Rahmetli Turgut Özal, Sovyetler BirliÄŸi yıkıldıktan sonraki zamanları Türkiye’nin tarihi bir sıçrama yapması için uygun bir zaman olarak deÄŸerlendiriyordu. Bu baÄŸlamda, “milletler için yüzyılda bir hacet kapılarının açıldığını ve bizim için de Sovyetlerin yıkılmasıyla beraber bu kapıların açıldığını ve Türkiye’nin bunu ıskalamaması gerektiÄŸini” ifade ediyordu. Sovyetler BirliÄŸinin 90’lı yılların sonunda dağılmasından sonra, Türkiye’nin tarihi coÄŸrafyalarıyla buluÅŸmasının önündeki engellerin kalktığını düÅŸünüyordu. Bunu da “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar” sözleriyle formüle eden Özal bu coÄŸrafyada bulunan devletler ve halklar arasındaki iliÅŸkiyi geliÅŸtirmek için sıkı bir çaba harcadı. Nitekim ölümünden birkaç gün önce de yoÄŸun geçen bir Orta Asya gezisinden dönmüÅŸtü.
Özal’ın vefatından sonra bu çabalar retorik düzeyinde dillendirildiyse de gerçekleÅŸmesi için sahici bir gayret gösterilmedi. Türkiye yaklaşık bir kıymetli on seneyi, açılan hacet kapılarının sunduÄŸu imkânları göz ardı ederek, iç düÅŸman icat edip halkının bir büyük kısmıyla adeta savaÅŸ içinde geçirdi. Yine Özal Türkiye’nin ayağına pranga olan Kürt sorununu çözmek içinde yoÄŸun çabalar gösterdi. KiÅŸisel riskler aldı. Çünkü bu sorun halledilmediÄŸi sürece Türkiye’nin gerekli atılımları yapamayacağını biliyordu. Özal bütün çabalarına raÄŸmen meselenin çözümü konusunda yeterli adımları atamadı. Çünkü siyaseti ve bütün siyasi iklimi kuÅŸatan vesayet iktidarı kendi isteÄŸi ve arzusu dışında hareket eden kiÅŸileri ve iktidarları velev ki halk tarafından seçilmiÅŸ olsalar da güçsüz ve yalnız ÇÖZÜM SÜRECÄ°, SÄ°YASET VE HAM HAYALLER bırakabiliyordu. Nitekim Özal da güçsüz, yalnız ve çaresiz bırakılmış, Çankaya, cumhurbaÅŸkanlığı makamı onun için adeta bir hapishaneye çevrilmiÅŸti. Nitekim vesayet iktidarının askeri gibi davranan dönemin siyasi iktidarı ve Özal’ın kurduÄŸu Anavatan Partisi de bu yalnızlaÅŸtırma operasyonunun aparatları ÅŸeklinde davrandılar. Ä°ÅŸte Özal bu yalnızlık ortamında hayatını kaybetti. Bürokratik elitin yalnızlığa mahkûm ettiÄŸi Özal’ı halk o güne kadar görülmemiÅŸ kalabalıkta bir merasimle “dindar, demokrat, halkçı” cumhurbaÅŸkanı diyerek darı bekaya uÄŸurladı. Bu kısa tarihi hatırlatmayı yapmak lüzumu hissettik çünkü günümüzün olaylarını deÄŸerlendirirken çok yakın tarihte olanların bilinmesi bizim için ufuk açıcı olabilir.
Çözüm Sürecine Ä°liÅŸkin
Buraya tekrar dönmek kaydıyla ÅŸu anda çözüm süreci baÄŸlamında neler olduÄŸuna ana hatlarıyla bir bakmamız lazım. Öncelikle ÅŸunun belirtilmesi gerekir: Kürt sorunu hangi açıdan bakılırsa bakılsın Türkiye’nin en hayati sorunudur. Siyasi, sosyal, ekonomik ve güvenlik iklimini etkileme potansiyeli olan bir sorundur. “Çözüm süreci” ise, bu sorunun halledilmesi için baÅŸlatılmış bir süreçtir. Yaklaşık iki yıldan bu yana bazı arızalar olsa da silahların sustuÄŸu, Türkiye halklarının karşılıklı olarak birbirlerine cenazeler göndermediÄŸi bir barış havası yaşıyoruz. Bu bile baÅŸlı başına bir kazanımdır, baÅŸarıdır. Kaldı ki baÅŸarı bundan ibaret deÄŸil, görüÅŸmeler hâlâ devam ediyor. Büyük ölçüde vesayetten kurtulmuÅŸ siyasi irade ve Recep Tayyip ErdoÄŸan’ın lider kiÅŸiliÄŸi bugüne kadar yapılamayanı baÅŸarmış ve Türkiye halkını çok büyük bir oranda barışa ikna etmiÅŸtir. Kürt halkının büyük çoÄŸunluÄŸu barışın ve çözümün kıymetini anlamıştır. Kürt siyasal hareketi de lider baÄŸlamında halkın bu eÄŸilimine uymasına raÄŸmen, silahlı örgütün ve onun siyasal uzantısının aynı kararlılıkta olduÄŸunu söylemek güç. Bu elbette sorunlu ve ikircikli bir durum meydana getiriyor. Tabii ki, Osmanlı Devletinin parçalanmasıyla yakından iliÅŸkili olan ve takriben yüz yıllık “kirli” bir tarihi olan bir sorunun tereyağından kıl çeker gibi halledilmesini beklemek en hafif tabirle safdillik olur. Dünyanın çeÅŸitli bölgelerinde, bu tür sorunların hallinde yaÅŸanan durumlar çözüm sürecinde de yaÅŸanıyor. Süreç bazen hızlanıyor bazen duracak kadar yavaÅŸlıyor. IRA ile görüÅŸmeleri yöneten bir katılımcının söylediÄŸi gibi, önemli olan pedala basmak ve bisikleti devirmemektir. Burada da pedala basmaya devam ediliyor. Bu, sürecin hayatiyetini gösteren bir durumdur.
2015 Nevruz’unda Öcalan’ın Mektubu
2013 yılında gönderdiÄŸi mektupla silahsızlanma çaÄŸrısı yapan Öcalan bu Nevruz’da da çaÄŸrısını daha etkili bir ÅŸekilde yineledi. Hem silahlı mücadeleyi sonlandıracak hem de bundan sonra yapılacak siyasal mücadele dönemine iliÅŸkin strateji ve taktikleri belirleyecek bir kongrenin geciktirilmeksizin toplanması gereÄŸinden bahsetti: “PKK’ nin T.C.’ ye karşı yaklaşık 40 yıl sürdürdüÄŸü silahlı mücadeleyi sonlandırmak ve yeni dönemin ruhuna uygun siyasal, toplumsal strateji ve taktikleri belirlemek için bir kongre yapılmasını gerekli ve tarihi görmekteyim” Her iki taraftaki barış karşıtlarının kullandığı, statükonun devamını saÄŸlamaya dönük bazı argümanlar var. Bu Türkiye baÄŸlamında bölünme, Kürt siyasi hareketi baÄŸlamında ise aldatılma korkusudur. Başından itibaren bağımsız devlet iddiasıyla militan/ “gerilla” toplayan örgütün liderinin bu iddiadan vazgeçmesi elbette militanların bir kısmında derin bir hayal kırıklığı yaratacaktır. Öcalan mesajında bu hayal kırıklığını tamire yönelik ibareler kullanmaktadır. “Kırk yıllık hareketimizin acılarla dolu geçen bu mücadelesi boÅŸa gitmediÄŸi gibi, aynen sürdürülemez bir aÅŸamaya da varmış bulunmaktadır” diyerek silahların bırakılması kararının da gerekçesini sunmuÅŸ olmaktadır. Öcalan mektubun diÄŸer kısımlarında, “90 yıllık Cumhuriyet tarihinin çatışmalarla dolu geçmiÅŸini aşıp gerçek barış ve evrensel demokrasi kriterleriyle örülmüÅŸ bir geleceÄŸe doÄŸru yürüyoruz” diyerek, Türkiye halklarının bir bütün olarak barışa doÄŸru yürüdüÄŸüne vurgu yapıyor. Ayrıca ÅžahFırat operasyonu ile ÅŸimdi PYD’nin denetiminde olan Kuzey Suriye’deki EÅŸme köyüne getirilen Süleyman Åžah’ın mezarına vurgu yaparak, bir ortak sembol, bir ruh inÅŸa etmeye çalışmaktadır: “Bu temelde geliÅŸen EÅŸme ruhunu halklarımız arasındaki yeni tarihin sembolü olarak selamlıyorum.” HDP ve Kandil RojavaKobani üzerinden etnik Kürt ırkçılığını ve Kürt militarizmini tetiklemeye çalışırken, Öcalan’ın ‘EÅŸme ruhu’na vurgu yapmasının olumlu karşılanması gerektiÄŸini düÅŸünüyorum. Genel Kurmay’ın buna iliÅŸkin yaptığı ve böyle bir ruhun olmadığını ima eden açıklamasını ve bu açıklamanın siyasiler tarafından deÄŸil de asker tarafından yapılmasını anlamlandırmak ta çok güç! Yine Öcalan’ın mektubunda bölgenin geleceÄŸine ve ulus devletlerin yeni bir baÄŸlamda deÄŸerlendirilmesine iliÅŸkin söyledikleri, keskin bir siyasi ufkun varlığına iÅŸaret etmektedir. Emperyalist kapitalizmin neo-liberal politikalarının bölgeyi kimlik savaÅŸlarının içine gömdüÄŸünü ileri sürerken, ulusçuluÄŸun kimliklerin içe kapanmasına neden olduÄŸunu, ulus devletlerin temelinde yıkıcı milliyetçiliÄŸin yattığını söylüyor. Bu düÅŸüncelerin yanlış olduÄŸunu söylemek zor, ancak samimiyeti eylemlerle/ pratiklerle test edilecektir. Dolayısıyla her ihtimale hazır olmak kaydıyla, bu düÅŸüncelerin samimiyetsizliÄŸi çekincesi üzerinden politika yürütmemek ve karşılıklı güveni elden bırakmamak gerektiÄŸi kanaatindeyiz. Öcalan’ın mektubundan ihtiyatlı bir iyimserlik üretebiliriz. Bu görüÅŸlerin PKK ve onun uzantısı HDP tarafından sahada uygulanması süreci daha saÄŸlamlaÅŸtıracaktır.
Çözüm Sürecine Ä°liÅŸkin Bazı Notlar
Çözüm süreci dünyanın herhangi bir coÄŸrafyasında deÄŸil, insanlığın bilinen tarihinin çok büyük bir kısmının cereyan ettiÄŸi bir coÄŸrafyada yürütülmektedir. Dolayısıyla Ä°ngiltere-IRA ve Ä°spanyaETA müzakereleriyle benzeÅŸen yanları var olmasına raÄŸmen çok ciddi ayrılan yanları da var. En önemli ayrım, yürütülen sürece çok fazla dış müdahalenin yapılma ihtimalinin ETA-Ä°spanya ve Ä°ngiltereIRA süreçlerine nazaran mukayese kabul etmeyecek kadar yüksek olmasıdır. Çünkü Ä°ngiltere ve Ä°rlanda’nın herhangi bir sınır komÅŸuları yoktu, istikrarsız bir bölgede deÄŸildiler, görüÅŸmeleri ikili olarak bağımsızca yürütme imkânına sahip durumdaydılar. Aynı ÅŸey Ä°spanyaETA için de geçerlidir. Ä°spanya istikrarlı bir devlet olan Fransa ile sınır komÅŸusuydu. GörüÅŸmeleri sabote edecek üçüncü güç ihtimali Türkiye’nin yürüttüÄŸü çözüm süreciyle mukayese edildiÄŸinde çok zayıftı. Türkiye’deki çözüm süreci ise, merkezi devletlerin çözüldüÄŸü, siyasi ve sosyal istikrarsızlığın tavan yaptığı bir coÄŸrafyada yürütülmektedir.
Birinci Dünya Savaşı sonrası çizilmiÅŸ sorunlu sınırların içine yerleÅŸtirilmiÅŸ, hiçbir zaman devlet olamamış devletçiklerin dağıldığı bir coÄŸrafyada yürütülen bu sürece dış müdahale ihtimali ihmal edilemez bir parametredir. Ayrıca Türkiye, Ä°ran, Irak, Suriye coÄŸrafyasına dağılmış Kürt halkının Türkiye’deki bölümüyle bir uzlaÅŸma sürecinin ulaÅŸacağı sonuç, artı ve eksisiyle bölgesel bir etkiye sebep olacaktır. Kısaca bu kadar sorunlu bir coÄŸrafyada bu sürecin baÅŸlatılması ve devam ettiriliyor olması dahi baÅŸlı başına bir baÅŸarıdır. Sürecin bugüne kadar gelen bölümünde iç ve dış müdahaleler eksik olmamıştır, bundan sonra da eksik olmayacaktır. Ancak, sürecin bundan sonraki bölümünün baÅŸlangıca raÄŸmen kısmen daha iyi geçeceÄŸini düÅŸünmek için epeyce sebeplerimiz var. Bunların en önemlisi barış beklentisinin ülkenin batı kısmında yüzde 70, bölgede ise yüzde 90’lara varmasıdır. Bu oranlar süreci yürütenlerin ihmal edemeyeceÄŸi, görmezlikten gelemeyeceÄŸi bir düzeydedir. Bunun ihmali ihmal eden açısından meÅŸruiyet yitimidir. Halk nezdinde meÅŸruiyet kaybına uÄŸrayan bir hareketin ise herhangi bir istikbali yoktur. Bütün bu mülahazalardan sonra çözüm sürecine iliÅŸkin bazı kanaatlerimizi maddeler halinde beyan etmek istiyoruz:
1) Merkezi devletlerin çözüldüÄŸü, sorunların çatışma ile halledilme alışkanlığı olan bir coÄŸrafyada müzakere yoluyla bir sorunu çözmeye çalışmak ve bunda küçümsenmeyecek bir mesafe kat etmek baÅŸlı başına bir baÅŸarıdır.
2) Bu sürecin baÅŸarıyla sonuçlanması Türkiye’nin Kürt sorununu halletmesinin ötesinde sonuçlar üretecektir. Kendini çatışmalar, karşıtlıklar üzerinden var eden vesayet iktidarının varlığı son bulacaktır. Bu, artık halkın söz söyleme, karar verme alanının arttığı bir siyasi iklimi mümkün hale getirecektir. Kısacası çözüm süreci vesayet rejimini bitirecek stratejik bir hamledir de.
3) Ä°mparatorluÄŸun dağılma sürecinde bütün halklar ayrılırken, Türkler ve Kürtler birlikte hareket etti. Oysa bu, savaşın galiplerinin istediÄŸi bir ÅŸey deÄŸildi. Dolayısıyla bu birlikteliÄŸin bir geçimsiz birlikteliÄŸe veya tercihen bir ayrılığa evrilmesi için politikalar üretildi, devreye sokuldu. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucularından ve sonrasında yöneticilerinden birçoÄŸunun yaptığı hatalar geçimsizliÄŸi, ayrılığı körükleyecek zeminler oluÅŸturdu.
Nihayet ErdoÄŸan liderliÄŸindeki AK Parti çözüm sürecini baÅŸlatarak birlikteliÄŸi hedefleyen yeni bir dönemin kapısını araladı.
4) Yüzyılın başında parçalanmış olan bir coÄŸrafya ve ümmetin parçalanışının devam ettiÄŸi bu günlerde, çözüm sürecinin baÅŸarıya ulaÅŸması rıza ile bir arada yaÅŸamanın hayata geçirilmesini saÄŸlayacaktır. Bu durum bölgenin makûs talihini son derece müspet yönde etkileyecek bir adımdır.
5) Bu kadar önemli sonuçlar çıkarabilme potansiyeli olan sürecin elbette aynı oranda düÅŸmanları ve muhalifleri olacaktır. Bölgenin nihayetsiz parçalanma ve güçsüzleÅŸme sürecini devam ettirmek isteyen uluslararası güçler asla boÅŸ durmayacaktır. Yine bir kısmı uluslararası güçlerle baÄŸlantılı vesayet rejiminin mensubu iç güçler, bir kısmını kaybettikleri iktidarlarını geri almak için her ihtimali deÄŸerlendireceklerdir.
6) Süreci bugünlere taşıyan ve sürecin baÅŸlatıcısı olan ErdoÄŸan ve AK Parti’dir. Öcalan ise baÅŸlattığı silahlı mücadelenin aynen sürdürülemeyeceÄŸini görerek örgütünü ve tabanını barışa ikna etme konusunda tarihi bir görev ifa etmektedir. Sürecin baÅŸ aktörü ErdoÄŸan ve tamamlayıcı pozisyondaki Öcalan’ın barışı gerçekleÅŸtirme iradelerinin korunması gerekir. ErdoÄŸan Türkiye coÄŸrafyasının geneline dağılmış olan Türk, Kürt, Çerkes, Laz bütün Türkiye halklarını barışa iknada en etkin aktör olarak istisnai bir konuma sahiptir. Öcalan ise Kürt halkının bir kısmının silahlı terör örgütünün ve onun siyasi uzantısı partinin üstünde dönüÅŸtürücü ve karizmatik bir güce sahiptir. Dolayısıyla barışın iki önemli aktörü olan bu iki liderin sürecin devamı konusundaki fonksiyonlarıtartışılmazdır.
7) Bu tespit ikisi olmadan süreç yürümez anlamına gelmiyor. Çünkü ölüm herkes için mukadderdir. Birisi ölürse süreç durur, geri döner demek yanlış olur. Ancak ikisinin varlığı ve barış iradelerinin devamı sürecin ivmesini ve güvenilirliÄŸini artırmaktadır.
8) Son olarak ÅŸunu da söylemek lazım, 12 yıllık AK Parti iktidarı döneminde 90 yıllık devlet iktidarı olabildiÄŸince rehabilite edilmiÅŸtir. Aynı ÅŸeyi PKK için söylemek mümkün deÄŸildir. Öcalan’a kademeli bir hareket serbestîsi kazandırılarak örgütünü rehabilite etmesi saÄŸlanırsa sürecin daha saÄŸlıklı bir yapıya kavuÅŸacağı düÅŸünülebilir. Bütün bunlardan çıkaracağımız sonuç sürecin devam etme ihtimalinin, akamete uÄŸrama ihtimalinden çok daha yüksek olduÄŸudur. Bu da bize bir yandan süreci devam ettirirken, bir yandan da süreç sonrasına hazırlık yapılması gerektiÄŸini ihtar ediyor. Birlikte yaÅŸamanın kültürel altyapısının oluÅŸturulması, seküler, etnik, çatışmacı ve yabancı bir kültürel iklimden, tarihe yaslanan ve geleceÄŸi kuÅŸatabilecek bir yerli kültürel iklime evrilecek yolların bulunması önem arz etmektedir. Bu sadece bölge için deÄŸil ülkenin geneli için de aynı öneme haizdir.
Bulanık Suda Balık Avlamaya Çalışanlar Yazının başında rahmetli Özal’dan bahsederek konuya tekrar döneceÄŸimizi söylemiÅŸtik. Basında kalem oynatan birçok muhalif yazar ve lider mukallitleri hükümet ve cumhurbaÅŸkanı arasındaki kısmî ihtilafları gündeme getirerek, cumhurbaÅŸkanının yalnızlaÅŸacağına vurgu yapıyorlar, pusuda umutla bekliyorlar. Özal’ı örnek göstererek cumhurbaÅŸkanını adeta tehdit ediyorlar. Açık söyleyelim bunlar çok yanlış/ isabetsiz mukayeselerdir. Özal ile ErdoÄŸan arasında baÄŸ kurulabilse de Mesut Yılmaz ile Ahmet DavutoÄŸlu arasında herhangi bir ÅŸekilde bir baÄŸ kurulabilmesi asla mümkün deÄŸildir! Bütün iktidarını Özal’a borçlu olan Mesut Yılmaz’ın baÅŸbakanlığı döneminde Özal’a gösterdiÄŸi tavır, bırakalım vefalı olmayı, asgari insani tavır bile deÄŸildir. Kelimenin tam anlamıyla bir ihanet tavrıdır. Ahmet DavutoÄŸlu hayatının hiçbir döneminde “hainane” addedilebilecek bir tavır içinde olmamıştır, -kanaatimizce- bundan sonra da olmayacaktır. BulunduÄŸu konumlara hak ederek geldiÄŸinden ve ehil olduÄŸunda ÅŸüphe yoktur. Parti liderliÄŸine, layık olduÄŸu için Recep Tayyip ErdoÄŸan tarafından aday gösterilmiÅŸ ve seçilerek iktidar partisinin baÅŸkanı sıfatıyla baÅŸbakan olmuÅŸtur. Kısacası, ErdoÄŸan yerini bir emir erine deÄŸil, ehliyetli ve liyakatli birine bırakmak istemiÅŸ ve DavutoÄŸlu ehliyet ve liyakatiyle bu makama oturmuÅŸtur. Ancak alışılmış siyasi kodlarla olaylara bakanlar, olanları deÄŸil de, görmek istediklerini görürler. Ä°nsanlıktan çıkarak siyaset yapılacağını düÅŸünenler, hem insan kalıp hem siyaset yapılabileceÄŸini hayal edemezler. Turgut Özal ile dönemin baÅŸbakanı Demirel arasında geçen bir diyalog, siyasetin nasıl insanlık dışı yapılabildiÄŸinin somut bir göstergesidir.
Özal bir yurtdışı gezisinden dönüÅŸünde Demirel’i arar ve ekonomide bazı iÅŸlerin iyi gitmediÄŸini söyleyerek, ekonomi bürokratlarını kendisine göndermesini ister. Demirel ise “Sen ekonomiyi falan bırak da, bizim arkadaÅŸlar seni Yüce Divan’a gönderecekler, sen asıl onu düÅŸün!” diye cevaplar Özal’ı. Bu tür siyasi üsluplara ve tavırlara alışkın olanlar, cumhurbaÅŸkanı ErdoÄŸan ve baÅŸbakan DavutoÄŸlu arasındaki fikir ayrılıklarının böyle bir siyaset üslubuna evrileceÄŸini umuyorlar. Ama bu onlar için sadece bir hayal kırıklığı olmaktan öteye geçmeyecek bir beklenti olarak kalacaktır. Åžunu anlamak gerekiyor: CumhurbaÅŸkanı’nı halkın seçmesiyle idari sistemde, anayasal olmasa bile fiili deÄŸiÅŸikliklerin olacağı kimsenin meçhulü deÄŸildi. CumhurbaÅŸkanı da bunu açıkça söyleyerek halktan oy istedi ve %52 oyla seçildi. DavutoÄŸlu bütün bu durumları bilerek baÅŸbakanlığı kabul etti. Ayrıca, ErdoÄŸan, DavutoÄŸlu’nun bir emir eri olmadığını, inisiyatif sahibi olduÄŸunu, yönetici potansiyeli bulunduÄŸunu bilerek, takdir ederek kendisini o makama aday göstermiÅŸtir. %52 oy almış ErdoÄŸan bir Çankaya noteri veya nöbetçisi deÄŸildir. DavutoÄŸlu da bu ülkenin yetkin bir baÅŸbakanıdır. Fikir ayrılıklarının olması doÄŸaldır. Önemli olan bunların karşılıklı diyalog ve anlayış içinde çözülebilmesidir ki, öyle de oluyor. Dolayısıyla bulanık suda balık avlamaya çalışanlar -üzülsünler ki- yeni bir hayal kırıklığı ile baÅŸ baÅŸa kalacaklardır. Son olarak, CumhurbaÅŸkanı’nın “dertli olan konuÅŸur, dert söyletiyor” sözünü yürekten söylediÄŸine kesinlikle inanıyorum. Onun baktığı yerden, görünen gerçekliÄŸin ne kadar yakıcı olduÄŸunu da tahmin etmeye çalışıyorum. Ancak herkes onun baktığı yerden bakamıyor. Siz ne kadar acele etseniz de saÄŸlıklı doÄŸum dokuz ayda oluyor. Ä°yi niyetli de olsa, acele davranmak doÄŸuma zarar veriyor. BoÅŸuna denmemiÅŸ, “GereÄŸinden fazla zorlama, yapılan iÅŸteki hikmeti yok eder.” Hikmeti yaÅŸatalım, hikmetli yaÅŸayalım…
Kaynak : Umran Dergisi
Facebook Yorum
Yorum Yazın