Fetih 1453’ün diğer birçok büyük şehirlerin fethi ya da farklı din ve devletlerce yapılan işgal veya tahakküm etme vakalarından birçok farkı olduğu muhakkaktır...
Olaya sadece Allah Resulünün (s.a.v) sahih rivayetlerde geçen '' Onu fetheden kumandan ve asker '' hakkında ki övücü sözlerinin dışında da bakmak gerekir.
Fethi Mübin-i İstanbul’un en mühim alametifarikalarından biri de fetih esnası ve sonrasında ki verilen '' İnsan hakları dersleri '' dir...
Şöyle ki; Fatih in İstanbul’u fethi ile birlikte Ortodoks din adamlarının ve İstanbul halkının,
'' Bizansta Katolik şapkası görmektense Osmanlı sarığı görmeyi tercih ederiz '' sözlerinin sırrı da ortaya çıkmıştır.
Özelde Batı genel de ise tüm Dünya halkları İnsan haklarının ne olduğunu görmüştür.
Fatih Sultan Mehmed evvela İstanbul’a tam hâkim olduklarından emin olduktan sonra yağmayı durdurmuş ve şehirden kaçanların geriye döndürmek için birçok tedbir almıştır.
Bu çerçeve de fetih öncesi neredeyse fonksiyonunu tamamen kaybetmiş olan Ortodoks kilisesini yeniden ihya etmiş ve Georgios Skolarius u Gennadios ünvanı ile İstanbul Ortodoks kilisesinin başpiskoposluğuna tayin etmiştir...
Ortodoks kilisesini güçlendirmek ve yanına çekmeye çalışmak Fatih Sultan Mehmed Han hazretlerinin ilerdeki hayallerinden olan İkinci Roma Seferinin de ( İtalya yarımadasında ki ) Katolik mezhep direncini kırmak için bir ön hazırlık idi...
21 yaşında “Fatih” unvanı alan sultanın bu dehası da çok fark edilen bir özelliğidir...
Ömrü yetmediği ve muhtemelen Yahudi kökenli doktorunun tedrici olarak zehirlemesi ile yarım kalacak olan Roma seferinin planlarını daha o zamanlarda yapmaya başlamıştı...
Neyse mevzumuzdan sapmayayım;
Fatih Sultan Mehmed Gennadios’u hazırlattırdığı bir ziyafete davet ederek dostça ve samimiyetle bir görüşme yaptıktan sonra kendisine bir asa ve bir taç vermiştir...
Sonra da '' Dostluğumdan her zaman faydalanabilirsiniz. Seleflerinizin her husustaki haklarına ve imkanlarına malik olunuz'' diyerek Bizans devrindeki protokolde de olduğu gibi büyük bir törenle uğurlamıştır...
Vezirlerin ve üst rütbeli komutanların iştirak ettiği bir törenle Gennadios kendisine tahsis edilen yeni malikânesine kadar uğurlanmıştır...
Onun artık yeni malikânesi Havariler kilisesi idi.
( Bakınız kaynak için; Bilal Eryılmaz -Osmanlı Devletinde Gayri Müslim Tebaanın Yönetimi isimli eser sayfa 223-224 )
Yine Yabancı diyebileceğimiz Transilvanya doğumlu meşhur tarihçi Aurel Decei’nin Fenerliler isimli eserinde -Cilt 4 sayfa 547- de açıkça anlatıldığı üzere
'' Kimse Patriğe tahakküm etmesin, kendisi ve maiyetinde bulunan büyük papazlar her türlü umum, hizmetlerden devamlı muaf olsun...
Kiliseler Camiiye tahvil edilmeyecektir. İzdivaç ve definleri ile sair adetleri Rum kilisesi usül ve kaidelerine göre eskisi gibi yapılacaktır... ''
Bunlar reform derecesinde çıkarılan kanunlar veya kurallardı... Bunlara göre Ortodoks Patriği vezirlere eşit dereceye çıkarılmış Rum reayanın menfaatlerini korumak üzere divanda temsil hakkını elde etmişti...
Bu tarihten itibaren Ortodoks Patriğin ehemmiyeti artmış Filistin ve Kıbrıs Ortodoksları gibi Rus Ortodoks’ları da İstanbul patriğine bağlılıklarını bildirmişlerdir...
Fatih isterse yok etme imkanı elindeyken Ortodoks Patriğini bu kadar güçlendirmesinin sebebi tabii ki yalnızca insan hakları çerçevesinde değerlendirilemez.
Hedefi Ortodoks patriğini yeniçerilerden bir bölük ile muhafaza altına da alarak tüm Anadolu ve Rumeli deki hatta Dünya’da ki Ortodoksları Osmanlı Devletinin tahakkümü ve bağlılığı altına almaktı...
Çünkü Fatih in hayalleri çok büyüktü ve Hristiyan dünyasını yekpare bırakmak istemiyor onları bölüyordu...
Peki, zimmilere ( yani ekalliyetlere ya da koruma altına alınan azınlıklara ) gösterilen tolerans bu kadar mı idi?
Sadece inanç ve fikir hürriyeti mi idi?
Tabii ki hayır...
Bunlarla birlikte onlara yani Rumlara ve özellikle Cenevizlilere kesin bağlılık ahdi alındıktan sonra ticaret yapma ve eski tüm mesleklerini devam ettirmelerine de imkan ve hürriyet verilmişti...
Bilhassa Galata Cenevizlilerce tüm ticari faaliyetlerin merkezi olarak kullanıldığından onların mallarına, mülklerine, bağlarına değirmenlerine gemilerine ve sandallarına hiç bir şekilde dokunulmayacaktı...
Hristiyanların kölelerine, çocuklarına kadın ve cariyelerine zarar verilmeyecekti...
Ziraatta, ticarette ve dini geleneklerinde serbest olacaklar, karada ve denizde istedikleri gibi dolaşabileceklerdi...
Vergi vermeye devam edecek ama Yeniçerilere asker olmayacaklardı...
Halk kendi arasında istediği gibi kethüda ( kendi işlerini yönetecek devlet görevlisi ) seçebilecekti...
Bakın bunlar bugün dahi yani 21. yüzyıl da bile fevkalade geniş özgürlükler ve demokratik diye bilinen haklardır...
Batılı ülkeler maiyetlerinde bulunan azınlıklara tahakküm ve istibdat uygularken Osmanlı Devleti özgürlükleri en geniş şekilde hayata geçirmiştir...
Benzer imtiyazlar ve haklar İstanbul Musevi cemaatine de verilmiştir...
Bununla alakalı da bir ferman olduğu ama yandığı bilinmekle beraber 1602 yılında verilen başka bir fermanla buna atıfta bulunulmasından ve kendisini 2. ferman kabul etmesinden anlaşılmaktadır...
Yani birçok sebepten mütevellit Hristiyanlara ve Yahudilere çok geniş özgürlük alanları açılmıştır...
Facebook Yorum
Yorum Yazın