ÇOCUKLUĞUMUZUN EFSANE GÜREŞÇİLERİNDEN

Daha renkli televizyonun bilinmediği, sokaklarda terör estiği - aynı kaptan yemek yiyen insanların “sen vatanı sağdan-soldan kurtaracaksın” diye kurşun yedikleri yıllar… TRT’nin tek kanal olup, program seçme şansımızın olmadığı yıllar. İyi ki de öyleymiş diyesim geliyor bazen. O sayede tanımadık mı hiç merakımız olmadığı halde olimpiyatlarda bizi büyüleyen Nadia Comanaci’yi… Muhammed Ali Clay’ın “kelebek gibi uçup, arı gibi sokan” yumruklarını… Ya cihan pehlivanlarının sırtını yere vuran, ata sporumuz olup büyük-küçük herkesin ilgi ile seyrettiği güreşçilerimizin maçlarını nasıl kaçırırdık.

İşte “Mehmet Güçlü” ismi o yıllarda hafızama kazınmıştı. İşim gereği yaşadığım Milas’ta edindiğim dostluklar sayesinde, bir köy düğününde rastladım O’na. Yeni tanıdığım ama dostluğu ve sıcaklığı ile gönül penceremde yerini alan İbrahim arkadaşımın dayısıymış meğer, o pek çoğumuzun çocukluk kahramanı. “Tanışmak ister misin” dediğinde İbrahim, hiç düşünmeden “Tabii, hani nerde?” dedim heyecanla. Oysa yapım gereği sevmem, ününü kaldıramayan ünlülerle konuşmayı. Ama tanıştığım şampiyon, öyle biri değildi. Oldukça mütevazi, sıcakkanlı, samimi ve misafirperverdi. Düğünün gürültüsünden kendimizi kurtarıp köyün kahvesinde aldık soluğu (Sohbetin sıcaklığından ve samimiliğinden dolayı, nice sonra aklıma geldi, eşimi İbrahim’in eşi ve çocukları yanına bırakmıştım, ne oldu acaba?).

Hani yılların insanlara kattığı bazı melekeler vardır ya, biz de artık yavaş yavaş insan sarrafı olma yolundayız. Adamın oturuşundan-kalkışından, kaşından-gözünden nasıl bir ruh taşıdığını az çok anlarız ya, Mehmet Güçlü de 25 yıllık resmi güreş hayatından ve yıllarca genç güreşçi yetiştirmenin verdiği tecrübe ile, iyi güreşçi olacak çocuğu kalıbından tanıyor.

Neyse sözü fazla uzatmadan, Teknik Elektrik Postası’nın babası-patronu-başyazarı ve çocukluk arkadaşım Mustafa’nın da hayranı olduğu ve dergide kendisini görmekten şeref duyacağı cihan şampiyonu Mehmet

Güçlü ile bir söyleşi ayarladık. Hem dergimizi şereflendirsin, hem de yetişen yeni kuşak daha yakından tanısın istedik, şampiyonumuzu.

Evet, şampiyon anlattı, görelim ne anlattı:

Bu güreş tutkusu nasıl başladı, var mıydı örnek aldığınız bir güreşçi?

Doğuştan başladı. Babam, dedem, dedemin amcası… Atalarımızdan gelen tutkudur, güreş. Taa Osmanlılar zamanında Abbas Halim Paşa Mısır valiliği sırasında keşfetmiş dedemin amcasını. O zamanlar Arabistan’ın güneyinde nam salmış, Paşa da saraya getirtmiş onu. Muhtemelen II.Abdülhamid o zamanki padişah. Yağlı mermerlerde güreş tutarlarmış o zamanlar. O yıllarda ünlü bir Rus pehlivanın kasnağından tutarken barsaklarını dışarı çıkarmış ve padişah tarafından saraydan uzaklaştırılarak serbest bırakılmış, gelmiş buraya yerleşmiş. Köyde bir hırsızlık oluyor, yağ çalmaya gelen eşkiyaya dedemin kardeşi var Kara Abdullah, eşkiyayı kovalıyor. Eşkiya döne döne sıkıyor tüfeği ama sonunda alttan daldığı gibi al-aşağı ediyor. Ondan beri yörede Kara Abdullah dalması diye bir tabir çıkıyor ortaya. Alttan daldı mı, dev gibi adamları yıkarmış. Dedem abimle bizi küçükken güreştirir, yenene 25 kuruş, yenilene 10 kuruş verirdi. Ben sıklıkla abimi yener alırdım 25 kuruşu ama sonra abim elimden alırdı bazen. 15 yaşımda başa güreştim köylerdeki yağlı güreşlerde. Emsallerim askerliğini yapmış adamlar. Her köyde pehlivan var o zamanlar.

Peki resmi olarak ne zaman başladınız güreşe?

16 yaşımda Denizli’de. Amcam vardı rahmetli, güreş tutardı o da. Babam göndermezdi beni uzaklara. Buralarda güreşirdim sadece. Denizli’de Güreş ihtisas kulübünde başladım. 6 ay sonra Türkiye ikincisi oldum gençlerde. Bursa’da milli takıma katıldım 17 yaşımda. İstanbul’da Balkan şampiyonasında grekoromende ikinci oldum. 1970 yılında 18 yaşımdayken Avrupa şampiyonu oldum gençlerde. 1971’de A takımda Akdeniz Oyunlarında takım halinde birinci olduk Yaşar Doğu Uluslar arası turnuvada birinci oldum. 1972’de Ordulararası turnuvada birinci yine. Aynı yıl Üsküp’te Balkan Şampiyonu oldum. 1973’de İran’da Dünya Şampiyonasında beşincilik aldım. Askerliğim sırasında yine 1973’te Silahlı Kuvvetler Judo’da Türkiye ikincisi oldum, o da kuralları tam bilmediğimden yoksa birinciydim. Burun ameliyatından dolayı bir süre ara verdim güreşe. 1974’te İstanbul’daki Dünya Şampiyonasında 90 kg serbestte üçüncü oldum. 1975’te Akdeniz Oyunları 100 kg. serbestte birinci, grekoromende ise ikincilik aldım. 1976’da Muharrem Hoca Tofaş bünyesinde iyi bir takım kurdu. Ben takım kaptanıydım orada. 3 yıl şampiyon kulüpler Avrupa Şampiyonu olduk, ben de hiç yenilgi almadan birinci oldum. Takviye olarak İsmail Temiz’i aldık. Öyle hatırlıyorum. 1977’de Bursa’da Avrupa Şampiyonasında 100 kg’da ikinci oldum. Sonra 1978’de Sofya’da ikinci oldum. 1978’te Tofaş’tan ayrıldım. Elmalı’daki yağlı güreşlerde 22 dakikada baş pehlivan oldum ki bir maçım en uzun 5 dakika sürüyordu. 2-3 dakikada yendiklerim bile oldu. Kimini hastaneye götürüyorlar, kimini evine… Geçenlerde de benim küçük

oğlum oldu 20 dakikada. Ama Tofaş’tan ayrıldıktan sonra milli takım grafiğim pek iyi olmadı. Sonra Simtel’de başladım. Akdeniz oyunlarında Fas’ta 1979’da takım birinci oldu, ben de ağır sıklette gene birinci oldum. Sonra bıraktım zaten. Sıkletimde Türkiye birinciliklerim sürdü ama. Ama bazı turnuvalarda mesela Aleksandr Medved turnuvasında ben birinci oldum Rusya’da, böyle çok turnuva var da, bu turnuvanın özelliği Varşova Paktı ülkeleri her siklette 2-3 güreşçi getiriyorlar. Cumhuriyet tarihinde sadece Ahmet Ayık, Aleksandr Medved’i yenerek birinci olmuştur. Bir de ben birinci oldum. Bu turnuvalarda doğu blokundan başka kimse şampiyon olamaz.

Daha sonra ben güreşe fazla aşık olduğumdan yağlı güreşi disiplinize etmek için yağlı güreşlere ağırlık verdim. Abbas Halim Paşa’nın torunları Abbas, Kervay, Halim, Sancar beylerin Riva’daki çiftliklerinde kampa girdim. Dr. Kazım Gedik kontrolünde Turgay Renklikurt hocamın çalışma programı ile 1980 Kırkpınar’da başpehlivan oldum. Galatasaray’da kondisyonerdi o zamanlar. Tam bilimsel olarak ve psikolojik olarak beni hazırladılar. Şimdi o programlar beynimde benim, gençlere uyguluyorum. O konuda Turgay beyden çok şey öğrendim.

1981’de boynumdan sakatlandım. 1984’de Kırkpınar’da 2. oldum. 1985’te Sabri Acar ile final yaptım, ikinci oldum. 1989’da Saffet Kayalı ile final yapıp yine ikinci oldum. Aklıma gelenler bunlar, daha arada atladıklarım da vardır mutlaka. 1994’te jubilemi yaptım. 1995’te Milas’ta Mehmet Güçlü Güreş Kulübü’nde gençleri eğitmeye başladım. Ocak 2010’da oradan ayrıldım artık. Çocuklarım eğitim veriyor şimdi. Spor akademisi mezunu oğlum Üniversite de Dünya ikincisi İnanç var başında. Devlet sporcusu oldum, ama halen bir beklentim olmadan gidiyorum, çalışıyorum, gençleri seyrediyor, birikimimi onlara aktarıyorum.

Ama iyi ki de köyüme gelmişim. Kalabalık yok, çat çat yok. Bizim ailede okumayıp da güreşle ilgilenmeyen varsa, onu adamdan saymayız. İlle güreşmesi lazım ya da okuması lazım. Köyümüzde güreşi severler, herkes az çok güreşmiştir mutlaka. Her sene benim adıma köyde yağlı güreş turnuvaları düzenlenirdi. 5 sene sürdü ama maddi olanaksızlıklar nedeniyle iptal ettik. Sponsor bulamadık, yaşatamadık. Uluslar arası turnuva olmasını isterdim ama yalnız kaldım, yaşatamadım. Bu sene inşallah yeniden düzenlenir.

Sporcu yetiştirmek için kabiliyetli çocukları evlerinden alır evlerine bırakırdım. Anasına babasına bu çocukta kabiliyet olduğunu anlatacaksın. Tarlada çalışma varken kimse oğlunu güreşe yollamak istemiyor. Görüyorum adam doğuştan pehlivan, ama evin tek çocuğu mesela, anne babasını ikna edemiyoruz. Biz güreşimizle övünürdük, artık düğünlerde içtikleri rakıyla övünüyorlar. Yozlaştık maalesef… Ben elimden geldiği kadar gençleri güreşe yönlendirmeye çalışıyorum yoksa yazık oluyor çocuklara.

Politikadan teklif gelmedi mi hiç?

Olmaz mı ama ben kabul etmedim. Politikada “doğrucu Davut” olmayacaksın. Ben durmaz, doğru bildiğimde ısrar ederdim. Bana ters politika. Ama üniversite mezunu olsaydım, bakan olma şansım olsaydı girerdim politikaya. Yapmaya çalışırdım. Oy potansiyelim yüksek. Hamza Yerlikaya’nın bakan olmasını çok isterim mesela. Ama maalesef sporun içinden gelmeyenler bakan oluyor. Sonra futbol oluyor her şey. Bakan futbol konuşuyor, belediye başkanı futboldan bahsediyor. Milli sporumuz bu, bu kadar sorumsuzluk olur mu? Sahip çıkmaları gerekiyor.

Yetiştirdiğiniz bir güreşçi var mı?

Süleyman Atlı Türkiye Serbestte 35 kg’da birinci oldu. Alpaslan var, Alpaslan Güçlü, Türkiye Serbestte yıldızlarda ikinci. Gökhan Dünya Kupasında birinciliği, Gençlerde Dünya ikinciliği var o da oğlum, İnanç Cavit beden eğitimi öğretmeni. Üniversitelerarası turnuvada Dünya ikinciliği var. Hamza Davut Güçlü Üniversitelerarası turnuvada Dünya üçüncülüğü var. Avrupa üçüncülüğü var. Alpaslan daha yolun başında. Ama Elmalı yağlı güreşlerinde destede birinciliği var. Buradaki yöresel güreşleri saymıyorum. İnanç daha başarılı olabilirdi ama sakatlık geçirdi.

Madalyaları nerede muhafaza ediyorsunuz?

Fethiye’ye yolladık bizim çocukların madalyaları ile birlikte parlatılsın diye,

orada kaldı… Getireceğiz yakında, bir çanta var. Bir de çocuklarınkiyle karıştı, ayıracağız gelince. 

Ben tekrar anamdan doğdum değil mi? Sorsalar ne yaparsın diye, yine güreş yaparım gerçekten.

Peki hiç keşke dediğiniz bir şey var mı hayatınızda?

Çok var. Olmaz mı var tabii. Mesela kampta kafamı attırır idare, kampı terk eder yağlı güreşlere giderdim. Bakanlarla aynı ortamda, bakan yalan söylüyorsa, “Sayın bakanım yalan söylüyorsunuz” derdim. Sana ne ya, sana ne! Ne karışıyorsun… Ama duramazdım işte. Tofaş’tan ayrılmasaydım mesela, çok daha fazla dereceler alırdım. Bursa valisi vardı, “Gitme yağlı güreşlere” derdi, dinlemezdim. Keşke o zaman bize ağabeylik yapan insanlar, daha babacan bize daha çok tahammül edebilseydi. Ama o zaman bilemiyorsun işte, zamanla kafa oturuyor işte. Şimdi o Mehmet Güçlü’yü getir, getiremezsin artık.

Güreşte yörenin başarılı olması konusunda ne düşünüyorsunuz?

Ben yöresel değil, milli olarak düşünüyorum. Ama İstanbul’da Dünya Kupası düzenlensin, 3.000-4.000 kişi seyretmeye gider, burada yağlı güreş turnuvası olsun 10.000 kişi gelir. Seyirciyi kaybettik. Neden? Federasyonun var, bütçen var, devlet var arkanda. Bunu yetkililerin düşünmesi lazım. Atasına insanlar bağlıdır. Ata sporumuz değerlidir. Ben burada bizim Konacık belediye başkanına teşekkür ediyorum, Mehmet Tosun. Yetenekli çocuklara sponsörlük yapıyor. Bazıları namı yürüsün diye, başarılılara yardım eder ama Mehmet abi, çocuklar yenildiğinde bile arkalarında durup, “olur mu canım, spor bu yenersin de yenilirsinde” diyor. Adam benim kadar işi biliyor, bize moral veriyor. Ben milli takımdan ayrıldığımda buraya gelseymişim, gençlere köylülerime daha yararlı olurdum. Ömrümün sonuna kadar 20-30 çocuk yetiştirirsem, ne mutlu bana. Ama adam gibi adam yetiştiriyorum.

Ticaretle uğraştınız mı hiç?

Uğraşmaz mıyım ama hep dolandırıldım. Beceremedim. Adam yalan söylüyor, 4-5 sene dayanabildim. Beni seven çoktu, “al sen malı, satınca verirsin parasını” derlerdi. Tekstil işiyle uğraştık. Adamlar malı alıyor, parasını ödemiyor. Ters bize bu işler. Ben sevmiyorum böyle işleri, eğitimcilik var bende. Ben şanslıydım, çok iyi insanlarla çalıştım, çok mütevazi insanlarlaydım. Diğer spor branşlarından hep yararıma olan şeyleri almaya çalışırdım. İlk hocalarım Hasan Güngör, Bekir Güngör onlarla çalıştım, sonra Turgay Renklikurt ile çalıştım. Sinema teklifi de geldi mesela. Ahmet Mekin vardı mesela, beni çok severdi. “Bırak yahu sinemayı, sen pehlivan adamsın. Ne işin var magazinde senin” derdi bana. Ama bir pehlivanın şehirde değil de çiftlik hayatı yaşamasını isterim. Kafası rahat olacak. Bir de o mindere çıkan milli güreşçi kendini bu ülkenin başbakanı gibi hissedecek. Türk Milletini temsil ettiğini unutmayacak. Ben hep öyle düşünürdüm. Mesela Meksika’daki olimpiyatlarda, Ahmet Ayık’tı o zaman federasyon başkanı, koruma ordusu bizi korudu. Türk bayraklarını gizlediler. Ölüm korkusu ile yarıştık. Ermeniler o zaman terör estiriyor. Ben de takım kaptanıyım, bayrağı taşıyorum, ilk kurşun bana gelecek. Yoksa orada derece alırdım, dördüncü oldum. Dağda, makinalı tüfekler gölgesinde çalıştık. Nasıl başarı gelecek? Sabahlara kadar uyuyamazdık. Münih’te olimpiyatlarda da öyleydi. İsrail kafilesine saldırıldığı zamanki olimpiyatlar. Bana sağcı dediler, solcular baştayken gidemedim Dünya Kupası oldu. Sağcılar baştayken, solcu dediler gidemedim. Adamcılık vardı yani. Kulübünden değil diye bile Milli takıma almadıkları bile vardı. Adamlar bilimsel çalıştırılırken, biz “vatan-millet-sakarya bir de kuru fasülye” ile çıkardık müsabakalara. Silahlı Kuvvetlerin bu işe eğilmesi lazım. İmkanları var, yirmili yaşlarda çocuklar, söker çiviyi yerinden.

Çok teşekkür ederim Şampiyon. İnşallah bu vesile ile sizi tanıyanlar tekrar hatırlar, tanımayanlar da tanıma fırsatı bulur.

 

Abbas Halim Paşa Kimdir?

Abbas Halim Paşa Mısır prenslerinden Halim Paşanın ikinici oğlu ve Osmanlı Sadrazamlarından Sait Halim Paşanın kardeşidir. 1866 yılında Kahire’de doğdu. Öğrenimini İsviçre’de yaptı.

Meşrutiyetten önce devlet şurası üyeliğinde bulundu. Kardeşinin Sadrazamlığı sırasında Bursa valiliğine atandı. 1,5 yıl kadar valilik yaptıktan sonra 1915 yılında bayındırlık bakanı olarak Sait Halim Paşa kabinesine girdi. Mütarekeden sonra bir çok Türk aydınları ile birlikte İngilizler tarafından Malta adasına sürüldü. İki yıl sürgün yaşadı. Serbest bırakıldıktan sonra Mısıra gitti. 1934 yılında Kahire’de öldü. Abbas Halim Paşa sanatçıları sever onlara yardım ederdi. Büyük şair Mehmet Akif Ersoy Halim Paşanın koruduğu sanatçılardandır.

Tebrik

Velinimetim Emir Abbas Halim Paşa'ya

Gökten ay parçası halinde, rahmet güneşi,

İndi afaka bu akşam, bu mübarek akşam.

Ebedi kandili yandıkça, Hüda'dan dilerim

Parlasın dursun o iman senin alnında, Paşam.

M.Akif ERSOY