Çocuk İftarları…

"Şayet yere ve semalara konuşma izni verilecek olsa, ilk olarak  Ramazan ayında oruç tutanlara cennet müjdesi verirlerdi."  buyuruyor insanlığın iftihar tablosu. 


Geçen Ramazan Mısır, bu Ramazan Gazze ile imtihan edilirken ümmet ve insanlık, duaya sarılmaktan gayrisini yapamayan bu fakir, çocuk iftarlarından bahsetmek istedi sizlere. Yeni bir dünya kuracak olan çocuklarımızla yaptığımız bu iftarlar, Ramazan kültürünün ve dini ritüellerin yeni nesillere aktarılmasında, kültür ve geleneklerimizin yaşatılmasında en etkin yollardan biri. Sıkmadan, zorlamadan, bir eğlence atmosferi içinde bu yıl ikincisini yaptığımız bir çocuk iftarının ardından bu satırları paylaşıyorum sizlerle.


Ramazan ayına mahsus sonuna kadar açılan gökkubbenin rahmet ve bereket  kapıları beraberinde, Osmanlı’da da kocaman köşk ve saray kapıları bir gün sadece çocuklar için açılırdı.  Büyükler küçüklere hizmet eder, adam olacak çocukların adam yerine konduğu bir güne vesile olurdu bu bir gün…


Zengin bir iftar sofrası ve duadan sonra, abdestler alınır, birlikte akşam namazı kılınırdı. Çocukların bir kısmı belki de ilk defa bunları görürdü. Bütün bunlar bir eğlence havası içinde, gülüşmeler, kıkırdaşmalarla olurdu. Namazdan sonra eğlenceler başlardı. Ramazan davulu, karagöz oyunları, pamuk helvalar. Bu arada grup oyunları oynanırdı. Bilmeceler sorulur, bilenlere ufak hediyeler verilirdi. Mümkünse çocukların da katılacağı kısa bir orta oyunu oynanırdı. İlahiler söylenirdi. Kısa bir teravihle biterdi. Ayrılırken herkese içine para ve şeker konmuş süslü bir kese verilirdi. Bunun adı diş kirası idi. Yemekle meşgul edilen dişlerin hak ettiği bir kira bedeli sunulurdu, şahsiyetleri rencide edilmeden. Çocuklar mutlu bir şekilde ayrılırdı. Bunları unutmaları ve zaman içinde hatırlamamaları mümkün mü sizce?


Böyle bir ortamda unutamayacakları bir iftar gecesi yaşarlar, mutlulukla dolup taşarlardı. Ebeveyn müdahalesi olmaksızın, büyüklerle, saygı ve sevgi çerçevesinde iletişim kurmayı öğrenirler,  yaşlarından beklenmeyen olgunluklara alışırlar, Ramazan’ı ve orucu daha çok severlerdi.  Zira, ciddiye alındığını ve önemsendiklerini hissederlerdi.

  

Ve…11 kişinin çevrelediği masamda bu kez, şahıslarına bizzat yapılan davete icabet eden 7 yaşından 15 yaşına kadar çocuk misafirlerimle birlikteyim. Menü’de harfli çorba var.  Herkes sırayla kaşığına gelen harften bir sahabe ismi söyleyecek. Heyecan dorukta. Yaş ortalamasına göre oldukça başarılı bir çalışma. Hepsini tebrik ettim. Sofra duasının ardından namaz ve oturma odasında yer kapmaca usulü yerleşimin ardından, bana kalan yer minderinde bağdaş kurarak her birinin gözlerinin içine  bakarak anlatılan Ramazan hikâyeleri, Rabbimizin vaad ettiği müjdeler, Reyyan kapısı, cennet nimetleri ve köşkleri, iftar sofrasında görüp yediğimiz her güzel nimetin sadece birer gölge olduğunun belirtilmesi ve cennet nimetlerinin asıllarının nasıl olabileceğine dair hayal ikliminde dolaşmak gecenin tefekkür iklimine kapılar açtı. Bir müddet sonra minderin etrafında bir halkanın ortasında olduğumu fark ettim. Konuklarım yanıbaşımda sıralanmış aradaki mesafeyi sıfırlamışlardı. Bu ilgi odağı dağılmadan sıradaki gündemimiz,  her nimetten sorulacak hesaplar hatırlatılarak, israftan şiddetle kaçınmak konusu vurgulandı. Dünyamızda açlıktan ölen insanların, çocukların, bebeklerin sayısı her geçen gün artarken, israfın ne büyük bir tehlike ve tehdit olduğu konusunda hemfikir olundu sohbetin sonunda. Bu çocuklar adam olmuşlar kesinlikle. İletişim ve geri bildirim en yüksek seviyede. Müminler Allahü Teâlânın rızası için bir araya geldiklerinde, hiç konuşmasalar bile feyz, bileşik kaplardaki gibi, kalbden kalbe akıyormuş. Çocuklarla evliyaların ortak noktaları çokmuş derler. Acep bu sohbeti bu denli tatlı kılan bu mu ola ki?

 

Kendi çocukluğumun iftar ve sahur anılarını paylaşırken, bundan yıllar sonra ben bu anılara özne olacağım hissi taşıdım gece boyunca.  Vakti zamanında bir Zeliha teyze varmış,  Ramazan gecelerinde çocuklara iftar, sahur daveti verirmiş! sadaları ne hoş olurdu!  Ah enaniyet! Yine mi sen? Ne vakit sensiz iki satır sohbet edebilicem? 


Sıra geldi bu güzel gecelerin mimarı özel insan Sayın  Halit Öncüol hocama teşekkür etmeye. Onun rahlesinde iki yılını tamamlayan evladıma verdiği emekler için kendisine müteşekkirim. ‘Allah (c.c.) insana insandan tecelli edermiş’ derler. Hayatımıza bu iki yıllık dokunuşu, kitab-ı mukaddesi evladımın diline ve kalbine harf harf indirişi ve ardından gelen tecelliler yakın çevremin ve arkadaşlarımın dikkatinden de kaçmadı. Bazı insanlar varlık amacını bihakkın taşıyor ve yaşıyorken, bu insanların sayısının çoğalması için Rabbime dualar ediyorum. ‘Bir harf öğreten kişi için 40 yıl köle olmayı’ kabul eden ilim şehrinin kapısı Hz. Ali (r.a.) geliyor aklıma. Bir harf için değer biçilen ömür 40 yıl ise, hatmedilen Kur’an, ayet ayet dokunan İslam ahlakı, amel edilenler, şiar edilen edep, haya  gibi insani hasletlere ve ilmin büyüklüğüne karşı  kaç ömür bedel ola ki? Rabbim onu ve onun gibileri iki cihanda aziz eylesin inşaAllah.

 

“Ey oğul! Kur’an ile amel etmek seni Kur’an’ın mevkiine yükseltir, oraya oturtur. Sünnet ile amel etmek seni Resul-i Ekrem (a.s.m.)’e yükseltir. Resulullah, kalbi ve manevi himmeti ile Allah dostlarının kalpleri çevresinden bir an bile ayrılmaz. Onların kalplerine Allah’a yakınlık kapısını açar.”  Abdulkadir Geylani (k.s.)


Kalbimizi böyle kalplere yakın tutan Rabbime hamd ve senalar olsun…