Ercan BABACAN

Ercan BABACAN

Mail: yazarlar49@teknikelektrik.com

Endülüs’ü Okumak

Varoluş ve yok oluşları ile tarihe altın harflerle geçmiş medeniyetleri, kültürleri veya milletleri tanıyabilmek için onlara ait yazılı ve görsel unsurları okumak ne kadar önemli ise o medeniyetlerin neşvü neva bulduğu coğrafyaları, yerinde ve doğru okumak da aynı öneme sahiptir. Özellikle İslam medeniyeti açısından dünyada birçok örneğine rastladığımız kültürel mirasımızın birer parçası olan bu coğrafyaları dolaşmak, bizim için ayrı bir öneme haizdir. Bu anlayışı önemseyenlerin, batıda özellikle Avrupa’da İslam medeniyetinin izlerini yerinde görmek isteyenlerin ilk tercihi, 800 yıl Güney Avrupa’da İber Yarımadasında varlığını sürdürebilmiş Endülüs coğrafyası olmalıdır mutlaka. 


Yaklaşık 5 asır önce haritadan silinen, hazin bir şekilde kaybedilmiş bir coğrafyadan miras kalan eserleri yerinde görmek ve gözlemleme yapabilmek, en doğru okuma olacaktır.


Endülüs’ün 711 yılında fethi, Emevi Halifesi 1.Velid’in emrindeki Kuzey Afrika genel valisi Musa Bin Nusayrin ve muzaffer komutanlarından Tarık Bin Ziyad’ın gemileri yaktığı yürekleri ferahlattığı İslami bir fetihtir. Bugün hala kullanıyor olduğumuz “Gemileri Yakmak” deyimi 1300 yıl öncesine dayanan bu fetih hareketinden kalmadır.


Fetih öncesi dönemlerde İspanyol topraklarında yaşayan Vizgotlar ile Papazların güdümündeki Hıristiyan haçlı zihniyetinden - zulmünden bölge halkı bıkmıştır. Fitnenin yeryüzünden kaldırılması uğruna düzenlenen fetih hareketi ile bölge insanı; insani ve vicdani hürriyetlerine kavuşacaklarını, sosyo ekonomik refaha ulaşmalarının mümkün olabileceğini Müslümanlarla olan çeşitli münasebetler nedeni ile bilmektedirler. İslam’ın yeryüzünde adaleti tesis ettiğini bilen bölge halkı adeta fethin kolaylaştırılması için gayret sarf etmiştir diyebiliriz. Dolayısı ile sayıca Hıristiyan ordularından az olmasına rağmen Cebeli Tarık boğazından İspanya topraklarına çıkartma yapan İslam Orduları, haçlı ordularını güney Fransa’ya kadar püskürterek İspanya topraklarını ve gönülleri kısa zamanda fethetmeyi başarmışlardır. Endülüs’te Müslümanlar; 711-1492 tarihleri arasında 780 yıl boyunca İber yarımadasında hüküm sürmüş, bu dönemde tüm Avrupa'yı ilim ve medeniyet ile tanıştırarak Rönesans hareketinin başlamasına öncülük etmişlerdir. Özellikle Endülüs Bölgesi’nin önemli üç şehri, Granada,Cordoba ve Sevilla; Endülüs İslam medeniyetinin izlerini günümüze kadar taşıyabilmişlerdir.   


Granada

“Gıranada'nın en eski mahallelerinden biri olan El Beyazin mahallesinde dolaşırken kendinizi Bursa'da  ya da Cidde'de bir Müslüman mahallede sanırsınız.” (Prof.Dr.Nazif Gürdoğan)


Gerçekten Avrupa’nın bazı ülkelerinde dolaşırken yabancılık hissetmemize rağmen Endülüs sanki ruhumuzda iz bırakmış bizden bir parça gibi gelir. Endülüs sokaklarında veya meydanlarında kendimizden izlere rastladıkça sanki bir hatıramız canlanacakmış gibi olur. Gırnata'yı, bir kere görüldükten sonra sürekli hatırlanacak şehir olarak nitelendiren Yahya Kemal belki de aynı hissiyatı bir adım öne götürenlerdendi. 


İspanya'nın özellikle Endülüs bölgesinin neresine giderseniz gidin, en güzel eserlerin Müslümanların döneminde yapılmış olduğunu görürsünüz. Müslüman egemenliğinin son bulmasından sonra meşhur olan ''Quien tiene moro tiene oro'' yani ''kimin bir mağriplisi var onun altını vardır'' sözü; bilgileri, becerileri, teknikleri ve çalışkanlıklarıyla Endülüslü Müslümanların Hıristiyanlardan kat kat üretken olduklarını en iyi şekilde vurgulamaktadır.


Gıranada’da bulunan Elhamra Sarayı; nefes kesen güzelliği ile İslam medeniyetinin adeta bölgeye kazınmış mührü gibi binlerce yıl sonra bile hala parıldamaktadır. Su ve bahçe kültürünün en nadide örnekleri ile güneşin duvarlarında kırmızının en güzel tonu ile buluştuğu Elhamra Sarayı, gerçekten görünmeye değer kültür varlıklarından biridir. Unesco’nun kültür varlıkları listesine aldığı bu ihtişamlı eser dünyanın 7 harikası yarışmalarına sürekli aday gösterilmektedir. Ayrıca onca savaşa, istilaya ve iktidar mücadelelerine rağmen sarayın duvarlarına işlenmiş “Allah’dan başka galip yoktur” sözü de tüm zenginliğe veya acizliğe karşın sürekli hatırlanası bir düstur olarak yüzyıllardır önemli bir ikaz olarak Elhamra’da karşımıza çıkmakta ve zihinlerde silinmez yer edinmektedir.


Sırtını Sierre Nevada dağlarına dayamış Elhamra sarayı, tarihin derinliklerinden İslam medeniyeti ve Müslüman kimliği ile geçmişin izlerini taşıdığı gibi günümüz Endülüs’ünde ise aynı samimiyete eş değer ancak daha dar bir alanda Es Sufi Cami diye de bilinen Mezquita de Granada•(Granada Camii); El Beyazin Tepesindeki Müslüman mahallesinde aynı izleri sürdürmenin çabasında sanki. İskoç asıllı Müslüman düşünür Abdulkadir Es Sufi (İan Dallas)’ın gayretleri ile 1993 yılında yıkılmış bir kilise iken satın alınarak dönüştürülen camii, Endülüs’te kilise ve katedrallere dönüştürülen camilerin sızılarına bir nebzede olsa varlıkları ile ferahlık vermeye devam etmektedir.


Endülüs Medeniyetinin son toprağı olarak da bilinen Granada’da dolaşırken Müslümanların güçlerini kaybederek fitne ateşi ile kavruldukları ve ihtişamlı devletlerinin son bulmasının hüznünü yaşayabilirsiniz. Yine sokaklarda hatta binalarda zorla Hıristiyanlaştırma ve sürgünlerle yapılan zulümlerin çığlıklarını hissedebilirsiniz. Granada’da bir binanın açık kapısını görseniz aklınıza zorla vaftiz edilen Müslümanların kontrolü için koyulan kurallardan evlerin kapılarının açık bulunarak yaşamaları aklınıza gelir de bu ve benzeri zulümden insanlık adına utanç duyabilirsiniz.


Her şeye rağmen Endülüs; tarihe ve bizlere muhteşem ibret alınabilecek bir miras bırakabilmiştir, tıpkı Amerikalı yazar Washington Irwing’in dediği gibi..


“Bir Hıristiyan toprağının bağrındaki Müslüman sarayı; Batı'nın gotik binaları arasındaki Şark âbidesi; fetheden, yöneten ve yok olup giden yiğit, zekî ve seçkin bir halkın zarîf kalıntısı Elhamrâ…” 


Cordoba

Romalılar döneminde kurulan Cordoba, Guadalquivir (Vadi ul Kebir – Büyük Vadi) nehri üzerindeki stratejik yeri sebebi ile ticaretinin merkezi olmuştur. Roma Köprüsü olarak da bilenen ve şehrin simgelerinden olan El Puento Romano da adından anlaşılacağı gibi Romalılar devrinde inşa edilmiştir. Cordoba’yı asıl önemli kılan uzun zaman Endülüs Emevi devletinin egemenliğinde kalmasıdır. Endülüs Emevi Devleti hâkimiyeti sırasında Cordoba’da Müslüman, Hıristiyan ve Yahudiler dostça yaşayarak bu şehirden önemli bilim adamı, filozof ve sanatçılar yetiştirerek İber yarımadasının ve Avrupa’nın bilim ve sanat merkezi haline gelmiştir. Uzun zaman halifeliğin de merkezi olan Cordoba, Avrupa’daki ilk üniversiteye ve ilk şehir aydınlatma sistemine sahip olması ile ünlüdür.


Her dine inanç özgürlüğü tanıyan ve özgürce beraber yaşaması için bir ortam oluşturan Mağribiler (Emeviler) fetihten sonra devrim sayılabilecek bir sosyal sistem oluşturdular. Özel tarzlarda düzenlenen saraylar ve yapılan icatlar ile bilim ve sanatın zirvesine çıktılar. Endülüslü Müslüman âlimlerin yazdığı birçok kitap Latinceye çevrildi ve bu sayede matematik, kimya, fizik, mimarlık ve felsefe ile ilgili kitaplar Avrupa’ya yayıldı. Tarih araştırmacılarının bir çoğu Rönesans’ın temelini Endülüs Medeniyetinin attığına dair hem fikir. Ayrıca günümüzde önemli yeri olan kağıt, ipek, barut, ve pusula gibi icatlar da tüccar Müslüman Araplar tarafından dünyaya yayıldı.


Endülüs Bölgesine yapılacak gezilerde mutlaka görülmesi gereken ve UNESCO’nun 1984 yılında Dünya Kültür Mirasına aldığı Cordoba şehri, eski çağlarda dünyanın en büyük camisi olan ve günümüzde de 3.büyük cami/kilisesi olan muhteşem La Mezquita’ya ev sahipliği yapar.


Cordoba’da bulunan 600 camiden ayakta kalabilen tek cami olan Cordoba Cami, 26 bin metrekarelik bir alana yayılmış olup,  yapımına 786 yılında başlanmış ve 200 yılda tamamlanabilmiştir. Cordoba; 1236 yılında Hristiyanların eline geçtiğinde camiinin büyük bir kısmı kiliseye çevrilmiştir. Yapı 16. Yüzyılda V.Carlos tarafından camiyi ortadan ikiye bölmek sureti ile katedrale dönüştürülmüştür. İslam mimarisinin gelmiş geçmiş en muhteşem eserlerinden biri olan Cordoba camii’nin maalesef ortasına katedral yerleştirmek maksadı ile yaklaşık 150 sütun yıkılmış camiye ait 19 kapıdan 15’i şapele dönüştürülmüş ve mistik ortam bozulmuştur.


Hıristiyanların yeniden fetih hamlesi ile ele geçirdikleri tüm şehirlerdeki İslami eserlere karşı kendi kültürleri ve inançlarına ait eserler oluşturma hırsları Cordoba Mescidinde de gördüğümüz gibi nadide eserlere karşın kondurulmuş soğuk izler gibi her yerde karşımıza çıkmaktadır.


La Mezquita (Cordoba Camii)’yı dolaşırken veya camii etrafındaki mahalleleri arşınlarken her an ders veren bir İslam âlimine veya ilim tahsili için kitapları elinde talebelere rastlayacakmış gibi bir his kaplar içinizi. İbn-i Rüşd’ün,İbn-i Haldun’un, İbn-i Bacce’nin, İbn-i Arabi’nin ve İbn-i Tüfeyli’nin yaşadığı, ilim ve irfan yaydığı topraklarda dolaşırken hem İslam dünyasına hem de Avrupa kıtasına nasıl bir miras bırakarak tüm toplumların kalkınmasına katkı sağladıklarını hatırlayarak gurur duyabilirsiniz.  Ve fakat aynı zamanda İspanya’nın yeniden Hıristiyanlaştırma sürecinde yakılan çok değerli kitapların, katledilen ilim adamlarının, kaybedilen kültür ve medeniyetin de yüreklerde bıraktığı acıyı da hissedebilmeniz mümkün.


Bu anlamda Cordoba’da İslam Medeniyetinin seviyesini anlatabilmek ve şehri ziyaret edenlere aktarabilmek için vakıf kurarak (Roger Garaudy Foundation) Roma Köprüsü’nün hemen başındaki kuleyi İspanya Kültür Bakanlığı izni ile düzenleyen ünlü Fransız asıllı İslam düşünürü Garaudy’in Torre de la Calahorra adlı İslam eserleri müzesi; görülmeye değer mekânlardan biridir.


Yıkılan eserler, yakılan kitaplar bir medeniyetin barbarca yok edilmeye çalışılmasından öte değildir. Avrupalı ünlü fizikçi Pierre Curie’nin yakılan kitaplar ile ilgili tespiti insanlık adına nelerin kaybedildiğini açıkça ortaya koymaktadır; 


“Müslüman Endülüs'ten bize 30 kitap kaldı, atomu parçalayabildik. Şayet yakılan bir milyon kitabın yarısı kalsaydı çoktan uzayda galaksiler arasında geziyor olacaktık.”


Sevilla

Endülüs özerk bölgesinin başkenti, İspanya’nın 4.büyük şehri Sevilla; geleneksel mimari yapısını modern şehircilik ile bütünleştirmiş geçmişte çeşitli kültür ve dinlerin bir arada yaşadığı Avrupa’nın suriçi bölgesi en geniş şehirlerinden biridir.


Sevilla’da bu gün koruma altına alınmış turizm öncelikli bölgelerinde dolaşırken bazen Arap mimarisi ile tasarlanmış cumbalı evlerdeki Müslüman yaşam kültürüne, bazen Santa Cruz mahallesindeki duvarları saksılar ile süslenmiş Yahudi evlerinin estetiğine, bazen de demir doğramalı pencerelerinin sağına veya soluna yerleştirilmiş azizlerin ikonları ile Hıristiyan evlerinin sakince karşılamalarını hissedebilirsiniz.


Ancak tarihi bölgede hissedebildiğimiz bir arada yaşam kültürünün inceliklerini, yaşanan tarihin derinliklerinde her zaman hissedemiyoruz maalesef. Bugün Sevilla’da bulunan Avrupan’nın en büyük Cadetrallerinden biri olan Santa Maria Catedrali; yıkılan bir medeniyetin kültürel mirası üzerine kurulmuş muhteşem abide gibi görünse de kimi için kaybedilmiş bir mirasın acısı, kimi için yeniden fethedilmiş, dinsel zaferin gurur verici sevinci olmuş. Bir medeniyetin çöküşü ile tarihe bıraktığı izler maalesef silinmeye çalışılmış.


Sevilla’nın görmeye değer kültür varlıklarından sayılan Santa Maria Katedrali’nin yıkılan İslam medeniyetinin kalıntıları üzerine inşa edildiğini duvarlarındaki atnalı şeklindeki revaklardan ve hemen yanı başında bulunan bugün Giralda kulesi olarak adlandırılan minareden anlamak mümkündür. 


İspanyolların Giral’da kulesi dedikleri minare (İşbiliyye Cami Minaresi), yüzyıllarca İslam medeniyetine ev sahipliği yapmış kente bırakılmış tevhidi simgedir aslında. Örneğine dünyada çok az sayıda rastlanan Arap mimari tarzına sahip kare tip kule 98 mt yükseklikte olup yarıçapı 12.5 metredir. 35 kattan oluşan kule -minareye müezzinler atlarla çıkar ve güney Avrupa coğrafyasında Allah’ın birliğini seslenerek insanları kurtuluşa çağırırlardı.


Hıristiyan egemenliği sırasında Sevilla’da yaptırılan İspanyol Meydanı, geniş alana yayılmış yüzlerce sütun arasından, yıkılan yakılan Cordoba ilim merkezine nazire gibi Üniversite binası ve kültür sanat merkezi olarak karşımıza çıkmaktadır.


Sevilla kentinde Endülüs medeniyetine ait günümüze kadar ulaşan çok fazla tarihi eser bulunmamaktadır. Birçok tarihi eser ya yok edilmiş ya da dönüştürülerek asli hüviyetinden mahrum edilmiş ya da asimile edilen yaşam kültürü gibi tarihin derinliklerine gömülmüş. Yok edilen veya dönüştürülen eserlerin yanı sıra müdajer (doğu batı sentezi ) yapıların örneklerini de Sevilla’da görebilmek mümkün. Katolik kralların Endülüs Arap mimarisinden etkilenilerek Endülüslü sanatkâr ve mimarlara yaptırdıkları temeli Endülüslü emirler tarafından atılan El Cazar sarayı,  müdajer yapıların belki de en önemlisidir. Sarayın; geniş bahçeleri, botanik zenginliği, su kültürünün zarif örnekleri ile taş işçiliğinin nadide örneklerinden oluşan süslemeleri, Endülüs stilinin en önemli özelliklerini yansıtmaktadır.


Atlas Okyanusundan 90 km içerde bulunan iç liman kenti Sevilla; Romalılardan Vizigotlara, Emevilerden İspanyollara bir çok krallığa başkentlik yapmıştır. Tarih içindeki en kozmopolitik kentlerden biri olan Sevilla’da kimi zaman geçmişin izleri silinmeye çalışılarak belirli bir kültür ve gelenek yaşatılmaya çalışılmış, kimi zaman da AlCazar sarayının duvarlarında, Kur’an ve İncil’den alıntılarla yapılan tezyinatlarda gördüğümüz gibi bölgeye damgasını vuran kültür ve inançlar yaşatılmaya çalışılmış. Ancak bugün Sevilla’da dolaşırken maalesef korumaya alınmış az sayıdaki tarihi ve kültürel mirasın yanı sıra geçmişin o şanlı izlerini yaşayan toplum arasında görememenin hüznünü de yaşabilmekteyiz.


Endülüs’e gezi planlaması veya geziyi yapmak aslında Endülüs’ü okumaya başlamak demektir. Endülüs ve Endülüs İslam Medeniyeti denince cevabını arayan yüzlerce soru, merakınızı celbeden veya öğrenmek isteyeceğiniz onlarca konu karşınıza çıkacaktır. Örneklendirmek gerekirse, Doğuda yok olan Emevi hanedanlığının batıda nasıl bir medeniyete imza attığını, Emevi Abbasi hanedanlığı arasındaki ilişkileri, Endülüs Müslümanlarının Avrupa, Kuzey Afrika ve Orta Doğu ile olan ilişkilerini, Avrupa kıtasındaki bir krallığın fethini, farklı bir toplumda yeni bir medeniyet inşa etmeyi, barış içinde bir arada yaşama kültürünün nasıl geliştirildiğini, Endülüs Medeniyeti’nin ortaçağdan yeniçağa geçiş sürecindeki katkılarını, İslam dünyasına karşı düzenlenen haçlı seferlerinin nasıl başladığını, Hıristiyanlığın ve kilisenin gerçek yüzlerini, Müslüman toplumların ve idare mekanizmalarının zaaflarını, siyasi ihtiraslarını, dini taassuplarının bedellerini, makam ve mevki uğruna düşman ile nasıl işbirliğine girilerek acziyete düşüldüğüne, iktidarın el değiştirmesi ile nasıl bir kıyımın yaşandığını, insani ve vicdani hak ihlalleri ile bir toplumun nasıl zorla din değiştirilmeye zorlandığını, kin ve nefretin öfkeye dönüşerek zorla gasp ve göç tehdidi ile insanların nasıl sürgün edildiğini, tüm yapılan zulümlere ve kıyımlara karşın ümmetin Endülüslü Müslümanlara ne kadar yardım edebildiğini, Endülüslü Müslümanların Kuzey Afrika savunmalarına katkılarını ve dolayısı ile haçlı ordularının ilerleyişinin nasıl durdurulduğunu, göçe zorlanan Müslümanların hangi ülkeler tarafından kurtarıldığını, Endülüs’ten günümüze kalan kültürel mirasa nasıl ve ne kadar sahip çıkılabildiğini, Avrupalı İslam ve Avrupa’ya damgasını vuran bir İslami Medeniyeti ne kadar ve nasıl tanıyabildiğimizi gibi soruları ve merak edilen konuları çoğaltabiliriz.   


Unutulmamalıdır ki Endülüs medeniyeti üzerine aklımıza takılan her soru veya konu, geçmişin derin izlerinin doğru okunmasına ve düşünce ufkumuzun genişlemesine vesile olacaktır. Tarihi olayların ve oluşan kavramların yaşandığı coğrafyayı ziyaret ve bir nebze de olsa aynı havayı teneffüs edebilmek şüphesiz Endülüs İslam medeniyetine olan hayranlığımızı arttıracak ve yaşadığımız dünyaya olan katkılarını bir kez daha hatırlamamıza vesile olacaktır.

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar