Doğu ile Batının Arabulucusu: Rabindranath Tagore

"Ne güzel bir laf Tanrım. Düşünüyorum da, sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmek. Yumuşacık kalbimizin fark edilmesi, naif yönlerimizin keşfedilmesi, cesaretsizliğimizin anlaşılması, korkularımızın paylaşılması sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti.

Kabuklarımızın altında kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız. Ve ne kadar güçlü korunuyoruz, kalkanlarımızın ardında. Hissedilmeden, el değmeden, sevgimizi göstermeden.

İstiridyeler, deniz minareleri, midyeler. Kirpiler ve kaplumbağalar gibi. Sahi koruyor mu bizi bu çatlamamış sert kabuk? Kimse incitemiyor mu duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi? Yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize. Hissettiklerimizi gölgeliyor, yansıtmıyor mu gerçek kimliğimizi? Duygularımızı bastırıyor, el ele tutuşmamızı engelliyor mu?

Eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve bir yıldız kadar parlak. Ne çıkar ateşböceği sansalar beni. Belki en hoyrat yürek bile ateşböceğinin o uçucu, masum, sevimli çocuksuluğuna el kaldırmaya kıyamaz? Güçlü kapıların arkasına kilitlemesem kendimi, korkaklığımı, sevgi isteğimi en insani yönlerimi kayıtsızca sunabilsem bu sert kabuğun ağırlığından kurtulup bir kuş gibi uçacağım özgürce. Anlaşılacağım ve bir ayna gibi yansıyacağım karşımdakine. O da çözülecek belki.

Samimi ve güvenliksiz, silahsız biriyle göz göze gelince. Oysa bir görebilsek bunu. Kalmadı böyle insanlar demesek. Güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak. Kırılmaktan korkmasak. İncinsek, yaralansak. Ne olur bir darbe daha alsak. Yeniden açsak kendimizi, atabilsek o kabuğu. Denesek. Risk alsak. Yanılsak. Fark etmez. Tekrar, tekrar bıkmadan denesek. Ve kucaklaşsak yeniden. Tıpkı eskisi gibi. Ne olduğunu anlayamadığımız o onbeş yıldan öncesi gibi. O zaman fark edeceğiz. Ne kadar özlediğimizi birbirimizi. Neler biriktirdiğimizi, kaybolan değerlerimizi ne kadar özlediğimizi.

Beraber geldik beraber gidiyoruz oysa. Vakit az, paylaşmak, sarılmak için. Yaşadığımız coğrafya zor, şartları ağır. Yüreği daha fazla küstürmemek lazım. Sırtımızda ağır küfeler, her gün katlanan. Ve koşullar bir türlü düzelmeyen. Sevgiye çok ihtiyacımız var. Ufukta kara bir kış görünüyor. Ancak birbirimize sokulursak atlatırız o günleri. Kırın o sert, o ağır kabuklarınızı. Kurtulun bu yükten. Korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize. Yalnızlığa mahkûm ediyor bizleri. Hem hepimiz bir yıldızız. Ne çıkar ateşböceği sansalar bizi." Rabindranath Tagore

Geleneksel Hint kültürüyle Batı'nın modernizmini birleştiren ve bu nedenle 'doğu ile batının arabulucusu' lakabını alan Rabindranath Tagore, 7 Mayıs 1861'de Hindistan'ın doğu eyaletlerinden olan Kalküta'da doğdu. Babası Maharishi Debendranath Tagore, Hinduizm reformcusu bir çiftçiydi. Rabindranath, özel öğretmenlerden ders alarak orta öğrenimini yaptıktan sonra 17 yaşında Londra'ya gönderildi. Londra'da hukuk okudu. Burada edebiyat kültürünü geliştirdi. William Wordsworth'ün doğaya yapıtlarında geniş yer vermesinden olacak ki, Rabindranath'ın en çok etkilendiği şairlerden biriydi.
 
1883'de Mrinali Devi Raichaudhuri ile evlenen Rabindranath Tagore, bu evlilikten üçü kız olmak üzere beş çocuğa sahip oldu. Bununla beraber yazarlığa daha çok zaman ayırmayı tercih etti.

1880'li yılların ortasından sonra yazdığı çok sayıda şiir kitabı, öykü ve dramlarını, birkaç gazetede yayımlayan Tagore, tüm yapıtlarını Bengal diliyle kaleme almış ve bir bölümünü kendisi İngilizce’ye çevirmiştir.

1901 yılında sahip oldukları Huzurun Evi (Santiniketan) adlı çiftlik eviyle aynı adı taşıyan özel okulu, 50 yıl sonra uluslararası devlet üniversitesi olarak kabul edilmiştir. Huzurun Evi, Tagore’un yönetimi altında Doğu ve Batı kültürleri arasında bir köprü görevi üstlenmiştir. İngilizlerin denetimi altındaki kolonilerdeki eğitim sistemini şiddetle eleştiren Tagore, son derece hümanist duygularla Hint halkının bağımsız bir bilince kavuşmasına yardımcı olmak istiyordu.

İlahiler adlı şiirleriyle 1913 Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer bulundu. Bu manzum başyapıtında Tagore, Adak ve Karşıya Geçiş adlı dinsel ve ahlaksal temalar barındıran şiir kitaplarında yaptığı gibi, halkını Hindu değerlerini politikaya sokmaya ve vurgulamaya çağırdı. Bu yapıt Tagore tarafından seslendirilmiş, şarkı biçimine dönüşen çoğunlukla melankolik 115 şiiri kapsamaktadır. Şiirlerinde çoğunlukla Tanrı özlemi, sevgi, aşk ve doğa tasvirlerini tema edinen yazarın eserlerinde sembolizmin etkisi görünmekte ve bu eserler mistik bir bütünlük gözlenmektedir. Sözü edilen temalar ve sembolizmin etkisiyle yazdığı Postane adlı dramında ve Şarkılar ile Şarkılar Dizisi adlı lirik derlemelerinde rastlanmaktadır. Lirik ve felsefi yapıtı 28 cildi kapsayan Bengal edebiyatının yenileyicisi Tagore, bu eserlerinden dolayı 1915'li yıllardan sonra yurdunda büyük saygı uyandırmıştır.

İzleyen yıllarda başta Amerika ve Avrupa’nın çeşitli ülkeleri olmak üzere, nasyonalizm ve Batı kültürüyle Asya kültürünün kaynaşmasına yönelik konferanslar vererek hedeflerini anlatan Tagore, 1915'de İngiltere Kralı tarafından ‘Sir’ asalet unvanına değer bulundu. Ancak Sir Tagore, Amritsar Katliamı adıyla tarihe geçen olayı protesto etmek amacıyla bu unvanı dört yıl sonra iade etti. Bundan sonraki romanlarında ana temalarının yanı sıra bütün ırk ve sınıfların dayanışmasına yönelik görüşlerini dile getirirken, yapıtlarında bir taraftan insanın saygınlığını, diğer taraftan ise toplumun giderek teknikleşmesini ve totalitarizmi işledi. İnsana düşman olan bu tür gelişmelere karşı açılan savaşlardan hemen hepsini hümanizm kazanıyordu.

Sanatın hemen her dalıyla ilgili olan Rabindranath Tagore, 30'lı yıllardan itibaren daha çok resim sanatına yoğunlaştı. Bu yıllarda aynı zamanda bestelerinin bir kısmı da kendisine ait olan şiir ve şarkı derlemelerini çıkardı. 1940 yılına kadar yaptığı, çoğu fantastik masal yaratıklarını içeren yaklaşık 2 bin tablosu tıpkı olgunluk dönemi edebi eserlerinde olduğu ekspresyonizme dönmesinin kanıtı sayıldı. Son romanı Dört Bölüm’de bir kez daha aşk konusuna yönelen yazar, giderek yükselen faşizm tehlike oluşturmaya başlamasının ve İkinci Dünya Savaşı’nın çıkma ihtimalinin oluşmasıyla birlikte bir kez daha politik çalışmalara hız verdi. 1941'de yazdığı Uygarlık Buhranı adlı denemesinde belirttiği gibi, Nazi Almanyası’na şiddetle karşı çıktı.

‘Bütün insanların ruhlarının tek hakimi sensin’ adlı şarkısı 1950 yılında Hindistan’ın ulusal marşı haline getirilen Rabindranath Tagore, 7 Ağustos 1941'de, 80 yıl önce doğduğu kent olan Kalküta’da yaşamını yitirdi.