EKSEN TARTIŞMALARI VE YENİ PARAMETRELER

Bir süreden beri Türkiye'de bir "eksen kayması" tartışması yürütülüyor. Buna göre Türkiye dış politikası Batı ekseninden Doğu'ya, bilhassa İslam Dünyası'na kayıyor. Mevcut iktidar ülkeyi geleneksel müttefiklerinden kopararak yeni ittifaklar kurmaya çalışıyor. Bu çabanın da ülkenin menfaatlerine aykırı olduğu ve rejimin geleceğini tehdit ettiği söyleniyor.

Türkiye'nin içinde yapılan bu tartışmanın dış uzantıları da var. ABD'de hükümetin politikalarından memnun olmayan birtakım güç odakları, "eksen kayması" tartışmasına dışarıdan destek sunuyorlar. Içeridekiler, dışarının söylediklerini delil göstererek tartışmayı alevlendiriyorlar. Bu yazıda hakikaten dış politikada bir "eksen kayması" var mı, dış politikada gerçekleştirilen hareketlenme "eksen kayması" olarak nitelenebilir mi; bu ve benzeri sorulara cevaplar arayacağız.

Türkiye'nin Ekseni Kayıyor mu?

Türkiye'nin dış politikası değişik dönemlerden geçmiştir. 1960'lara kadar olan politika, tümüyle kendi içiyle meşgul, dış dünyaya bağlı olduğu ittifakların penceresinden bakan durağan bir dönemdir. Bu dönemin en ciddi dış politika atağı, Kıbrıs'a ilişkin yürütülen aktif politikanın semeresi olarak Londra ve Zürih anlaşmalarının imzalanmasıdır.

1960 -1990 arası dönem ise, ekonomik gelişmelerin dış politikayı etkilediği dönemdir. Soğuk savaşın bütün şiddetiyle devam ettiği bu dönemde, Türkiye önemli sanayi tesislerini Sovyetler Birliği'nin desteğiyle inşa etmiştir. İskenderun Demir Çelik tesisleri gibi sanayileşmenin ana girdisini imal eden tesisler bunun en önemli örneklerinden biridir.

Yine de aynı dönemde, daha önce adeta yok sayılan, Ortadoğu ülkeleri Türkiye'nin dış politikasında yer tutmaya başlamışlardır. 1974 yılındaki petrol ambargosu ile beraber, ciddi bir parasal zenginliğe sahip olan Arap ülkeleri, Türkiye'nin dış politikasında dikkate alınmış ve ilişkiler geliştirilmeye çalışılmıştır. FKÖ'nün Ankara'da temsilcilik kurmasına izin verilmiş, islam Konferansı Orgütü'ne üye olunmuştur.

Bu dönemde, NATO ülkesi olan Türkiye'nin, Varşova Paktı'nın lider ülkesi olan SSCB ile kurduğu ekonomik ilişki bir "eksen kayması" olarak nitelenmemiştir. Yine İslam ülkeleriyle kurulan ilişkilerde böyle bir tartışmaya sebebiyet vermemiştir.

Türkiye'nin, soğuk savaşın bitiminden sonra oluşmaya başlayan Yeni Dünya Düzeni sürecinin ilk yıllarında, duruma intibak etme konusunda tereddüt yaşadığı bir dönem olmuştur. İki bloklu dünyanın oluşturduğu refleksleri üzerinden atma aşamasına geldiğinde ise, meş'um 28 Şubat postmodern darbesi ülkeyi içe kapalı, iç düşman paranoyaları ile zamanını heba eden bir sürece sokmuştur. Kendi içinde düşman arayan, halkının bir bölümünü düşman gören bir anlayışın yeni oluşan dünya düzeninde kendine anlamlı bir yer edinebilmek için gayret göstermesi mümkün değildi. Türkiye yaklaşık bir altı yılı bu anlamda boşa geçirmiştir.

2002'de AKP'nin iktidara gelmesinden itibaren, önceki dönemlere nispetle daha hareketli, daha bulunduğu ortamı doğru okumaya gayret eden ve oluşan yeni düzende kendine gücü oranında yer edinmeye çalışan bir dış politika oluşturma gayreti içinde oldu Türkiye.

Türkiye'nin Dış Politikasının Yeni Parametreleri

Türkiye'nin yeni dönemde uyguladığı dış politika barışçıl ilişkilerle ve halktan halka ilişkileri geliştirerek, bölgesinde istikrar oluşturmaya ve bu istikrarı devamlı kılmaya çalışan bir yönde hareket etmektedir. Uygulanan dış politikaya beş ana başlıkta mütaala etmek mümkündür.

1.Çok Yönlü Dış Politika:

Soğuk savaş döneminin aksine

zamanımızda birçok güç odağı-

nın ortaya çıktığı bir dünyada

yaşıyoruz. Türkiye, Batılı örgüt-

lerin üyesi olan bir ülke olarak,

bütün bu güç odaklarıyla güvenlik ilişkisinin dışında ekonomik,

kültürel ve siyasi ilişkiler geliştirmeye çalışmaktadır.

2.Pro-aktif Diplomasi: Bekle,

Bekle,

gör politikasının aksine bölge-

sindeki olaylara müdahil olma-

ya çalışan, bölgesini düzenlemeyi hedefleyen bir politika takip etmektedir Türkiye.

3.Komşularla Sıfır Sorun: Dört yanımızın düşmanlarla dolu olduğu söylemi terk edilmiştir. Dört yanının düşmanla dolu olduğu söylenerek halkın korkutulmasına ve isteklerinin sınırlandırılmasına yönelik bu söylem yerini, komşularla sorunsuz ilişkiler oluşturma amacına terk etmiştir. Hatta sıfır sorunun ötesinde azami işbirliği amacı hedeflenmektedir.

Dört yanımızın düşmanlarla dolu olduğu söylemi terk edilmiştir. Dört yanının düşmanla dolu olduğu söylenerek halkın korkutulmasına ve isteklerinin sınırlandırılmasına yönelik bu söylem yerini, komşularla sorunsuz ilişkiler oluşturma amacına terk etmiştir. Hatta sıfır sorunun ötesinde azami işbirliği amacı hedeflenmektedir.

4.Öncelikli Dış Politikadan Entegre Dış Politikaya: Bütün dış politikayı tek bir önceliğe göre dizayn etme anlayışı, yerini birbirini destekleyen entegre politikalara bırakıyor. Önceleri bütün dış politik ilişkilerimiz Kıbrıs'a endeksliydi, bugün Kıbrıs yine dış politikamızda önemli ve vazgeçilmez bir yer tutuyor. Ancak, o konuda ters düştüğümüz bir ülkeyle başka konularda ilişkilerimizi geliştirebilme esnekliğini gösterebiliyoruz.

Bütün dış politikayı tek bir önceliğe göre dizayn etme anlayışı, yerini birbirini destekleyen entegre politikalara bırakıyor. Önceleri bütün dış politik ilişkilerimiz Kıbrıs'a endeksliydi, bugün Kıbrıs yine dış politikamızda önemli ve vazgeçilmez bir yer tutuyor. Ancak, o konuda ters düştüğümüz bir ülkeyle başka konularda ilişkilerimizi geliştirebilme esnekliğini gösterebiliyoruz.

5. Tarafsız ve Çözümcü Dış Politika: Sorunlu tüm taraflara eşit uzaklıkta duran ve soruna çözüm alternatifleri üreten bir dış politika.

Sorunlu tüm taraflara eşit uzaklıkta duran ve soruna çözüm alternatifleri üreten bir dış politika.

Türkiye genel hatlarını yukarıda saydığımız istikamette dış politikasını yönlendirmeye çalışmaktadır. Bu istikamette önemli mesafeler de alınmıştır. Suriye ile, Yunanistan ile, Rusya ile, Irak ile, İran ile geliştirilen ilişkileri bu bağlamda ele almak gerekir. Vizelerin kaldırılması, gerginliği yumuşatılması hem ekonomik ilişkileri geliştirmiş, hem de halktan halka

ilişkileri artmıştır.

Bu bütün ülkelerle varolan sorunlarımızın çözüldüğü anlamına gelmiyor. Yunanistan'la gelişen ilişkilerimize rağmen, Ege ve Kıbrıs sorunu varlığını devam ettiriyor. Ermenistan'la ilişki kurmanın ötesinde çok da bir mesafe kat edemediğimiz bir süreci yaşıyoruz. Ancak birbirine sırtını dönen bir anlayıştan yüz yüze bir ilişkiye doğru evrilmek, sorunların çözümü konusunda daha umut verici bir pozisyondur. Bazı ülkelerle vizelerin kaldırılması, ilişkileri yönetimler arası ilişkilerin ötesine taşımış ve halktan halka ilişkiler düzeyine getirmiştir. Çevremizdeki ülkelerle bütün sorunlarımız çözülmemiş ama, çevremizin düşmanlarla dolu olmadığı ortaya çıkmıştır. Bu süreçler, yönetimlerin de ötesinde halkların işin içine girdiği katılımcı süreçlerdir. Atılan bu adımların bazılarının sonuç vermemiş oluşu, yapılanların yanlış olduğunu, doğru olmadığını göstermez. Ancak, Türkiye'nin bölgesinde barış ve istikrarı kurma konusundaki özgüvenini ve iradesini gösterir ki, bu da ihmal edilemeyecek kadar önemli bir pozisyondur.

Eksen Kayması Nedir?

Yukarıda ana hatlarını çizmeye çalıştığımız Türkiye'nin dış politikasında bir eksen kayması olduğu sonucunu çıkaranlar ve ülkenin maceraya gittiğini söyleyen basın, siyaset ve iş çevreleri var. Bu çevreler, eksenin ne olduğunu, Türkiye'nin hangi eksende bulunduğunu, son dönemde uygulanmaya çalışılan aktif diplomasinin hangi nedenlerden dolayı ülkenin eksenini kaydırdığını söylemiyorlar. Bu soruların hiçbirine tatmin edici bir cevap veremiyorlar. Ama her vesileyle ülkenin ekseninin kaydığını söylüyorlar.

Anladığımız kadarıyla, Rusya ile, Ermenistan ile, Yunanistan ile geliştirilen ilişkiler değil ama, İslam ülkeleriyle kurulan ilişkilerin Türkiye'nin eksenini kaydırdığı söyleniyor. Yani Irak'la, Suriye ile yapılan bir dizi anlaşma ve bu ülkelerle beraber Lübnan ve Ürdün ile vizelerin kaldırılması eksenin kaydığının göstergeleri olarak sunuluyor. Tabii en önemlisi, Gazze'de şiddet uygulayan, İnsan hakları savunucusu sivilleri taşıyan Mavi Marmara gemisine uluslar arası sularda saldıran ve dokuz vatandaşımızı, kardeşimizi şehid eden İsrail'le ilişkilerin geldiği nokta asıl eksen kayması tartışmasının nirengi noktasını oluşturuyor.

Türkiye neredeyse bütün Batılı kurumlarda temsil ediliyor. Bu kurumlarda sorumluluklarını yerine getirmeye devam ediyor. Bu kurumlarda bulunan ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve benzeri ülkelerin hepsinin ileri derecelerde ilişkileri bulunan ülkeler, İslam ülkeleri. Bahsi geçen ülkeler ilişki kurduğunda sorun yok. Türkiye ilişkilerini geliştirme çabası içine girdiğinde "eksen kayması" tartışmaları ortaya çıkıyor.

Eksen demek güç demektir. Yeterli gücü olmayanın eksen oluşturması diye bir durum söz konusu bile değildir. Bazıları, yönetimler bazında iktidarlarını ABD'ye borçlu olan Ortadoğu ülkeleri, hangi güçleriyle yeni bir eksen oluşturuyorlar ve Türkiye bu eksene doğru kayıyor. "Eksen kayması" tartışmasını çıkaran ve yürütenler bu soruya bir cevap vermeden, muğlak bir ortamda tartışmayı götürmeye çalışıyorlar.

Ancak herkes onlar kadar muğlak kavramlarla hadiselere yaklaşmıyor. Sabah gazetesinden Nur Batur'un sorularına cevap veren ABD'nin Ankara büyükelçisi James Jeffrey bunlardan biri. "Türkiye'nin AB yüzünden alternatif olarak Arap dünyasının liderliğine soyunduğunu söyleyenler var." sorusuna büyükelçi şöyle cevap veriyor: "Her şeyden önce, Arap ülkelerinin çoğuyla yakın ilişkilerimiz var. Umman, Birleşik Arap Emirlikleri, Irak, Suudi Arabistan, Kuveyt, Mısır, Ürdün, Fas. Hepsinin bizimle' kuvvetli güvenlik ilişkisi bulunuyor. Ayrıca kapsamlı ekonomik, siyasi, diplomatik ve enerji alanında ilişkilerimiz var. Hepsi dünyadaki en yakın dostlarımız arasında. Başka hangi ülkeler düşünülüyor bilmiyorum ama, Arap ülkelerinin ve halklarının büyük çoğunluğu, Batı'nm ve ABD'nin yakın müttefikidir. Türkiye'nin Batı'dan kopup alternatife yöneldiği nasıl söylenebilir?"

Yine aynı röportajda büyükelçi, dünyadan bazı örnekler vererek "eksen kayması" nın nasıl bir şey olduğunu, hangi eylemlerin eksen değişikliği sayılabileceğini ortaya koyuyor.

"Bir ülkenin eksen değişikliği büyük bir olaydır. 1972-1975'de Çin eksen değiştirdi. Rusya'nın yakın müttefikiydi. ABD'nin yakın müttefiki oldu. Batı ekonomisine entegre olmaya başladı. 1989'da Doğu Avrupa eksen değiştirdi. Türkiye bunlarla karşılaştırılamaz. Türkiye'de demokratik bir hükümet işbaşında. Sadece demokratik hükümet kamuoyunun beklentilerine cevap veriyor."

Bütün bunlardan Türkiye'nin bir "eksen kayması" yaşamadığı sonucunu çıkarabiliriz. O halde bu tartışmayı çıkaranlar ve yürütenler neyi amaçlıyor sorularına cevap aramalıyız.

"Eksen Kayması" Tartışması ve Son Günlerdeki Terör Olayları Aynı Amaca mı Hizmet Ediyor?

Türkiye'de devlet iktidarının seçilmişler tarafından kullanılmasına izin vermeyenler, her dönemde seçilmiş siyasetin alanını daraltan ve kendi imkânlarını restore edecek eylemleri tetikleyen kavramları her zaman icat etmişlerdir. Bu kavramlar konjonktüre uygun olarak icat edilir. Meşrutiyet döneminden bu yana değişmez ve işlevsel olan kavram irticadır. İrtica ile nitelenen seçilmiş iktidarlar, her dönemde bu kavramla baskı altına alınmış ve yönlendirilmiş hatta iktidarlarına son verilmiştir. Türkiye'de

yapılmış modern ve post modern tüm darbelerin en önemli sebepleri arasında irtica zikredilmektedir.

Doğu bloku yıkılana kadar "komünizm" suçlaması da, devlet seçkinlerine iktidarlarını sağlamlaştırma imkânı veren önemli kavramlardan bir tanesi idi. Daha sonraları "mahalle baskısı" ve "Malezya olur muyuz?" türü üretilen ve sürdürülen tartışmalar da, bazıları üretenin niyetinden bağımsız olarak mahalle baskısı gibi iktidar mücadelesinde bir araç olarak kullanıldılar.

Bu kavramlar kendilerini ülkenin sahibi olarak gören iktidar seçkinlerinin, zinde güçleri hareketlendirmek için kullandıkları işaret fişekleridir. İrtica gibi, komünizm gibi tehlikeler karşısında çaresiz veya bizatihi bu tehlikelerin sebebi olan seçilmiş iktidarların, zinde güçler tarafından etkisizleştirilmesi, bu kavramların kullanımıyla oluşturulan muhalif ortam sayesinde mümkün olmaktadır.

Bugün ortaya atılan "eksen kayması" da benzer kavramlardan bir tanesidir. Türkiye'nin "one minute" ile başlayan Mavi Marmara olayı ile doruğa ulaşan, İsrail ve Türkiye arasındaki gerginlik, ayrıca İran'a yaptırımlar uygulanmasına ilişkin Güvenlik Konseyi kararına Türkiye'nin 'hayır' demesi, siyasal iktidarın dışarıda yalnız kaldığına ilişkin bir algı oluşturdu. Ve bu iki olay epey zamandan bu yana biraz sakin şekilde dillendirilen "eksen kayması" tartışmasının alevlendirilmesi sonucunu getirdi.

Kendilerini eksenin, sistemin muhafızları kabul edenlere, eksenimiz kayıyor, sistem sıkıntıya giriyor, neden hareketlenmiyoruz demek isteniyordu.

Bu tartışmaya paralel olarak terör olayları da, artış gösteriyor ve arka arkaya ölümler yaşanmaya başlanıyordu. Gerçi, terörün ilkbahar ve yaz döneminde yükseliş göstermesi beklenen bir durumdu. Ancak Kürt sorunu konusunda bugüne kadar olan siyasal iktidarlarla mukayese edilemeyecek derecede ileri adımlar atan bir iktidarın elini zayıflatacak şekilde terörün tırmandırılması doğrusu üzerinde düşünülmesi gereken bir durumdur.

PKK ve uzantıları resmi ideolojiden ve oradan kaynaklı politikalardan rahatsız olduğunu her ortamda beyan etmişlerdir. Cumhuriyet tarihi boyunca, resmi ideoloji ile arasında mesafe koyarak iktidar olmuş en büyük parti olan AKP ile sorunu ülke bütünlüğü içinde halletmek konusunda arasının daha iyi olması beklenirdi. Ancak durum hiç de öyle değil. Son anayasa değişikliğinde BDP'nin MHP-CHP çizgisinde tavır sergilemesi, resmi ideoloji ve onun politikalarından o kadar da şikâyetçi olmadığını gösteriyor. Veya PKK Demokratik Açılım sürecinde kendisinin muhatap alınmasını bekliyordu. Umduğunu bulamayınca sükût-u hayale uğradı. Açılım sürecinde oluşturulan politikaların Kürt halkına yararı olsa da, kendisine yararı olmayacağı kanaatine vararak açılımı torpillemeyi ve siyasi iktidarın zayıflatma yolunu, yani terörü yükseltmeyi seçti.

Sonuç itibariyle "eksen kayması" tartışması ve PKK'nın yükselttiği terör olayları aynı amaca hizmet etmektedir.

Siyasal İktidarın Zayıflatılması, Anayasa Referandumu ve Seçimden Yenik Çıkması

Bu konuda koordineli bir çalışma olduğuna ilişkin delillere sahip değiliz. Koordineli veya değil, olayların cereyan tarzı ülkeyi şiddet ortamına götürmeli ve bu ortamdan iktidar üretmek isteyenlerin amacına hizmet ediliyor. Bütün hata ve eksiklerine rağmen, Demokratik Açılımın sürdürülmesi, mümkün olduğunca, özgürlük ortamlarının genişletilmesi politikalarından vazgeçilmemelidir. Yeni bir şiddet ortamı, bugüne kadar Siyasal düzeyde kalan ve toplumsallaşmayan sorunun hızlı bir biçimde toplumsallaşmasına neden olur.

Türkiye'nin kendi bölgesinde oyun kurucu haline gelmeşini hedefleyen bir politika uygulamasının birtakım güçlere rahatsızlık vermesi kaçınılmaz bir durumdur. Ortadoğu dünya siyasetinin sıklet noktası olarak ifade edilebilecek bir bölgedir. Herkes bu bölgede yeni bir oyun kurucunun dahil olması, diğer birçok oyuncunun alanının kısıtlanması anlamına geliyor. Her oyuncu kendi alanını korumak için değişik politikalar sergileyebilir. Bölgeye müdahil olmaya çalışan ülkenin politikalarını engelleyerek, onu kendi içiyle uğraştıracak, içine kapatacak eylemler, politikalar, uygulamalar beklenmelidir.

Aktif ve barışçı politikalarla bölgede tanzim edici bir role oynayan Türkiye'nin, bu tür sıkıntılarla karşılaşması tabiidir. Ancak bu sıkıntılarla baş ederek bölgesel bir güç olma imkânına kavuşabilir. Bu konuda en büyük sorun, Türkiye'nin kendi içinde yaşadığı Kürt Sorunu'dur. Bu sorun, Türkiye'nin uygulayabileceği tüm olumlu atılımları manipüle etme potansiyeli taşımaktadır. Türkiye'nin politikasından rahatsız olan güçlerin, bu yarayı kaşıyarak ülkeyi içine kapatmak istemeleri onlar açısından anormal bir durum değildir.

Türkiye bir taraftan yaranın kaşınmasını engellerken, bir yandan da hızlı bir şekilde yarasını iyileştirmenin yollarını aramalıdır. Türkiye'nin bu sorunu halletmesi, her konuda olduğu gibi uluslar arası politikada elini güçlendirecektir.

Kaynak: Umran Dergisi Temmuz 2010