Her ay ne yazsam derdinde olan benim, bu ay kafam çok net. Basit ama çok önemli bir şeyden bahsedeceğim. Aslında hemen herkesin başına gelen bir durumu anlatıp masum görünen bu durumun aslında ne kadar vahim sonuçlar yaratabileceğini dile getirmeye çalışacağım.
Halk arasında lakap takmak dense de ben daha geniş anlamda “insanı sıfatlandırmak” olarak ele almak istiyorum konuyu. Aslında bunun başka bir tanımı da “insanı etiketlemek”.
“İnsanı etiketlemek” yapılan en büyük hatalardan biri bence. Bir insana bir özelliği yakıştırmak suretiyle onu etiketlemiş olursunuz. Özellikle olumsuz etiketlemek de kişiyi kırar, sindirir ve en kötüsü de o etiketi eğer kabullenirse bu onun hayatını ve gelişimini etkiler.
Yetişkinlerde kendimizden farklı düşünen insanların düşüncelerini kabul etmeyi yediremediğimiz zamanlarda onlara “şucu” “bucu” veya “o şöyle, böyle zaten” gibi sıfatlar takıp onları kategorizeleştirmeye, baskılamaya veya itelemeye çalışırız ve en kötüsü de bu yaptığımız işe kendimiz de inanır ve o kişi gerçekten o sıfata sahipmiş gibi algılamaya başlarız.
Belli yaşa gelmiş insanlarda bu bir nebze olsun atlatılabilir olsa da daha küçüklerde ve en çok da ergenlerde ciddi travmalara yol açabilir kanaatindeyim. Çünkü onlar yetişkinlerden daha çabuk kabul ediyorlar etiketlerini ve öyle davranmaya başlıyor.
Yıllar önce oğlum henüz yuvaya giderken kendini prenses sanan bir kız gelmişti sınıfa. Evet, yanlış okumadınız, çocuk kendini prenses sanıyordu. Anne veya baba nasıl telkin etmişse artık yavruya, kimseyle konuşmuyor ve yalnız oynayıp aynı çizgi filmlerde seyrettiği prenses edalarıyla yürüyordu.
Yine oğlum birinci sınıfa giderken sınıf arkadaşlarından biriyle kavga ettiğinde, kavga ettiği çocuğun annesi oğluma hiperaktif midir nedir bu dediğinde çok kızmıştım. (Kaldı ki, bırakın hiperaktifliği aheste ve ağırlığı hala devam etmekte.) Kızma nedenim çocuklara söylenenin onların algısında ne yaparlarsa yapsınlar bir mazeretlerinin varlığıyla rahat olmalarını sağladığındandı. (Düşünsenize, yetişkinler bile artık kendilerinin kaza yapmadığına suçun trafik canavarına ait olduğuna inanmakta.) Etiketini kabullenen insan nasılsa şöyleyim ben, nasılsa ben buyum diye o davranıştan vazgeçmiyor. Bunun örneğini de okulda sık sık yaşıyorum. Çocuğu sınava alacağımı söylediğimde ama bende dikkat dağınıklığı varmış çok uzun sürecekse sıkılırmışım diyor.
Lafı uzatmanın anlamı yok. Özet şu; kimseyi çok abartı yönde olumlu bile olsa etiketlemeyin. Bir gün çok kötü geri tepebilir bu. İlla etiketleyecekseniz bu “benim güzel arkadaşım” veya “aferin akıllı evladım, başarabileceğini biliyordum.” cümlelerinden öteye gitmesin. Naçizane fikrim böyle.
Baba Zula’nın Pırasa şarkısının sözleri gibi olsa keşke her etiketleme (gerçi ben bu sözlere bile karşıyım ya, hadi neyse…)
Bu dünyada iki türlü insan var
Pırasa sevenler ve pırasa sevmeyenler
Bu dünyada iki türlü insan var
Anlamayanlar ve anlayanlar
Bu dünyada iki türlü insan var
Et yiyenler ve et yemeyenler
Bu dünyada iki türlü insan var
Göremeyenler ve görebilenler
Bu dünyada iki türlü insan var
Güzelliği tadanlar ve tadamayanlar
Bu dünyada iki türlü insan var
Sevmesini bilmeyenler, sevebilenler
Sözü çok olanın yalanı bol olur deyip susayım, siz bu konuyu düşünün ve dilinizin ucuna gelince cimri davranın sıfatlara. Gelecek aya inşallah görüşürüz diyelim; Aşk’ınız daim olsun, kötülükler ve telaşlar sizden uzak olsun da işleriniz rast gelsin...
Facebook Yorum
Yorum Yazın