Geçtiğimiz ayki başyazımızda (181. sayımız) “Yeni Dönemin Vazgeçilmez Şartı Olarak Enerjinin Millileştrilmesi”ni kaleme almıştık.
Bu sayımızda ise bunun biraz altını doldurmak adına ve yeni bir enerji kaynağına parantez açmak adına nükleer bahsine temas edeceğim.
Yazılarımızın inhisarı (tekliği) adına geçmiş yazımı veya yazılarımı okunmamış olabileceklerini de düşünerek mecburi girizgah veya hatırlatmalar yapabiliyorum yazılarımda. Bunun için de okurlarımızın affına sığınıyorum.
Malum olduğu üzere enerji, insanlığın temel ihtiyaçlarının karşılanmasında, insanın ortalama ömür (life expectancy) yada yaşam süresinin uzatılması ve hayat standartlarının yükseltilmesinde birincil derecede önemli gereksinim kabul edilmektedir.
Enerji bu kadar mühim bir değer olunca devletlerin ve toplumlarında buna ayırdıkları bütçeler de insanlık için mühim rakamlar ifade ediyor. Klasik bir ifade ile kabul edilen “Türkiye’nin cari açığı enerjiye ödediği para kadardır’” cümlesi hiç de haksız değildir.
Petrolün varilinin 160 $’lardan hızla 30’un altına inmesi Türkiyemiz’in de cari açığının 50 milyar dolarlardan 34 milyar dolarlara inmesini en azından 2015 sonu itibari ile sağlamıştır. Yani enerjiye ödenen para bu kadar ciddi boyutlardadır ülkemiz için. Bu diğer ülkeler içinde farklı versiyonları benzer ehemmiyettedir.
Bu girizgahı yaptıktan sonra geçen ay değindiğimiz “Kriz zamanlarında dışardan ithal edilen enerjinin aksaması durumunda” telafi etme şekilleri ve metodlarına bu ayda devam edelim
Geçtiğimiz sayımızda biogazdan metal gazı elde edilerek Rusya’dan ithal ettiğimiz doğal gaza alternatif bulmanın yollarından bahsetmiştik. Bu sayımızda ise ileri tüm teknoloji devi ülkelerin “istisnasız” kullandığı nükleer enerjiden bahsedeceğim.
Müdavim (devamlı) okurlarım geçtiğimiz yıllarda da ara ara bahsettiğim bu konunun ehemmiyetini hatırlayacaklardır. Zaten aktüaliteye vakıf tüm duyarlı okurlarımız ülkemiz için nükleerin ne kadar mühim olduğunun idraki içerisindedirler.
Bir ülkenin dünyada söz sahibi olabilecek güce hakim olabilmesi için sahip olması gereken üç önemli teknoloji vardır.
1)Uzay ve havacılık
2)Bilgisayar
3)Nükleer
Biz üçüncü madde ile ilgileneceğiz şu anda. Kabaca tabii ki, yoksa sayfalarımız bu konuya yetmeyecektir.
Nükleer teknoloji bize ıskalattırılmıştır. Nükleer iyi midir, kötü müdür… Bu konuda sözde çevrecilerin tepkileri haklı mıdır? Sorularına şu bilgilerle cevap verip sonra kronolojik olarak bize nükleerin nasıl ıskalattırıldığına bakalım.
Artan elektrik enerjisi taleplerini gerek baraj gerekse termik santraller (kömür, petrol, doğal gaz) desteği ile teminindeki kifayetsizlik ve çevre kirliliği sanayileşmiş ülkelerin 1950’li yıllarda nükleer enerjiye geçmelerini ve bu konuda bir inhisara (tekelleşmeye) gittiklerini (zaten dünyada beşten bu yüzden küçük kalmıştır) bize göstermiştir.
Aslında aynı yıllarda ülkemizde de nükleer çalışmalar başlatılmış ama bilhassa 1965 yılında bu ülkeler bu teknolojinin doğu hasseten de İslam ülkelerine verilmemesini kararlaştırdıkları için Türkiyemiz de bu teknolojiyi ıskalamıştır. Kimdi bu ülkeler ona bakalım. Batılı ülkeler (Çin ve Rusya’yı da saymıyorum Onlar zaten birer nükleer cephaneliktir) çevre kirliliği yapan kömür santrallerinin yerine nükleer enerjiyi ikame etmiş, doğu ülkelerine ise bu eski teknoloji kömür tesislerini satmıştır.
Rakamlarla
1) Fransa ‘da 59 adet nükleer santrali çalışmakta olup nükleer enerjiden elektrik elde etme oranı genele kıyasla %78 lere dayanmıştır.
2) Amerika da 103 nükleer santral kurulmuş olup nükleer enerji oranı %20 dir.
3) Belçika da 7 nükleer santral olup nükleer oranı %55 dir
4) İspanya da 9 nükleer santral olup oranı %24 dür
5) İsveç de 11 nükleer santral olup oranı %40 dır.
Dünya da ise toplam 441 nükleer enerji santrali olup nükleer enerjiden elde edilen elektriğin genel enerjiye oranı %16 dır. Bu 441 nükleer santralinde sadece 1 tanesi İslam veya doğu ülkelerinin birinde yani Pakistandadır. Bu tablo bize neyi ifade etmelidir, siz okurlarımızın takdirine bırakıyorum.
Bu dünyanın 5’den küçük olması gibi bir şeydir. Neden Amerika, Fransa, Çin, Rusya ve yavruları nükleere sahip oluyor da başta Türkiye olmak üzere diğer İslam veya üçüncü dünya ülkelerinin nükleerden istifalerine izin verilmiyor.
İşte Türkiye bu zinciri de şimdi kırıyor. Öncelikle Mersin Akkuyu’da, sonra ise Sinop da ve en sonda Trakya İğneada da yapılacak üç büyük ve son teknoloji ile donanmış nükleer tesisler yapacaktır inşallah.
Türkiye bu üç dev teknolojide yani uzay ve havacılık, bilgisayar ve nükleer de söz sahibi olmadan ihtiyaçlarını karşılamadan ne bölgesinde ne dünya da söz sahibi olamaz. Bunun kararı verilmiştir ve artık uygulanacaktır. Sadece Akkuyu’daki 4 ünitenin herbirinin 1200 MW’dan 4800 MW e kurulu bir güce sahip olacağını düşünürsek yalnız Akkuyu Nükleer Santrali ülkemizin ihtiyacı olan elektriğin %6’sını karşılayacaktır. Bunun gibi üç tane olduğunu (İğneada ve Sinop’la birlikte) 2023 yılındaki Türkiye’nin hedeflediği 500 milyar kwh olacak olan elektrik tüketiminin nerede ise %20’ye yakınının nükleerden karşılanacak olması demektir ki dünya ortalamasının %16 olduğu bir ortamda bu çok doğaldır.
Şimdi gelelim bu nükleer ihtiyacımızın bize nasıl yaptırılmadığına; Bilindiği üzere batılı ülkelerin en iyi bildikleri konu “İstemedikleri bir işi kendi kamuoyu vasıtası ile o ülkeye yaptırmamasıdır.” Yani misal 3. Havaalanının Türkiye de yapılması, istenmiyorsa veya 3. Boğaz Köprüsü’nün yapılmasını istemiyorlarsa nasıl ki içerdeki işbirlikçi gruplarını, sermayedarlarının destekleri ile harekete geçiriyorlar ise nükleerde de aynısını yapmışlardır. Nükleerin ne denli zararlı olduğunu anlatması için ülkemizde hemen bir yapılanma kurar ve sürekli bunu manipüle ederler.
Mesela bu konuda ihale açılacak olsa dünya petrol kartelleri Greenpeace ile devreye girer ve ülkemizde bazı işbirlikçi sivil toplum kuruluşlarınca eylem yaptırılarak desteklenir. Halkın beynini yıkatır, tamamı aldatmaca üzerine kurulan sistem basını, medyayı bombardıman eder, dedikodular çıkartılır bir şekilde ihale iptal edilene kadar devam ederlerdi. Bu propagandayı yaptıran ve yapan yabancılara “sizler neden nükleer santral yapıyorsunuz? Madem kötü bir şey siz de yapmayın denildiğinde alınan ortak cevap “şimdi bunu karıştırmayın” olmaktadır ”
1) 1968 – 1969 Demirel döneminde ABD – İspanyol firmaları fizibilitesi ve400 MW Candu tipi
önerisi ile
2) 1974‘de Ecevit – Erbakan koalisyonunda pazarlıktaki başarısızlıklarla ve dış baskılarla
3) 1982 – 1985 Özal döneminde; dış baskılar, kredi sıkıntısı, çevrecilerin etkisi
4) 1998 – 2000 Ecevit – Yılmaz – Bahçeli dönemi, Almanların aşırı baskıları ve şartnameye aykırılıklar, rüşvet söylentileri ve ihalenin iptali ile Türkiye nükleer santral yapımına izin verilmemiştir.
Pekiyi ülkemizin bu kadar menfaatine olabilecek bir konunun iptalini yine bizim içimizdeki birkaç hain grup, oda ve STK’ya nasıl başartabiliyorlar Batılı ülkeler? Bunun cevabı çok açık ama millet olarak idrakine varmamız biraz zaman aldı ve 50-60 yılcık kaybettik!!!
Zira son birkaç yıla kadar medya, basın, üniversiteler bilhassa bir kısım mühendislik odaları, tamamen Avrupalı (bilhassa Alman ve İngiliz) istihbaratının denetimindedirler. İşgal kuvvetleri 6 Ekim 1923’de İngilizlerin temsili çekilmesi ile ülkemizi terk ettiklerini zannediyorsak yanılıyoruz.
9 Eylül 1922’de İzmir de düşmanı denize döktüğümüzde bitirdik sanıyorsak yine yanılıyoruz. Düşman hep içimizde idi ve kalmaya devam etti.
15 Mayıs 1919’da İzmir Yunan Krallığı tarafından işgal edildiğinde o esnada İzmir de yayın yapan sözde Türk gazeteleri “Hoş geldiniz Yunanlılar; asıl vatanınız olan Smyrna’ya hoş geldiniz, iyi ki geldiniz” diyenler kimse bugün nükleeri istemeyenlerde onlardır. 1. Boğaz Köprüsü’nün yapımına kim karşı idiyse, bugün de nükleere onlar karşı çıkmaktadır. 3. Boğaz Köprüsüne, 3. Havalimanına karşı çıkanlar; Gezi vandalizmi esnasında dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a “Taksim de ağaç kesmemeniz yetmez mega projeleri de durdurun” diyen hainler kimse bugün de nükleer enerji üretmemizi istemeyenler onlardır. Mühendisler Odası adları altında bazen karşımıza çıkanlar mesela halkımızı ve kamuoyunu yıllarca hangi dezenformasyon (bilgi kirliliği) ile nasıl kandırdıklarına bir örnek vereyim.
Bunlar nükleer santrale çevreyi kirletir derler, tam tersine tamamen temiz ve çevrecidir. Bunlar en pahalı elektrik maliyeti nükleerdir derler, tam tersine en ucuz enerjidir. Nükleer santrallerin sayısı dünyada azalmaktadır derler, tam tersine artmaktadır. Daha inşa halinde 63 tane nükleer santral yoldadır. Nükleer hep patlayacak gibi gösterilir ama 65 yıllık tarihinde bir tek Çernobil vardır o da istisna. Nükleer santraller en güvenli elektrik üretim santralleridir.
Aslında konu çok daha detaylandırılabilinir ama biz bu kadar da kifayet edelim Nükleerin yeni nesil enerji kaynağı olarak yeni Türkiye de mutlaka yerini alacağının müjdesini verelim.
Yazımızı merhum şair – edebiyatçı Atilla İlhan’ın sözleri ile bitirelim.
“.. Altı devlet dünya’nın 4’de 3’ü oluyor ve bunların içinde nükleeri olmayan tek enayi biziz. Çünkü biz diyoruz ki çok zararlı nükleer!!! Öyle diyor bizim aydınlarımız. Aman ne kadar zararlı bunların hepsi enayi ve bunların hepsi nükleer!!!”
(Atilla İlhan, İntibaah Başladı s:15)
Facebook Yorum
Yorum Yazın