Türk milleti, tarih boyunca insanlığın kaderini ve geleceğini en çok etkileyen toplumdur. Çin kayıtlarında, milattan önce 2000’li yıllarda bile, Orta Asya’da Türk isminden bahsedilir. Yaklaşık 4.000 yıldır onlarca devlet kurup dünyada adaletin, hoşgörünün ve medeniyetin timsali olarak hüküm süren bu büyük milletin, kendi içinden de nesilden nesile aktardığı bir takım değerleri vardır.
Bilge Kağan’ın Orhun Anıtları paha biçilmez bir değerdir. Türk Edebiyatı’nın ilk ürünü olan Kutadgu Bilig, Yusuf Has Hacip’in yaklaşık bin yıl önce bu millete kazandırdığı ilk Türkçe yazılı değerdir. Osman Gazi’nin, Osmanlı Devletini kurması, sadece bizi değil tüm dünyayı derinden etkileyecek cihan devleti oluşumunun temelleridir ve muazzam bir değerdir. Yunus Emreler, Karacaoğlanlar, Mevlanalar, Hacı Bektaş-ı Veliler, Mehmet Akifler ve eserleri ortak değerlerimizdir. Atatürk ve arkadaşlarının kurdukları Cumhuriyet, göz bebeğimizdir ve tarifsiz bir değer taşır. Bu oluşumların hepsinin ortak özelliği, tıpkı 1903’te kurulan halkın takımı Beşiktaş gibi halkın bağrından çıkmalarıdır. Bu millet, bağrından, özünden ve içinden çıkardığı takımla, 20. Yüzyıl ve sonrasının tarihini, kültürünü, yaşam biçimini hatta hemen herşeyini etkileyecek bir süreç başlatmıştır. Gücünü tamamen milli değerlerden alan, ama aynı zamanda evrensel, düşüncelerini tamamen özgürlükçü yaşam biçiminin belirlediği, ama aynı zamanda başkalarının haklarına saygılı, var olma nedenini tamamen halkın varlığından bilen, ama aynı zamanda yaşamını insani değerlere adayan bir takımdır halkın tek takımı Beşiktaş.
4.000 yıllık tarihimizin en önemli değerlerinden biri olan Beşiktaş, nasıl böyle bir kırılma oluşturabilmişti? Normal olmayan şey neydi? Bu sorulara Beşitaş Tarihi’nin, en uzak ve en yakınından yüzlerce örnekten, sadece iki tanesini verelim. Balkan Savaşı’ndan sonra kaybettiğimiz topraklar, şimdi bile insanı yasa boğuyor. Zamanında, adeta gelin bizi yönetin diyen milletler, zayıfladığımızı hissedince, arkalarına güçlü devletleri alarak, o dönemde insanlığın yüz karası olabilecek davranışlar sergilediler. İsyanlarını bastıramadık. Zorlu çarpışmalar oldu ve o toprakları kaybettik. Beşiktaş Kulübü’nden, cepheden şehit olmadan dönebilenler, bu büyük acıya istinaden, kırmızı – beyaz olan formalarını, siyah – beyaz yaptılar. Böyle bir milli duruş, ancak Halkın Takımı’ndan beklenirdi. Yunanistan sınırları içerisindeki Batı Trakya’da, hala Beşiktaşlılar derneğinin kurulmasına izin verilmediğini duydum. Kim bilir belki armasındaki Türk Bayrağındandır, belki de Balkan Savaşları’ndandır. En yakın örnek, bu yıl sırtımızdaki
formadır. Dayanışmaya, birbirimizi anlamaya, kardeşliğe ve birliğe en ihtiyacımız olduğu dönemde, Halkın Takımı yine yetişti. Önder, örnek ve abi olma sorumluluğunu alarak, Türk Kızılayı’nı formasına yazdı. İşte Halkın Takımı’yla diğer kulüpler arasındaki duruş farklarından sadece ikisi. Bu duruşu başka kulüplerden beklersek haksızlık ederiz. Çünkü, Beşiktaş halkın kendisidir ve kuruluş amacı da halka hizmettir. Kuruluş amacı sadece zafere ve başarıya odaklı kurumlar başarı geldiğinde bunu kutlarlar, gelmediğinde gelmesi için uğraş verirler. Burada tek amaç başarıdır ve topluma karşı bir sorumluluk yoktur. Halkın tek takımının Beşiktaş olması, tüm sosyal ve manevi sorumlulukları üzerine alması anlamına gelse de, Beşiktaş bundan şikayetçi olmaz, sadece kıvanç duyar.
Halkın takımı dışında, nasıl bir kulüp kültürü olabilirdi? Acaba çevremizdeki insanların kulüpçülük diye anladıkları şey başka bir şey olabilir miydi? Akrabalarımın ve arkadaşlarımın bir kısmının durumunu incelediğimde, kulüpçülükten ziyade bir kümeleş-menin varlığını gözlemledim. Muhalefete ve nefrete dayalı, kendi değerinden ziyade karşıtlık olsun diye oluşturulan bir kümeleşme. Aile içerisinde çocuk babasına kızıp, babasından farklı bir kümeye dahil olabiliyor veya aile büyüğü kümeleş-menin bir parçasıysa, bütün aile fertlerinin kaderi belirlenmiş oluyor. Bu kümeleşme de ortak payda muhalefet, nefret, stres ve dayatmacı-baskıcı mantık. İnsanlar ruhlarını bu düşünce içerisinde, kendi kulüp başarısından çok başkalarının başarısızlığından besliyorlar. Beşiktaşlılığın özüne tamamen aykırı ve temel ilkelerinden hiçbiriyle örtüşmüyor bu kümeleşme. Bu kümeleşmenin hiçbir yerinde Halkın Takımı yok. Bu gerilimli, stresli ve kalitesiz yaşamı bir kulübün sunabileceğini düşünmemek gerekir.
Bu kümeleşmede dikkatimi çeken başka bir nokta daha var. İnsanlar, tuttukları takım Beşiktaş değilse, büyük oranda ikinci takımımız Beşiktaş diyorlar. Aslında Halkın Takım’ı tek olduğu için, farkında olmadan ait oldukları kulübü işaret ediyorlar. Kümeleşmeyi, takım kültürü olarak gördükleri sürece, onları hayata bağlayan - farkında olmasalarda sadece Beşiktaşlılık Kültürü olacak.
Bunu çok somut olarak Ramazan’da iftara gelen bir akrabamla yaşamıştım. 11-12 yaşlarında bir akrabam konu futboldan açılınca “Aslında ben Beşiktaşlıyım ama babam izin vermiyor.” deyince göz göze geldik. Yalvaran gözlerle yardımcı olmamı istedi. Önce bu yaşam sevincinin onunda hakkı olduğunu düşündüm. Sonra müdahale etmemeyi yeğledim. Çünkü o zaten yüreğinde o güzelliği yaşıyordu. Gerisi detaydı.
Babamın, yaklaşık 40 kişilik aile grubunda, sadece amcam halkın takımının dışındaydı. Bir gün acilen eşofmanlarla dışarı çıkması gerekince, herkes müthiş bir sürprizle karşılaştı. Eşofmanları “Kartal Yuvası’ndandı.” Yani Beşiktaşlıydı. 30 yıllık zinciri kırmış, halkın içine karışabilmişti. Çekincelerinden, hırsından belki de yıllarca bunu hissettirmemişti. Şu an hissettiği huzurlu, mutlu ve sakin ruhunu yıllarca nefret ve strese mahkum etmişti. Artık özgürdü ve öyle kalacaktı. O da şimdi halkın tek takımının bir bireyiydi. Bunu zihnini yöneterek sağlamıştı.
Yazımı Alman şampiyonunu, Şampiyonlar Ligi’nde kendi stadında sahayı dar ettiğimiz gecede yazıyorum. Halkın takımı Almanya’da maçını oynamış, bir gün sonra Avrupa’da alt liglerde oynayacak takımlarımıza önderlik yapmış olmanın gururuyla ülkemize dönecek. Milyonlarca insan aynı özlem ve gururla halkın takımını bekleyecekler. Çıtayı daha yukarılara yükseltmenin ve seviyesine en az 1 - 2 takım daha yaklaştırmanın mücadelesini verecek Türkiye’de.
Saat gecenin ikisine yaklaşıyordu. Vakit epey ilerlemişti. Pencereyi açıp temiz havayı içime çektim. Hafif bir rüzgar önümdeki çam ağacını hareketlendirdi. Gökyüzününe baktım. Temiz ve berrak bir hava vardı. Derin düşüncelere daldım. Milyonlarca insanında halkın takımını hissetme, onunla yaşama ve bir yaşam biçimi oluşturma hakkı olmalı diye düşündüm. Tek başıma bunu gerçekleştiremezdim ama, 4000 yıllık geçmişi olan bu büyük milletin bağrından sadece tek büyük takımın çıkmasınıda hazmedemiyordum. Bu topraklar Beşiktaş gibi halkın takımı olabilecek en az 3-5 tane daha duruşu haktan yana, sevgiyi, hoşgörüyü, barışı ve medeniyeti temel edinen büyük takım çıkarabilirdi, çıkarmalıydı.
Tekrar halkın bağrından çıkan yegane takımı düşündüm. Yarın ülkesine dönecekti. Almanya’da ki görevi bitmişti. Necip Fazıl’ın, Çile’sinde “Beklenen” şiirindeki mısraları hatırladım. Defalarca mısraları tekrarladım ;
Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan , bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Facebook Yorum
Yorum Yazın