“Aşk ve Öksürük Saklanamaz” Herbert
Birinci derece arkadaşımdı. Ben dahil, herkes onu Beşiktaş’tan farklı bir takımın taraftarı biliyordu. 2 sene önce bir sohbetimiz olmuş, Beşiktaş’a sempatisinin artık aşka dönüştüğünü ifade etmişti. Helsinki maçından önceki akşam iftarda beraberdik. Bana “Çocukken bana –sadece katırlar ve yol tabelaları fikrini değiştirmez.- derlerdi.” şeklinde Bernard’ın meşhur bir sözü var dedi ve ekledi. “Kim ne derse desin ben artık Beşiktaşlı’yım ve öyle kalacağım...” Babasını da tanıyordum, onun en büyük mutluluğuysa; oğluyla taraftarı olduğu takımın maçlarına gitmekti. Ama özellikle Guti’nin transferinden sonra arkadaşım, hissettiklerini bana okuduğu Tolstoy’un kitabından alıntıyla tanımladı...Kendini o andan sonra Beşiktaşlı olarak bildi.” Uzun zamandır ağrıyan dişini çektiren bir insanın o anda hissedeceklerini hissediyordu. Kocaman, başından bile büyük birşeyin çenesinden korkunç bir ağrıyla koparılıp alındığını hisseder hasta. Sonra mutluluğuna inanamayarak, onun dünyasında bunca zamandır zehir eden, bütün dikkatini toplayan şeyin artık var olmadığını eskisi gibi gene yaşayabileceğini hisseder.” şeklindeki alıntıyı duygularının aynası olarak betimledi. Artık Beşiktaşlı olmakla yaşamını zehir eden Beşiktaş’ın yokluğuda yok olmuştu. Bir taraftan babasını düşünürken hissettiğim hüzün, diğer taraftan sevdiğim bir insanın geleceğinin, aydınlığa ve ışığa yönelmesiyle duyduğum mutluluk beni nötr hale getirmişti. Ama üstüme büyük bir yük yüklemişti. Babası oğluyla Mecidiyeköy’e maça gitmek isterken, oğlunun aklı hep İnönü’de olacaktı.
Onu ikna etmeye çalıştım. Babanın hatırına saygısızlık olur dedim ama dinlemedi. Kendisini savundu. Gascigne’nin “Kabul edilen yanlışlık, kazanılmış zaferdir” sözünden hareketle benim yerim Beşiktaş’tır bunu babamada açacağım dedi ve son sözü “Mutluluğun tek yolu, irademizin dışında olan şeylere üzülmemeliyiz” oldu. Bir taraftan acı duyduğunu hissettim. Diğer yandan Kartal’ı sevme isteğinin acıya tepki oluşturduğunu ve acıyı yok ettiğini bariz anladım.
Yapabileceğim birşey yoktu. Yeni nesil, tuzağa konulan yem taneleri gibi kulüplerinin yaptığı aldatmaca transferleri artık yutmuyor, yaptıkları yanlışları artık benimsemiyor, tepkisini yeryüzünün en görkemli, en yüce ve en büyük kulübüne duyduğu aşkı açığa çıkararak gösteriyordu. Kızgınlıkları, geride bıraktıklarını hiç düşünmemeye neden oluyordu. Bıraktıkları kulüplerin düştüğü durum, bir zamanlar Atina’nın meşhur kanun koyucusu Solon’u hatırlatıyordu bana. Solon günün birinde bir yakını ölünce ağlamaya başlamış. Dostlarından biri “Döktüğünüz bu gözyaşının hiçbir faydası yok.” deyince, Solon ”Bende işte onun için ağlıyorum.” diye cevap vermiş. Bu aşamadan sonra, bu taraftarları ikna edip kazanabilmek adına, bu sorunlu kulüplerin yapabileceği birşey kalmamıştır. M.Ö. 3. asırda yaşamış Yunan filozofu Menedem’in cevabı geliyor aklıma bir anda. Sohbet esnasında birisi Menedem’e “İnsanın istediğini elde etmesi büyük bir saadet.” demiş. O da bu söze şöyle karşılık vermiş. “ İnsanın elindekilerle yetinmesi daha büyük bir saadettir.” Artık bu kulüplerin hiç olmasa elinde kalan güçleriyle yetinip, dahada potansiyellerini küçültmeden hareket etmeleri gerekir ve bu kulüplerimiz Franklin’in dediği “ Küçük balıklar kıyıya yakın durmalıdır.” ilkesinden hareketle, Beşiktaş’la rekabet etmek yerine, daha tutarlı, kabul edilebilir ve mantıklı bir biçimde birtakım Anadolu kulüpleriyle rekabeti ön plana çıkarmalıdırlar.
Cenap Şehabettin “Herkes parlamak ister; ama tutuşma tehlikesi olmasa...” der. Beşiktaş’ın dünyanın büyük kulüpleriyle oluşturduğu ortak kimyaya paralel, ülkemizden yeni oluşumların, atılımların olması şahsım adına beni gururlandırır. Ama böyle bir macera facia getirir. Parlayalım, Beşiktaşın oluşturduğu kültürü ve maneviyatı bizde oluşturalım derken evdeki bulgurdanda olabiliriz. Onun için herkesin haddini bilmesi, boyunun ölçüsünde işe kalkışması kendi menfaatinedir. Bu bir kapasite meselesidir. Beşiktaş’ın farkı sahibinin halk olmasıdır. Halkın bağrından çıkan bir hareket olmasıdır. Bu arada bir Macar atasözünüde unutmamak gerekir... “El yumruğu yemeyen, kendi yumruğunu değirmen taşı zannedermiş.”
O arkadaşımın yaşadığı dönüşüm, aslında suyun yatağında akışından başka birşey değil. Herbert “Aşk ve öksürük saklanamaz.” der. Arkadaşımın aşkı saklayamaması doğaldı. Ölçüsüz bir sevgiyle Kartal’a bağlanması, belki en çok sevdiği varlıklardan birini, babasını yaralayacaktı, ama daha radikal bir çözüm sunmuştu bana arkadaşım iftar akşamında. ”Burda fedakarlık babama düşüyor. Onu ben Beşiktaş’a davet edeceğim. Babamda aydınlıkla, ışıkla, sevgiyle, barışla, başarıyla, coşkuyla, hazla, mutlulukla tanışacak İnönü’de...” diyerek talebini netleştirmişti. ”Babamda Beşiktaşlı duruşunun gururunu taşıyacak, onuruyla şereflenecekti. Dünyada taraftar ruhu ve kulüp kültürü adına 3 büyükle, Barcelona ve Manchester’la beraber Beşiktaş’la ismi anılacaktı onunda. Bunun ötesi var mı?”diyerek radikal talebini sakınmadan söylemişti bana. Yazımın başlığını oluşturan 3 kelimeyi düşünerek bakakalmıştım o anda. Gerçektende “Derdim Dünyadan Büyüktü!”
Ne yapabilirdim aralarını bulmak adına? Kime ne söyleyebilirdim? Bir Beşiktaşlı olarak her günü ayrı bir mutluluk pınarı olan yaşantımda, bu açmazı nasıl aşacaktım? Tolstoy’un dediğini düşündüm. Hani “Seven insan, sevgisinin yalnız sefasını sürmemeli, cefasına da katlanmasını bilmelidir.” diye söylemişti büyük üstad. Belkide bu cefayada katlanmalıyım ve orta yolu bulmada en çok işi ben yapmalıyım diye düşündüm. Ama bu tatlı kavganın sonu kesinlikle büyük bir coşku ve mutluluk getirecekti.
Yeni nesil artık Avrupa’da kapı çalıp dünyaya mal olmuş futbolcuları anında transfer edebilecek kulüp ve yöneticileri istiyor. Yıllar önceden randevu almaya çalışıp ona rağmen kapılardan geri dönen kulüplerimizin ve yöneticilerinin devri kapanmıştır. Bu kulüplerin tarihteki yerlerini alma zamanı gelmiştir. Taraftar o kategoriye girip aşağılanmak istemiyor. Henry’nin dediği “Keklik nohuttan hoşlansada, kendisiyle beraber tencereye atılan nohuttan değil.” İfadesi yeni neslin taleplerinin ifadesidir.
Arkadaşımın Beşiktaşlı olma mücadelesi sürecek gibi görünsede, sonuçta kendi davasından başarılı bir sonuç elde edeceğinden eminim. Necip Fazıl’dan kendi durumuyla benzerlik taşıdığını hissettiği bir şiiri kendisine hediye ediyorum:
Yeryüzünde yalnız benim serseri,
Yeryüzünde yalnız ben derbederim.
Herkesin dünyada varsa bir yeri,
Ben de bütün dünya benimdir derim.
Yıllarca gezdirdim hoyrat başımı,
Aradım bir ömür arkadaşımı,
Ölsem dikecek yok mezar taşımı;
Halime ben bile hayret ederim.
Gönlüm ne dertlidir, ne de bahtiyar;
Ne kendisine yar ne kimseye yar,
Bir rüya uğrunda ben diyar diyar,
Gölgemin peşinden yürür giderim...
Facebook Yorum
Yorum Yazın