Hastane Odasında

İlk kez 18 yıl önce yatmıştım hastaneye. O yıllardan hatırımda kalan, yattıgım yerden hastane odasının penceresine bakıp, herbiri farklı hayat yaşayan evlerden sızan ışıkları incelememdi. O evlerden sızan ışıklara bakıp herbiri hakkında hikayeler uydururdum. Değişmeyen tek şey vardı hikayelerimde, her evde yaşayanlar mutluydu, bir ben mutsuzdum.  Anne-baba ve çocuklar hep şen kahkahalar atıyorlardı. Bir ben evimden uzaktaydım. Gündüz vakitleri annem yanıma geldiğnde rahatlardım bir tek. Kuş kadar hafif hissederdim, bir önceki akşam uydurduğum hikayeleri tamamen unutarak…

İşte yine aynı hastanenin yine aynı koridorlarındayım. Bu kez roller değişik, annem beni değil ben annemi bekleyeceğim. Bu kez O’nun bana ihtiyacı var. Yine pencereye bakıyorum ama ne tuhaf hikaye uyduramıyorum.

Beş kişinin yattığı odada bu kez gerçek hikayelere tanık oluyorum. Tamamen dışında olduğum hikayeleri dinledikçe sanki anlatan kişiyi uzun yıllar tanıdığımı düşünüyorum. Onlar anlattıkça resimler canlanıyor gözümde, bir film karesini andırıyor bu resimler. Hastane odasında kurulan bu kısa ama bir o kadar güçlü dostlukların sanki bu odadan çıkınca da süreceği hissine kapılıyorum.
Sonra birden büyük bir gürültüyle odanın kapısı açılıyor. Önceleri annesi olduğunu düşündüğüm ama sonradan kayınvalidesi olduğunu öğrendiğim bir kadınla, 20’li yaşlarında, sonradan sarıya boyanmış saçları, deniz ve orman renklerinin boca edildiği gözleri ile yüzünde gülücükler saçan,  bir kız çocuğu giriyor içeri. Çocuk ama 3 sene önce evlenmiş, kendisini büyüten, halam dediği, aslında teyzesi olan ve yanındaki yatakta yatmakta olan kadının oğluyla. Eşinin erkek kardeşi de henüz 1 ay kadar önce 16 yaşında bir kızla evlenmiş, kızın ailesinin rızasıyla (!). Hepsi aynı evde yaşıyorlarmış.  Ev kalabalık olduğundan çok eğleniyorlarmış, Yemeklerden sonra yeni gelin ona oyunlar öğretiyormuş. O çok bilgiliymiş bu konularda.
 
Annesi henüz 6 yaşındayken O’nu ve erkek kardeşini terk etmiş. Kardeşi de o dönemlerde 3 yaşlarındaymış. Babası da bir kazada hayatını kaybetmiş 1-2 yıl içinde.   Bunları anlatırken, beklediğim hüzünden eser yok yüzünde. Güle, oynaya anlatıyor ve Allaha şükrediyor, halası gibi biri onlara sahip çıktığı için. Gözleri sürekli güldüğünden ışıl ışıl, etrafı aydınlatıyor sanki. İçimi ferahlatıyor bu gözler.
 
Televizyonda dizilerde seyrettiği kişiler aslında onun için hiç var olmayan, erkek çocukların oyunlarına konu olan Süper Kahramanlar misali. Onlar insan değil gözünde, sadece masal kahramanları.
 
Halam dediği kadın aslında teyzesi ama, aynı zamanda kayınvalidesi.  Bir dediğini iki etmiyor kadının. O’na hizmet etmekten inanılmaz keyif alıyor. Kadın da O’nun gözünün içine bakıyor, belli ki onu çok seviyor.  Aralarındaki konuşmalardan okuma yazma bilmediğini öğreniyorum, çok şaşırıyorum. Bunun için geç kalmadığını anlatmaya çalışıyorum kendisine, hala vakti olduğunu ve henüz çok genç olduğunu. Ama aldırış etmiyor ve çok ama çok mutlu olduğundan bahsediyor, okuma yazma bilmemesinin avantajını dili döndüğünce anlatmaya çalışıyor bana. Böylelikle gazetelerdeki kötü haberlerden uzak tutuyor kendini, haberleri dinlemiyor. Hayatı sadece yaşadığı evden ibaret sanıyor. O belki de annesinin onu ve kardeşini terketmesinden sonra belirlenen kaderinden büyük keyif alıyor.
 
O an bir düşünce bulutu geçiyor içimden mutluluk nedir diye? Bir kez daha anlıyorum mutluluğun elimizde olan, sahip olduğumuz şeyler olduğunu. Adını hatırlamadığım ama, gözlerindeki parıltıyı asla unutamayacağım bu kız çocuğuna da içten içe teşekkür ediyorum bana mutluluğu hatırlattığı için.  Sonsuz mutluluklar hepinize