısaca onların mutlu olması demek aslında kendi mutluluğumuz demek..
Sevgi ve en güzel dileklerimle…
Facebook Yorum
Yorum Yazın