Son günlerde yaşanan şiddetli yağışlar sonucunda Rize ilimizde sel ve heyelanlar oluştu, can ve mal kayıpları yaşandı. Rize’de yaşanan bu sel afeti yanlış şehirleşmenin sonucudur. Felaket sonrası yapılan açıklamalar ise hâlâ sorunun özüne inmek yerine kısa vadeli çözümlere itibar ettiğimiz izlenimi vermektedir. Mimar ve Mühendisler olarak yetkilileri bilimin kurallarına uymaya, doğanın verdiği mesajı almaya davet ediyoruz. Çünkü yaşanan bu felaket doğaya meydan okuyan, mühendislik ve mimarlık biliminin en temel kurallarına sırtını dönen yanlış şehirleşme modelinin bir sonucudur. Yaşanan sel felaketleri derelerin kendi yatağını aradığını, dereye rağmen şehirleşmenin zor olduğu, olamayacağını ortaya koyuyor. Yıllardır Mimar ve Mühendisler olarak, dünyanın en seçkin bilim insanlarınca seslendirilen küresel ısınmanın en çok altyapı bakımından iptidâi diyeceğimiz mega şehirleri vuracağını, bunun için tedbir alınması gerektiğini vurguladık. Ama ne yazık ki yetkililer günü kurtaracak çözümlere itibar ettiler. Bilgiye, bilginin hikmetli çağrısına sırt dönüldü. Yaşanan felaket, yaşayacağımız felaketler için bir alarmdır, küresel ısınma bizi bir yandan sel ile diğer yandan susuzluk ile vuracak, buna karşı şimdiden tedbir almak durumundayız. Yaşanan doğal afetler doğaya meydan okuyan yapılaşmanın, aşırı nüfus birikimin artık sınıra dayandığının göstergesidir eğer önlem almazsak bundan çok daha acı felaketleri şehirlerimizde yaşayacağımız açıktır.
Rize ilimizde dere yataklarının üzeri sokak ve caddelere dönüştürülmüş, hatta bazı derelerin güzergâhı bina yapabilmek amacıyla değiştirilmiştir. Yatakların içine hiçbir izin alınmadan gelişigüzel konutların yanı sıra, okul ve sağlık ocakları bile inşa edilmiştir. Rize’mizde sel, heyelan, taşkın haritası (1/1000 ölçekli) olmadığı, dere yataklarındaki binaların kaçak olduğu, erken uyarı sisteminin henüz devreye girmediği bilinmektedir. Derelerin üzeri kapatılmış ve üzerlerine binalar yapılmıştır. Hatta öyle ki bina yapmak için derelerin akış yatakları bile değiştirilmiştir. Maalesef dere yataklarına yapılan binaların çoğu ruhsatsız yapılardır. Devlet buralarda yapıya izin verirken araziden dere geçtiğinden bile habersizdir. Dere içine tapulu ve ruhsatlı evler, tesisler yapıp sonra da neden bu felakete uğradık diye destan ve ağıtlar yakıyoruz.
İlimizde doğal yapıyı bozduğu için eleştirilen HES’lerin yapımında tünellerden çıkarılan hafriyatlar dere yataklarına boşaltılmıştır. Dere yataklarında, tek taraflı yapılan bu müdahalenin zararları şu an karşı sahilde oluşan aşınma ve heyelanlar ile çok net bir şekilde görülmektedir. Yüksek yağışla birlikte doğal dengesi bozulan bu alanlar, toprağın ciddi bir şekilde akmasına neden olmaktadır. Ağaçlar ve serbest haldeki kaya parçaları, menfez ve köprü altlarına yığılarak bu sonuçlar oluşmuştur. ‘Derelere dokunmayın, dere yataklarını tünel güzergâhları içinden çıkardığınız malzemelerle doldurarak daraltmayın’ denilirken örneğin İkizdere’de 40 metrelik bir dere yatağı, 7-8 metreye düşürülmüştür. Bunları hem DSİ, hem de valilik yetkilileri ile diğer birimlerin hassas bir şekilde kontrol etmesi gerekiyor. Dere yataklarında kontrolsüz yapılaşmaya dur denilmelidir. Çarpık HES projeleri derhal iptal edilmelidir. Kanyon tipli vadilerde HES projelerinin malzeme atıklarının çok büyük felaketlere yol açacağı kesindir.
Karadeniz sahil yolunun şehir merkezlerinden daha üst kotta yapılması nedeniyle derelerin akışına oluşturduğu bariyer etkisi ve yeterli kapasitede olmayan bakslar son Rize felaketini oluşturmuştur
Mimar ve Mühendisler Grubu olarak hükümetimizin şu politikalara titizlikle uymasını talep etmekteyiz.
* Acilen Şehircilik ve Çevre Bakanlığı ile Su ve Orman Bakanlığı ve diğer ilgili kamu kurumlarında yekti karmaşası giderilerek yetkiler tek bir yerde toplanmalıdır.Burada doğal afetleri önceden tahmin edecek bir erken uyarı birimi oluşturulmalıdır. Bakanlık yetkileri ile yerel yönetimlerin acil önlem planları oluşturup uygulamasını gözetmelidir. Kurallara uymayan yöneticilere ise yaptırım uygulanmalıdır.
* Tarım arazilerinin yerleşime açılması politikasına son verilmelidir.
* Dere ıslah yöntemlerimiz yanlıştır, dere ıslahı adı altında dereler betonlaştırılarak, doldurularak su taşkınlarına adeta çanak tutulmaktadır.
* Dereler yerleşime kapatılmalıdır. Ancak bu yapılırken buralara yerleşmiş olanların mağdur edilmemesi için hükümet ve belediye, ortak bir konut edindirme politikası uygulayarak, sel tehdidi altındaki bölgelerde yaşayan insanlarımızın sağlıklı ve çağdaş konutlara yerleşimini teşvik etmelidirler.
* Afet riski olan tüm şehirlerimiz artık mühendislik ve mimarlık biliminin gereklerine uygun bir şehir plancılığı yapılmalı ve doğaya meydan okuyan azman kentleşmeye son verilmelidir.
* Şehirlerde üst yapı, yani bina stoku oluşmadan önce alt yapıyla ilgili çalışmalar, şehrin anayasası niteliğindeki imar planlarına göre yapılıp daha sonra binaların, diğer yapı elemanlarının yapımına geçilmelidir. Bu şekilde planlı şehirleşme ve kaynak tasarrufu sağlanmış olur.
* Kriz yönetimi yerine risk yönetimine ağırlık verilmelidir.
* Akarsu yataklarını belirleme, düzeltme ve düzenleme, sel kontrol tesisleri, yağmur suyu drenaj sistemi, binaların taşınması, yükseltilmesi gibi yapısal ve mühendislik yaklaşımları yapılmalıdır. Ayrıca sel yatağındaki arazileri kamulaştırma, yerleşimlerin yer değiştirmesi, özel kullanım ve yapı izinleri, nehirlere ait sulak alanların geri verilmesi, halkın bilinçlendirilmesi, sel müdahale planlarının yapılması ve sel sigortası gibi yapısal olmayan yaklaşımlar da yürürlüğe konulmalıdır.
* Bunlar ‘Sel Master Planı’ gibi kapsamlı bir projeyle ve tüm disiplinleri kapsayacak şekilde Havza Planlaması yapılarak hayata geçirilmelidir. DOKAP çerçevesinde 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planı dahil bölgedeki tüm çalışmalar, havza planlamasını esas alacak şekilde acil olarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile diğer ilgili bakanlıklar ve müdürlükleri tarafından STK’ların görüşünüde alarak planlar revize edilmelidir. Bölgenin doğal kaynaklarını, suyu ve ekosistemini yok sayan anlayış terk edilmelidir. Ülke olarak taraf olduğumuz uluslar arası sözleşmelere uygun düzenlemeler, acilen yapılmalıdır. Allah’ın bir lütfu olan flora, fauna ve endemik türlerimiz, nehir yataklarımız yok olmadan mutlaka korunmalıdır.
Mutlak koruma alanlarında ve sit bölgelerindeki Fırtına, İkizdere, Maçael vb. vadiler, bu ülkenin zümrüt-ü ankasıdır. Bu ülkenin kaynaklarını verimli ve etkin bir biçimde kamu yararına kullanılmalı, HES düzenlemelerinde kaçan kantarın topuzu çevre ekosistemini esas almalıdır.
Bundan sonraki yüksel debili yağışlarda şehirlerimizin geleceğini ve risk faktörünü en alt düzeye çekecek çözüm odaklı prosesleri kamu kurumlarımız ve STK’ ları hep birlikte başarmalıyız.
Gandhi’nin güzel bir sözü var: “Dünya, herkesin ihtiyacına yetecek kadarını sağlar. Fakat herkesin hırsını karşılamaya yetecek olanı değil.”
Facebook Yorum
Yorum Yazın