Firdevs’in Yolu Kardeşlik’ten Geçer

“Nûr ile bakınca gönül,
Nâr’ları Nûr’dan bilir
Kimsede noksan aramaz
Her şeyi YÂR’dan bilir” …

“Müminler sadece kardeştirler. O halde ihtilaf eden kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki O’nun merhametine nail olasınız.” •(Hucurat Sûresi)

"Kötülüğe iyiliğin en güzeliyle karşılık ver. Bir de bakarsın, aranızda düşmanlık bulunan kimse candan, sıcak bir dostun oluvermiştir." (Fussilet Sûresi)

“O müttakîler ki bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar, kızdıklarında öfkelerini yutar, insanların kusurlarını affederler. Allah da böyle iyi davrananları sever.” (Âl-i ımrân Sûresi)

“Kim imânın tadını bulmak isterse; sevdiğini, yalnız Allah için sevsin.”  (S.A.V.)

"Mü'minin mü'mine bağlılığı, parçaları birbirini bütünleyen bir bina gibidir." (S.A.V.)

“Bana hizmetiniz lazım değil, uhuvvetiniz yani kardeşliğiniz lazım” Bediüzzaman

ALLAH (celle celalühü)  için sevme konsepti olan kardeşlik, yüksek dozda şefkat ve şefkat dili gerektirir. Şöyle ki Hz. Musa Firavun’a giderken Allahu Teala buyuruyor:
“-Firavun'a gidin. Çünkü o, iyiden iyiye azdı. Ona yumuşak söz söyleyin. Belki o, aklını başına alır veya korkar." (Tâhâ sûresi, 20/43-44)

Burada Hz. Musa peygambere, peygamberâne bir üslûpla anlatılıyor ki, tebliğ eri, muhatapları Firavun, Nemrut, Şeddad gibi kalb ve kafaları imana kapalı, küfre programlanmış insanlar bile olsa, anlatacağı şeyleri yine "kavl-i leyyin" (şefkat dili)  ile anlatmalıdır. Bu itibarla kavl-i leyyinin fıtrat hâline getirilmesi çok önemlidir. 

Peki biz birlikte yaşadığımız mümin kardeşlerimize hangi dil ve üslupla davranıyoruz? Kardeşimizin kusurlarını münafıklar zaten ortaya çıkarıyorlar, bir de biz onlara yardım etmeyelim habbeyi kubbe yaparak, nifak ve ayrılık tohumları atarak Hasan-ı Basri Hazretleri kendini hesaba çekerken demiştir  ki: “-Eğer ben kendimde münafıklık olmadığını bilsem, yeryüzündeki herşeyin benim olmasından daha çok sevinirdim.” Böyle zâtlar dahi kendilerinden emin olamamışlarken, biz neyin garantisi ile küsüp, barışıyor, darılıp güceniyor ve hiçbir şey olmamış gibi davranabiliyoruz?
 
İstediğimiz gibi dostlara sahip olmak için yeterli şefkate sahip miyiz? Yoksa bir kişiye azami 3-5 ay mı şefkat gösterebiliyoruz? Bize sınırsız verilen sevgi ve şefkat duygularına ne adına kota koyuyoruz? Sınırlarını tanıyan, kendi sınırlılığını ve Allah’ın sınırsızlığını tanımış olur. Allah’ın mutlaklığını tanımanın en kestirme yolu kişinin haddini bilmesidir.

Mizaçlarımız uyuştuğu için yahut dünya adına keyif aldığımız için değil de irademizi kullanarak sadece Allah rızası için sevebiliyor muyuz?
Günahsız ve hatasız kim var ki etrafımızda? Gül padişahın yanında silâha davranmış diken var. Dikensiz gül, kusursuz arkadaş arayan, kendi kusurundan habersiz kimse arkadaş bulamaz. Kötülük yapan bir kardeşine kötü hükmü veremezsin. Zira bunda kader’in bir hissesi var, nefsin ve şeytanın hisseleri var, kendi nefsinin kusurlarına da pay verirsen, ona af ile kerem ile yaklaş ki zarardan kurtul. Sebepler yalnız birer perdedirler.
 
Bizler muhabbet fedaileriyiz, bizim husumete vaktimiz yoktur. Kim ne demişse haklarımızı şimdi ve sonra helal ediyoruz demiş  üstâd. Adavet için kusurlar aramak yerine, sevmek için bahaneler arayacağız. En büyük bahanemiz de ‘insan’ olmak. Yoksa  “Mevlam bizi insan eyleye!” deyip, sükût edelim.
 
Zaman zaman adımız geri planda kaldı diye birçok meseleyi büyütürüz. Oysa Allah’ın ve Resulünün adı henüz sinelere kazınmamışken, hangi mesele  bundan daha büyüktür. Senin kardeşinle olan çıkar ve enaniyet çatışman mı? Ey nefsim, neden fedakarlıkta hep geride kalmak istiyorsun?

İnsan zatı için değil sıfatı için sevilir. O halde önemli olan hangi kıymetli sıfatlara sahip olduğudur. Bir tane de olsa kıymetli ve olumlu sıfatı varsa;
 -ki mü’min olması tek başına kıymetli bir sıfattır- diğer sıfatları nedeniyle zatına düşman olmak ve kin bağlamak, yanıp yıkılmasını istemek o sıfata haksızlıktır. Bir de, müminin cani sıfatları için dahi ona düşmanlık etmek doğru olmadığına göre aslında cani olmayan (suç niteliği taşımayan) ve fakat birilerince ya da genel olarak toplumca beğenilmeyen sıfatları nedeniyle ona düşmanlık etmek gerçekten zulümdür. (*)

Mü’minin  mü’min kardeşinde gördüğü kötü bir sıfat sebebiyle ona düşmanlık yapması mümkün olmadığı gibi o kötü sıfattan kardeşinin kurtulması için lütufla ona yardımcı olmak gibi bir vazifesi de vardır. Esasen bir mü’minin böyle bir konuda kardeşine yardımcı olmaya çalışması, içinde manevi cennet lezzeti taşıyan bir salih ameldir. Demek oluyor ki bir kardeşinin kötü bir sıfattan kurtulması için çaba gösteren bir mü’min, aslında aynı zamanda kendi kalbinin gıdasıyla da ilgili bir iş yapmış olmaktadır. *(Uhuvvet Risalesi)

Mü’mini mü’min olarak sevmemizin  sebebi mü’minin vücudu ya da bizzat kendisi değildir. Aksine, varlığının onu yaratanın yaratma amacına uygun olması yani bu amaca uygun olarak içini dolduran imanıdır. Müminin kalbi Allah’ın evidir.
 
Hâlıkımız bir, Mâlikimiz bir, Mâbudumuz bir, Râzıkımız bir, Peygamberimiz bir, dinimiz bir, kıblemiz bir, köyümüz bir, devletimiz bir, memleketimiz bir.

Bu kadar birler vahdet ve tevhidi, ittifakı, muhabbet ve uhuvveti gerektirdiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak manevi zincirler bulundukları hâlde, ara bozuculuğa, kin ve adavete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mümine karşı hakikî düşmanlık etmek ve kin bağlamak, Allahu Tealaya  ne büyük bir hürmetsizlik ve kardeşliğe karşı ne derece bir zulüm olduğunu, kalbin ölmemişse, aklın sönmemişse anlarsın. *( Uhuvvet Risalesi)

Terazinin bir kefesine muhabbet sebebi olan iman konulduktan sonra terazinin diğer kefesine ne konulursa konulsun, artık terazinin iman kefesinin mutlaka ağır geleceği ve dolayısıyla da bir mümine ne sebeple olursa olsun düşmanlığa imkân olmadığı açıklanmış olmaktadır. Zira bu dünya darılma pazarı değil, dayanma pazarıdır.
 
Her bir gerçek kardeşimiz yeni kardeşliklere vesile olur ve kardeşlerimizin sayısını artırır. Sonuç mu; sonuç gayet açık: Kardeş olanlar çözümün bir parçası olurlar; düşman olanlar sorunun bir parçası olurlar. Kardeş olanlar tarihin aktif öznesi olurlar; düşman olanlar tarihin pasif nesnesi olurlar. Din ise, “kardeşler” için bir mutluluk projesidir; düşmanlar için bir “afyon”.

Rabbimiz, rahmetim gazabımı geçmiştir buyururken, biz hangi haddimiz ile düşmanlık ve kin besler dururuz . Allah için sevmedikçe neler olabileceğini haber veren bu hadis-i şerif bize her şeyi anlatmıyor mu?: ”Bir zengine zenginliğinden dolayı saygı gösteren kimse dininin üçte birini kaybetmiştir.” •İmam Gazali ' Kalplerin Keşfi' s.158.

“Âlemlerin Rabbi günde yüz bin ayıbını örterken, Sakın kimsenin ayıbını görüp aşikâr etme!” diyen Kânûnî Sultan Süleymân gibi,

“Ben seni sevmek için değil... Ben seni sevmenin ne demek olduğunu bil diye sevdim." diyen Tebrizli Şems gibi,

"Cefâ yüzünden vefâyı terketme."  diyen Hâfız-ı Şirazi (r.h.) gibi hayat gayelerini ‘insan’ olmak üzere sürdürenlerin hatrına, Rabbim bizlere, gözümüzü açmayı,
Sevdiklerimizin üstünde "fanidir" mührünü görmeyi, nefsimiz için muhabbet etmeyip, Muhabbetin Allah için olmasına gayret edebilmeyi nasip eylesin inşaAllah.

Sizleri Allah için seven kardeşinizden baki selamlar…