(Muhammed İkbal)
Merhaba Sevgili Dostlarım,
“Dost olmak” ama “dost kalamamak”…
Pek çok duygunun yavan yaşandığı günümüzde, arkadaşlık ve dostluk olgusunun önemini bir kez daha düşünelim istedim. Materyalist insan ilişkilerinin yıpratıcılığının yaşattığı iç dünyamızda, bir dost yüzü arıyoruz her zamankinden daha fazla. Bütün içten duygularınızla yaslanacağınız bir arkadaşa mutlaka ihtiyaç duyuyorsunuzdur, Eğer hayatınızda dara düştüğünüzde, moraliniz bozulduğunda, yanınızda böyle bir arkadaşınız varsa gerçekten dünyanın en şanslı insanlarından sayılırsınız.
Herkes gibi, etrafına huzur saçan, gözlerinin içi gülen insanlar istiyoruz yanı başımızda. Hani şu eskilerin tabiriyle ‘ömürlük dostlar’ arıyoruz ki ömrümüze ömür katsınlar! Onları yalnız bu dünyada değil, öte dünyada da istiyoruz ahretliğimiz olsunlar diye. Batı dünyası şimdilerde buna ‘yaşam koçluğu’ da demiş olsa, dostluk benim ülkemin kültüründe, toprağında, taşında, suyunda, kahvesinde, çayında, sofrasında, türküsünde işlenmiş bir motiftir.
Kutadgubilig’de çok güzel bir dost tarifi vardır. “Dostun dostumdur, dostumun dostu da dostumdur” diyen Kaşgarlı Mahmud, diğer taraftan “Ben dostlarımı ne kalbimle ne de aklımla severim /Olur ya kalp durur, akıl unutur. /Ben dostlarımı ruhumla severim. / O ne durur, ne unutur.” diyen Mevlana ve daha niceleri…
Michael De Montaigne’nin dostu Etienne de la Boetie için yaptığı tanımlamaya bakalım bir de:
“Ruhlarımız o kadar sıkı bir birliktelikle yürüdü, birbirini o kadar coşkun bir sevgiyle seyretti ve en gizli yanlarına kadar birbirine öyle açıldılar ki, ben onun ruhunu benimki kadar tanımakla kalmıyor, kendimden çok ona güvenecek hale geliyordum.”
Şimdilerde ruhuna tesir edebileceğimiz birilerini bulabilmek ne derece mümkün takdiri sizlere bırakıyorum.
Paylaşmanın tek taraflı adaletsizliğinde, dost bildiklerimize neden hep ısrarla veren biz olmuşuz? diye düşünmekten vakit bulabilirsek, paylaşmayanların paylaşılanlar olduğunu da görürüz en nihayetinde.
‘Sözü önce söyleyeyim özüme, yoksa kalpten kalbe gitmez kurbanım’ dizelerinde olduğu gibi, ben iyi bir dost muyum ki, iyi dostlar arıyor ve bunu hak ettiğimi düşünüyorum? Bir kul ile kadim dostluk kuramadan Allah dostu olma yolunda ne kadar da beklentiliyiz? İnsanoğludur bu; bir eline güneşi versen, diğer eline ay’ı ister. Sınırsız isteklerimiz olduğu gibi, keşke sınırsız tefekkür, takdir ve şükrümüz de olsaydı, dostlarımızın hatalarından değil, yaşamımıza kattıklarından konuşabilsek, onları yeterince takdir edebilseydik. Unutmayalım ki “Marifet, iltifata tâbidir”. Gün gelir o da olur beklentisi ile Mübarek üç aylarınızı kutluyor, yazımın sonunda sizleri ‘Hz. Musa'nın (a.s.) Elini Tutan Adam’ ile baş başa bırakıyorum değerli dostlarım:
…Bir gün Hz. Musa (a.s.) bir kâfirle din hakkında tartışmaya girmiş ve kimin haklı olduğunu anlamak için:
"Ateş yakıp ateşin üstünden geçelim. Kim yanmazsa o haklıdır" demişler.
Musa (a.s.) ve adam el ele tutuşup ateşin üstünden geçmişler fakat kâfir adam yanmamış. Musa (a.s.) Cenab-ı Hakk'a sormuş:
- Ya Rab! Beni yakmayışını anlarım da kâfiri niye yakmadın?
Cenab-ı Hakk'ın verdiği cevap ise çok manidar:
"Bilmez misin ya Musa; biz dostumuzun elinden tutanı yakmayız."
Allah (c.c.) , bizleri dost ellerinden ayrı koymasın inşallah derken, insana ulaşmadan, Allah’ı arayanlara da bâki selamlarımızı gönderiyoruz…
Facebook Yorum
Yorum Yazın