Hayat İniş ve Çıkışlarla Doludur

Bu ay dergiye en geç ben yazı yolladım. Ne yaptıysam yetiştiremedim. Herkese ait 24 saat var ama ben 36 saat olsa anca günü eksiksiz yaşayacakmışım gibi geliyor bana. Ya zaman kullanımında bir sıkıntım var ya gereğinden fazla dalıyorum her işe.

Aslında yazımın bu kadar gecikmesinin sebebinden bir başkası da; hemen her günümün ayrı bir gündem içermesiydi. Her yeni gündemde bu konuyu yazarım derken ertesi gün gündemim değişti. Dolayısıyla her değişen gündem bir öncekini önemsiz, gereksiz ya da güncellikten uzak kıldı. Dünkü konuyu değil bugünkü konuyu yazarım hevesiyle en geç yazı teslim eden ben oldum ve yazayım dediğim tüm konular geçmiş tarihli olarak elimde kaldı. En iyisi size tüm erteleyip yazmadığım konuları özet geçeyim. Çünkü bu yazı bugün de dergiye gitmezse sevgili arkadaşım Atilla kırk yıllık arkadaşlık demeyip bana fırça atacak, biliyorum.

Gelelim geçtiğimiz bir ayın özetine: Öncelikle yılbaşını atlattık. Yeni yılın bendeki anlamı yeni umutlar, yeni ve güzelliklerin gelme ümidi… Yine aynı ümitle gece 12’yi zor bekledim ve 12.05’te uyudum.

Çalıştığım vakıf okulumuzun Ankara vakıf merkezindeki yıllık çalıştayına sunum hazırlamam gerekti. Geceler boyu sunuma çalıştım. Kapıdaki bekçimizden gerçek dost olduğunu kanıtlayan öğretmen arkadaş ve personele kadar herkes destek oldu bu sunuma. Gece yarılarına kadar süren çalışmanın sonucunu sunumu yapacak müdürlerime teslim ettiğimde ve ertesi gün sunumun en başarılı okul olarak geçtiğini öğrendiğimde o sevinçle hiç yorgunluğu hissetmediğimi fark ettim.

Hayat, inişler ve çıkışlarla dolu. Ne zaman sevinsem mutlaka üzücü bir şey peşinden gelir veya tersi olur, ne zaman üzülsem ardından o üzüntüyü unutturacak bir sevinç yaşarım. Yine durum değişmedi. Yaptığım sunumun zafer sarhoşluğunu yaşarken çok sevdiğim Merkez Yönetim Kurulu Başkan Vekilimin, beyin kanaması geçirdiğini öğrendim. O üzüntü ile boğuşurken bir başka şok ile sarsıldım. Din öğretmenimizin sabah okula gelirken kullandığı bisiklete bir hain şoför çarpıp, ezip kaçtığını öğrendik. Bir hafta süren yoğun bakımdan nihayet çıkarılınca bir nebze içimiz rahatladı.

Tüm bu kara haberlerin içinde sevinçler de eksik olmadı. Bir yandan hastaneye koşarken öte yandan yeni doğum haberleri ile yüzüm güldü. Öte yandan dün gece bu yılın ilk konserini vermek üzere sahneye çıktım. Erol Sayan’ın bestelerinden oluşan repertuvarımız ile nefis bir müzik ziyafeti verdik seyircilerimize.
 
Hayat… Sanırım böyle bir şey işte. Şu an her şey olup bitmiş ve pazartesi hengamesini karşılamak üzere yine okulumdayım. Birazdan aşağı inip öğrencilerimi karşılayacağım. Onları görünce sanki tüm dertler sevince dönüyor içimde. Sonra toplantılar ve yeni proje çalışmaları…

İşte bu ayın kısacık özeti. Yüzlerce ayrıntıyı atlayarak yazdım. Ama özellikle yazmadığım çünkü başlı başına yazılması gereken bir konu var ki, o da geçen hafta ziyarete gittiğim Çocuk Esirgeme Kurumu’nda yaşadıklarım.
 
Şimdilik izninizle. Her zamanki gibi Sözü çok olanın yalanı bol olur ya, yine çok söz var içimde hayata dair.

Aşk’ınız daim olsun, kötülükler ve telaşlar sizden uzak olsun da işleriniz rast gelsin...