sonra sizlerle paylaşacağım satırlar…
Yıl 1995…
Milli Eğitim Bakanlığı Bursu ile Şam’da bulunduğumuz esnada, ev sahibimiz olan Çerkez Ebu Ziyad ailesi, bir yıl boyunca bize gerçek bir aile, ev, ocak oldular… Şam Üniversitesinde aldığımız Arapça Dil Eğitimi ile yabancı bir dil kazanmanın ötesinde bir aile de kazanmıştık ve müteakip yıllardaki bayram tebrikleri ile bu bağ taze tutulmaya çalışıldı. 19 yıl sonrasına yazılan kaderlerimiz, geçen hafta bizleri tekrar bir araya getirdi bir eksik ile: Ebu Ziyad.
Ümmü Ziyad, bayram tebriklerimizden bize ulaştığında, sesini duymanın ve yaşıyor olmasının verdiği sevinci neyle ifade edebilirim bilemiyorum. Oğlu, gelini ve torunu Mecid, Sakarya Kafkas Kültür Derneği tarafından bu köye getirileli henüz 15 gün olmuş. Bir evde misafir ediliyorlar şu anda, onlara verilecek ev, tadilat gerektiriyor ve beklemeleri gerek… Alınan bu bilgilerle yola çıktığımda, heyecan ve sevinçten yol boyunca sabrımı siz tahmin edin. Zira, her şeylerini Suriye’de bırakıp hayâta sıfırdan başlamak üzere Türkiye’’ye hicret eden bu müslümanlarla, onlara kucak açan Maksudiye’li Ensâr’ın maddî ve mânevî yardımlaşmalarını esas alan bu yazı da, yol boyunca filizlenerek büyüyordu satır satır yürek dağarcığımda…
Adapazarı Yeni Camii önünden, Maksudiye Köyü’nün ‘Orhan Abi’si bizi alıp köy yoluna düştüğümüzde, bu köyün bir Çerkez köyü olduğunu, önceden de beş aileyi yerleştirdiklerini anlatıyordu bize… Ancak bu aile çok ani geldiğinden yer buluncaya kadar onları kendisinin misafir ettiğini söylüyor. Köye vardığımızda akşam karanlığı çökmüş, ertesi sabah fark edebileceğim yemyeşil bahçelerin arasında ilerliyorduk. Evin önüne geldiğimizde pencereden bakan gözler, 19 yıl öncesinde geride bıraktığım gözlerin ta kendisiydi. Samimi, içten, sıcak, sevgi dolu… Bu kez sevinçten ve özlemden akıyordu samimiyet pınarları… Velhasıl sözün bittiği yerdeydik…
Kalp dili, beden dili, sevgi dili, iman dili bütün diller dile geldi bu özlem dolu buluşmada ve kucaklaşmada. Duygulu anlardan sonra ev sahipleri dikkatimi çekti. Orhan Ağabey ve eşi Filiz teyze, bahar kelebekleri gibi renkli, zarif, uçuş uçuş bir çift. Çeyrek yüzyıllık evli olmanın ötesinde, hayatını yardım ve hayır işlerine adayan, daima mütebessim birer yüz, gönülleri yüzlerine aksetmiş bir duruluk, yüzleri değil yürekleri gülüyor kâinata. Maşallah.
Rabbim onlardan ve onlar gibilerden hadsiz razı olsun inşaAllah…
Pek çok ev sahibi gördüm, pek çok kez ev sahibi oldum. Pek çok kez misafir oldum ve misafir ağırladım. Böylesine bir tabloyla hiç karşılaşmadım.
Misafirlerin yüzü ev sahibinden daha çok güler mi? Evet, gülermiş.
Onların keyfi, rahatı yüzlerine bu kadar yansır mı? Evet, yansırmış.
Diğer taraftan, savaşta her şeyini kaybeden Ümmü Ziyad’ın teslimiyetini ve kadere imanının gücünü sabah namazında gördüm. Uzun süren secdelerini sordum, seher vaktinde dualarına ortak olmak için bekledim. Zira “Mazlumla Allah arasında perde yoktur” diyen rahmet peygamberinin bu müjdesini bilip de nasiplenmemek ne büyük bir gaflet olurdu… Kalbi duaları herkes için etmedikçe kabul olmayacağını bilen mazlum yüreklerden aldık bu kez. Ağızlarında ne bir isyan, ne bir sızlanma. Kulluk vazifelerini hiç aksatmayan, sabrın ve şükrün örnekleri vardı karşımda. Sohbetlerimizde Allah’ın yazdığı kaderi kimsenin değiştiremeyeceğini söyleyerek beni teselli ediyorlardı… Küçücük dünya sıkıntılarımdaki feveranlarım geliverince aklıma bin pişman ve utançla boynumu büktüm onları dinlerken. Kulluğumdan utandım, şükürsüzlüğümden, sabırsızlığımdan, teslimiyetsizliğimden, aczimden, gafletimden…
O gece, Ensar geldi aklıma, Hz. Peygamber, pay vermek üzere Ensar’ı çağırtmıştı bir gün. Onlar da “Bize verdiğin kadar Muhacir kardeşlerimize de vermezseniz bunu kabul etmeyiz” demişlerdi. Hz. Peygamber de “Bu durumda kıyamet günü beni görünceye dek sabredin. Mükâfatınızı orada alırsınız” buyurmuştu. Kıyamet nasiplisi bu aileye gıpta ettim, yerlerinde olmayı ne çok istedim, içimin sızısını Rabbimin bilişi tek tesellim oldu.
Ensar’ın, Muhacir kardeşlerine gösterdikleri bu eşsiz samimiyet, misafirperverlik, kadirşinaslık, cömertlik ve fedakârlığı Cenab-ı Hak indirdiği Haşr Suresi’nin 9. ayetiyle ilan edip bu davranışlarını methetmiştir. "Daha önce Medine’yi yurt edinmiş ve imanı kalplerinde yerleştirmiş olanlara gelince, onlar, kendi yurtlarına hicret eden din kardeşlerini severler, onlara verilen şeyden dolayı gönüllerinde bir kıskançlık duymazlar ve kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile onları kendi nefislerine tercih ederler, kim nefsinin ihtiraslarından korunur ise, işte onlar kurtuluşa erenlerin tâ kendisidir." (Haşr-9)
Evet, kurulan bu manevi kardeşlik hiçbir milletin tarihinde rastlanmayacak eşsiz bir şeref tablosudur. Bu kardeşlik neticesinde asr-ı saadet dönemi yaşanmıştır. İslam’ın kısa zamanda inkişafına vesile olmuştur.
Peki Ya bizler! Ne yapıyoruz?
Saadet toplumunun ortaya çıkması, böyle bir kardeşlik tablosunun gerçekleştirilmesi için ne kadar gayret sarf etmemiz lâzımdır?
Ebu Hureyre (r.a.) rivayet etmiştir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Her sabah iki melek iner. Biri: “Ya Rabbi, infak edenin malına yenisini ver!” der. Diğeri de: “Ya Rabbi, cimrilik edenin malını telef et!” diye dua eder.”
Reçete belli…
Cenab-ı Hak hayat kitabımız •Kur’an-ı Kerim’de " Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça, gerçek iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu hakkıyla bilir.” Hak Teâlâ Hazretleri, bizim sadakalarımıza muhtaç olmadığını belirterek, sadakayı kendi menfaatimiz için verdiğimizi, öyleyse sevdiğimiz şeylerden vermemiz gerektiğini ihtar etmiştir.
“Her neyi Allah yolunda infak ederseniz, Allah-u Teâlâ onun yerine size başkasını verir.” (Sebe/39)
“Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, bir tanenin durumu gibidir ki, yedi başak bitirmiş ve her başakta yüz tane var. Allah, dilediğine daha da katlar. Allah'ın rahmeti geniştir. O, her şeyi bilir.
Rasululah (s.a.v.) Efendimiz de bir hadis-i şeriflerinde saadet toplumuna ulaşabilmemiz için bizlere şu tembihte bulunuyor.
"Sizden biriniz kendi nefsi için isteyip arzu ettiğini mü’min kardeşi içinde arzu edip istemedikçe mü’min olamaz."
"Namaz, oruç ve zikir Allah yolunda infak üzerine yediyüz misli katlanır." Hadis-i Şerif
"Ey Ademoğlu! Sen infak et ki, ben de sana infak edeyim.” Kudsî Hadis
İnfak; Kur’anı Kerim’de pek çok ayetlerde namaz ile birlikte anılır ki bu da namaz kadar önemli ve ecri olan bir ibadet olarak anlaşılmaktadır.
Yine Kur’anı Kerim; “ O gün bunlar cehennem ateşinde kızdırılacak da onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak ve, “İşte bu, kendiniz için biriktirip sakladığınız şeylerdir. Haydi, tadın bakalım biriktirip sakladıklarınızı”(9/35) diyerek cimriliği ve Allah’ın rızkından şüpheye düşerek mal biriktirenleri, cehennemde korkunç bir sonun beklediğini yazmaktadır.
Bütün bunlardan yola çıkarak anlıyoruz ki; Cenâb-ı Hakk’ın bize verdiği her türlü nimet bizde emanettir. Bu emaneti kendi hayatımızı idame ettirecek kadar kullanacak fazlasını da Allah rızası için infak edeceğiz. Biz dağıttıkça eksilmeyecek, artacaktır.
Rabbimiz vermek ahlakını ve infâk hasletini bizlere de nasip etsin inşaAllah.
Amin diyen gönüller hürmetine, gönlünüz Gülşen olsun efendim…
Kalbi selamlar
Facebook Yorum
Yorum Yazın