DİNO

Hiç aklımdan çıkmaz; tamı tamına 67 milyon yıl önce bugündü… Yine böyle hava güzel, güneş yüzünü göstermeye başlayıp iliklerime kadar ısıtacak kadar sıcaktı. Tabii o zamanlar Milas’ın bulunduğu vadi sular altında, garip garip yaratıklar yüzüyor denizde. Havada koca kuyruklu, koca gagalı dinozorlar… Allah’tan Ölüdeniz-Babadağ’da yamaç paraşütü yapan yok, kelebek gibi yutardı o koca gagasıyla.

Neyse, canım sıkıldı, dedim dağlara tepelere atayım kendimi, kekik falan yeni yeni çiçek açar, hatuna toplayayım bir demet de gönlü olsun. Şimdiki nesil, sera gülleri veriyor eşlerine. İki kokla, burnunu dayasan da çiçeğe kokusu yok…. Koy kavanoza solsun gitsin. Hiç olmazsa kekiği atardı benim hatun dinozor yumurtasına, katardı zeytinin içine, mis gibi ye. Bereket buraların dağı taşı bol, pkk eşkiyası gibi kayaların arasından gizlene gizlene çıkıyorum Yumrutaş’ın oralara doğru. Havada koca gagalılar “vırak vırak” nara atarak uçarken, sıkıysa lay lay lom yürü… Kaptı mı ense kökünden, artık soluğu midesinde alırsın.

Uzatmayalım kekik çiçeklerinden iyice açanlardan topluyor, bir yandan da daha açmamışların yerini kafama kazıyarak yürürken bir homurtu duydum daha yukarıdaki kayanın arkasında. Kekik demetini çalının altına bırakıp, kalın bir odun ile taş geçirdim elime. Bir yandan havadakileri kesiyorum bir yandan da o kayanın arkasından gelen sese doğru gizlenerek pars gibi parmaklarımın uçunda yürüyorum.

Kayanın arkasında yavru bir Triceratops. Daha iki boynuzu çıkmış, üçüncüsünün kabartısı var daha… Belli ki geçen yaz yavrularından. Yavru mavru ama benim 5 katım kadar var. Kuru bir ceviz ağacının dibine oturmuş, kafasını yaslamış cevize ağlıyor… Elimdeki odunla taşı usulca bıraktım yere, yanına gittim ister istemez. İçim parçalanmıştı. Otcul bir dinazor olmasına karşılık, yetişkinleri 20 ton falan gelirdi. Arkadaşlardan çok avlayanlar vardı ama ben kıyamazdım. Allah veriyor burada, her yan sebze meyve dolu. Arada keklik veya tavşan avlar, hatunla yerdik falan ama hiç dinozorlara kıyamazdım.

Neyse, beni fark etti minik dev Triceratops, kafasını kaldırıp baktı ama tekrar yasladı kafasını cevize… Dedim, hasta mı ne? Uzaktan süzerek kolunu bacağını vardım yanı başına. Açıkta hiçbir yara görülmüyor, sapa sağlam.

Öyle anlatılanlara inanmayın, dinozorlar bile yemek ya da tehlikeden kurtulmanın dışında hiçbir canlıya zarar vermez. Üstelik çok hassas hayvanlardır. Sonrasını bilirim, yani yeryüzünden silinişlerini. Neymiş, 10 km çapında bir meteor düşmüş de taaaa Meksika’nın Yucatan yarımadasına da, toz bulutu yükselmiş de, ondan dolayı dinazorlar dahil %70 canlı türü yok olmuş falan… Tamam, çarpmış olabilir. Hatta ben o sıra zeytinin tepesine çıkmıştım, en yukarıdaki zeytini kafama takıp, bir ara bir sallandım, kıç üstü yerde aldım soluğu. İyi sallanmıştık, günler sonra dev dalgalar geldi kıyıya. Bereket versin deniz çekilince çok güzel karidesler, ıstakozlar, devasa balıklar buldum kıyıya yakın yerlerde. Ama bizim dinolar hala cirit atıyordu Milas’ın dağlarında ve havada. O olaydan yıllar sonra birden yok oldular. Hatta avlanmak için karşı adalardan gelen balıkçılara sordum, denizde de görünmez olmuşlar. Ta ki aylar sonra İstanbul tarafına gittim, kuzeyden Mamut dişleri geliyor, onlardan almaya. Orada öğrendim ki kendini bilmez bir dinozor, minik bir kurbağayı yutmuş. Bunu duyan bütün dinazorlar kahrından ölmüşler.

Dedim ya, çok hassas hayvanlardı. Sen ne istersin minicik bir kurbağadan, aç olup yesen, dişinin kavuğuna gitmez… Nasıl olduysa işte, hap gibi yutmuş… Tabii annesi, babası, kardeşleri falan vırak vırak gece gündüz, sonunda olay duyulmuş ve bunu duyan dinozorlar kendilerine yediremeyip yemeden içmeden kesilmişler ve ölmeye başlamışlar…

O gün bugün bütün kurbağalar hala vıraklar. Hayvanlar aleminde yok öyle zevkine bir can almak. Sonrası böyle olur, kahırlarından ölürler işte… Ya aç olacaksın, ya da karşındaki aç olup seni yemek isteyecek sana saldıracak ki, sen onu öldüresin. Haa, sana saldıranı da öldürebilirsen yiyeceksin. Miden kaldırmazsa ya da gözün yemiyorsa, kaçacaksın. İşin reconu buydu o zamanlar.

Neyse, konumuza dönelim. Ceviz ağacının diğer yanına gelip iyice yaklaştığımda bir uğultu duymaya başladım. Ama kafamda uğulduyordu bir sesler. Çöke kaldım ağacın diğer yanına ben de. Bir-iki soluklandıktan sonra, kafamdaki sesler daha netleşti. Ceviz ağacından geliyordu uğultular. Kafamı yukarı kaldırıp dallarına baktım, hiç yaprağı yoktu. Yaprağı bırak, tomurcukları bile pörtlememişti. Oysa çevrede bütün ağaçlar yemyeşildi. Birkaç ağacın dalında çiçekler bile çıkmıştı. Kafamda uğuldayan sesler daha da netleşmişti.

Yıllar önce beni buraya getiren o karga sayesinde tutuldum ona. Her gün sabah gelip, akşamları gidiyordu. O geldi mi, yüreğim ısınır, yapraklarım coşardı. Hiç bir zaman ona kavuşamayacağımı bilsem de, onun varlığını hissetmek bana hayat katardı. Ama aylardan beri yok. Yeni yeni yüzünü göstermeye başladı ama benim dayanacak gücüm kalmadı.

Allah Allah… Birden irkildim, nerden geliyor bu ses?

-Kimsin sen, kimden bahsediyorsun, diye haykırdım birden korkuyla. Diğer yandaki yavru dinozor, kafasını kaldırarak

-Şşşş, sessiz ol! Canlılara saygınız yok, ölüye bari saygınız olsun, diye azarladı beni…

-Ne ölüsü, ne saygısı? Korkmuştum.

-Yaşlı ceviz ağacı… Ölüyor, görmüyor musun? Sus da dinle! Dedi dinozor, kaldım öylece…

-Oysa, yıllar boyu ne çok kuş besledim, ne çok sincap yuva yaptı gövdeme. Kaç nesil oldular, karınlarını doyurdular meyvelerimle. Onun sayesinde yapraklarımla zehir soludum, hayat verdim. Köklerimden aldıklarımla meyveler yaptım. Bir zamanlar hayat akıyordu damarlarımdan, can akıyordu. Şimdi ise kuru bir odun parçasına döndüm. Yeniden görmeye başladım senin o sıcak yüzünü ama geç kaldın… Bütün kuşlar terk etti beni. Sana hiçbir zaman ulaşamasam da, seni çok sevdim. Elveda artık.

Aman yarabbim, ceviz ağacı ölüyordu. Güneşe aşık olmuş, onun sayesinde büyümüş, yaşamıştı bunca zaman. Ama bu kışı atlatacak gücü kalmamıştı. Belki de bu kış uzun sürdüğü için uzun süren ayrılığa üzülmüş, onu terk ettiğini sanmıştı… Her gün sevdiğinin geleceğini beklemek ne demek. Hergün alışmışken gelmesine, sonra aylarca ayrılık…

İç geçirerek kalktı yerinden yavru Triceratops. Dalgın dalgın tepeye doğru yürürken dönüp baktı son kez ceviz ağacına,

- Iıııhh ıhh… Zavallı ceviz ağacı… Büyüyünce benim de böylesine sevenim olacak mı acaba? Ama beni bu kadar seven birini ben hiç terk etmem ki…