Hava Bayram Havası...

Burnunu dayadığı camda, sözlerini değiştirip “bayram gelmiş neyime anam, anam garibem”  yerine “kurban gelmiş neyime anam, anam garibem et gelmez ki pişirem, anam anam garibem” dediği uydurma türküsünü yanık yanık  kendinden geçmiş söylerken  bir yandan gülüyordu ağlanacak haline.
       
“Birkaç gündür yaşadığım hastalık halsizlik beni böyle yaptı, duygusalım bugün, birazda ağlamaklı” dedi cama yapışmaktan acıyan burnunu  çekerken..
 
Sabah erken saat, çocukluğundan kalma alışkanlıkla kalkıp  bayram havasına girmişti oysa. Önce evi temizlemişti  maaile ona geleceklermiş gibi, yemekler tatlılar hazırlayıp peşine kendini de hazırlamış”eh bu kadar hazırlık durumlarından sonra hazır vaziyette beklemek kaldı sadece” diyerek koltuğa ayaklarını keyifleuzatmıştı..
             
Bahar havasının estiği bu bayram günü açık pencerelerden taze kan kokusuna karışık taze et kokusu buram buram  sarmıştı evin her yanını. Et kokuyordu kan kokuyordu ama onda adet yerini bulsun diye pişireceği bir gram et yoktu.

”Yazık, yazık hacıya da yazık, o kadar gelip geçiyorum oradan, her sabah, her akşam koyunları kuzuları görüyorum, şuracıkta komşumun göz hakkı var demez mi insan, hem koca kesimhane sahibisin gün boyu kesmediğin koyun kalmadı” diye  kendi kendine söyleniyordu uzandığı koltuğunda. Hoş et yiyeceği yoktu da kendince sitem ediyordu her şeye. İçinden üzülüyordu aslında kesilen hayvanlara nede olsa sabah bakışıyorlardı işe giderken. Hatta kimse anlamadan o sessizce selam veriyordu hayvanlara. Düne kadar canlı görüp seslerini duyduğu hayvanların şimdi masaları süsleyeceğini düşünmek üzüyordu onu.
     
”Ne aptalmışım”dedi üzüntüsünün  arasında.” Küçükken çok kesilen hayvan gördüm o zaman  onların kesilmesine değil, kendi kesemediğimiz  kurbana  üzülüyordum, birazda utanıyordum kesenlerden, babamın emekli maaşına bağlanıp sonrasında kurban kestiğini duyduğumda nasılda sevinmiştim, of ya! nerden geldi şimdi aklıma” diyerek kalktı uzandığı yerden,sığamıyordu bir yerlere.
 
Köşeye kaldırdığı fotoğraf sandığını  bulup balkona geçti çocukluğuna kavuşmak ister gibiydi. Çocukluğunun yokluğunda yaşadığı o bayramlara özlem duyuyordu şimdiki halinde. Bir elinde eski fotoğraflar bir yanda kulağında dışarıdaki bayram çoşkusu, dünü bugünü harmanlamıştı yüreğinde. Dışarının çoşkusuyla kapadığı gözleri çok eskiye götürüyordu şimdi onu.
 
Kurban kesemedikleri için hep birilerinin erkenden et getirmesini beklediklerini hatırladı dalıp gitti kapılarının önüne.Hep orada oturup ilk et getireni beklerlerdi hevesle.”ismigüzel abla”’ diye mırıldandı usulca.”Evet ya kendi güzel olmasa da bize ilk et veren olduğu için adı güzel ismigüzel abla”. Annesini hatırladı bir an, ”oruç tutun et gelene kadar,etle açın der kahvaltı ettirmezdi ilk et pişene kadar. Babası kendi elleriyle pirzola şeklinde keser  onları kızartmaya hazırlardı,sonra bir sofra başında iştahla uzanan sevgi dolu  eller yanında gülüşmeler. Birden kapağı gözlerinden iki damla özlem yaşı süzüldü, öfkelendi kendine ”’bayram günü bu ne şimdi”’dedi  kafasını sağa sola sallayarak..Sandığının kapağına koyduğu ellerini yüzüne kapatarak ”tamam”dedi ”tamam anılarla yüzleş, çocukluğunun bayramını yaşa”

Gün içerisinde gelen etler biriktikçe mutfağa girilmez olurdu küçük evlerinde. Etlerin geldiği kadar gelen işkembe kelle ve paçalarla ev mezbahaya dönerdi. Ortaya kurulmuş tahta sofrada annesinin kendini  kaptırarak kazıdığı dana kuzu işkembelerinin kokusu yedi mahalleyi sarardı..”Kimse kıyamazdı kelleyi işkembeyi atmaya, geçerken evin önünden içeri bize doğru atarlardı işte” dedi  içi acıyarak. Kimisi sadece işkembe kelle vermeye utanır  üstüne bir parça et koyardı hediye paketinin süslü etiketi gibi göstermelik…
   
Anacığı geldi bir an aklına.O değil miydi bulduğu ne kadar tencere leğen ve kazan varsa boynuzları sığmayan kelleri zorlayarak içlerine  sığdırmaya çalışan. Masa, musluk altlarında saklayan. Şimdi hüznün yerini gülme almıştı, balkonda kendi kendine katıla, katıla gülüyordu aklına gelenlere.Hiç unutmamıştı annesinin ona yaşattığı olayı, ne zaman düşünse böyle gülüyordu işte.
 
”Ah anam”dedi ”nerden gelir aklına oraya koymak yer mi kalmamıştı sanki”
Masa altında, musluk altında olduklarını bilirlerdi de işin karyola altına kadar uzayacağını hiç tahmin edemezlerdi. Gülerek o günü yaşadı yeniden.
 
Yine sakatatların bolca bahşedildiği bir bayram sıkılmış dışarı çıkmak için  çorap ararken karyola altındaki sepete elini uzatmış o sepette bulamayıp uzakta kalan sepeti çekmek için eğilmişti.”aman ne eğilme ”dedi gülmekten yere düşürdüğü fotoğrafları toplarken.. Yaşadığı şoku o gün en yakın arkadaşına koşarak anlatmış”ya kızım gülme bak birinci sepeti çektim çorap yok, ikinci sepet uzakta uzandım, uzandım gelmedi eğildim bir çektim arkada iki koca göz, kazanın içinden bön, bön bana bakıyor. O anda sepet  bir yerde ben odanın bir yerinde ama neresindeyim belli değil. Çığlığımla tavana sıçradım düştüm sanki. Çığlığımı duyan annem korktum diye kafamı okşayacağına  birde bağırıp  odanın diğer yanına da o savurmasın mı beni.Tabi bende boş durmadım içimde biriken sakatatların ezikliğiyle döktüm ne var ne yok ortaya. Hoş döktüm dökmeye de, annemim gözleri kazandaki gözlerden daha fazla büyüyüp kıvılcımlar çıkarınca birde üstüne koca bir tükürük yüzüme yapışınca kendimi işte çorapsız buraya attım’’ Arkadaşı bütün olanlara  çok gülmüş, o zaman onun için ciddi olan bu konu onu nedense o kadar güldürmemişti.Şimdiyse her şey komik geliyordu ona, içinde biraz hüzünle karışık.
 
İneğin başıyla  olayı bu kadarla bitmemiş, annesine küslüğüde o gün devam etmişti.
 
Akşama kadar etle,kelleyle uğraşan ev halkı annesinin   assaolist gibi sona sakladığı ineğin başını soymaya hazırlamıştı kendini. O ise dargın bir köşede olan biteni izliyordu hiçbir işe el sürmeden.Özellikle ilgi alanı küs olduğu annesiydi.Yan gözle hareketlerini  izlediği annesi karyola altına uzanmış kazanı çekmeye çalışıyordu ama kazan çıkmıyordu işte. Sokarken  zorluk çıkarmayan boynuzlar karyolanın tellerine takılmış çıkmak bilmiyordu. Annesi kendini parçalıyor ama  ineğin başı gözlerini dikmiş sadece bakıyordu. Kazan bir öne geliyor iki geriye gidiyor halayda gibi hareketler ediyordu. Annesinin uyumu kazana eş bir öne bir geriye küfürler nağmeleriyel halayda yerini alıyordu. Annesinden  koca tükürüğü yemenin kızgınlığıyla şimdi   olan bitene katıla, katıla gülüyordu yattığı yerden. İki büklüm olmuş daha da gülecekken kafasına gelen ayakkabıyla neye uğradığını şaşırıp ikinci havadayken diğer odaya kendini zor atmıştı...
 
Nerden aklıma geldiyse şimdi ineğin başı, annesi, gülerken gözlerinden yaş süzülüyor. ’’Annem ne  güzelmiş o günler meğer o zamanmış bayramlar. Şimdi olsa da bir işkembe kelle paça temizlesek birlikte gülerek kızarak ama birlikte ailece, yine o güzelim etler çok olsun diye ciğer karıştırsan tadı bozulsa ama sen çok olsun diye yapsan”dedi akan burnunu çekerek. Demin katıla, katıla güldüğü şeyler ağlatıyordu işte onu. Kavurmanın içine ciğer koyan annesini şimdi anlıyordu. O kadar insana yetsin diye  her şeyi karıştırıp bolca yapıyordu herkes doysun diye,yoklukta et yesin diye. Ne karışıksa karışık yerlerdi biterdi bez örtüyle kapalı musluk altındaki etler kalmazdı ciğerde karışsa biterdi.Onca zahmetle kazınan işkembe keyifle yenirdi toplanılan sofrada  kahkahalar eşliğinde.
 
Dışarıda ki taze kan ve et kokusu balkona kadar çıktı şimdi. Kulakta bayram çoşkusunun sesi, gözyaşlarının perde olduğu gözlerde uzaklardan gelen  bir kurban bayramı görüntüsü.