10 AÄŸustos cumhurbaÅŸkanlığı seçimi, vesayet rejiminin Çankaya'daki nöbetini sona erdirmesi açısından son derece önemlidir! Artık Çankaya vesayet rejiminin iktidar alanından, seçimli siyasetin tayin ettiÄŸi iktidar alanına dahil olan bir kurumdur.
Ä°ster "Yeni Türkiye" diyelim, isterse baÅŸka türlü isimlendirelim, 10 AÄŸustos cumhurbaÅŸkanlığı seçimi ile Türkiye yeni bir döneme adımını atmıştır. Bürokratik vesayetin tanzim edici ve koruyucu kurumu olan cumhurbaÅŸkanlığı makamının, doÄŸrudan halkın seçtiÄŸi bir kiÅŸi tarafından doldurulması ihmal edilemeyecek bir öneme sahiptir. 1961 ve 1982 darbe anayasaları tarafından seçilmiÅŸ siyasetin alanının dışına çıkartılan cumhurbaÅŸkanlığı makamı, 2007'de yapılan referandumla tekrar seçilmiÅŸ siyasi alana dahil edilmiÅŸtir. Bu, halkın en etkin söz söyleme alanı olan siyaset alanının geniÅŸlemesi anlamına geliyor. Elbette ki bu durum, halkın etki alanının dışında ve halkın seçtiklerini frenleyen bir mekanizma olarak kurgulanmış bir iktidar odağının etkisinin azalması demektir. SeçilmiÅŸ siyasetin etkisi dışında oluÅŸan bu iktidar alanında muktedir olarak hayatlarına devam edenlerin, iktidarlarının ciddi bir sarsıntıya uÄŸradığını söylememiz lazım. Bu açıdan 10 AÄŸustos 2014 tarihinde cumhurbaÅŸkanının halk tarafından seçilmesi, her halükarda yeni bir dönemin baÅŸladığının iÅŸaretidir.
CumhurbaÅŸkanlığı Seçimlerinin Kısa Tarihi
Cumhuriyet'in kuruluÅŸu ve ilk cumhurbaÅŸkanı Mustafa Kemal'in seçimi de dahil olmak üzere hemen hemen tüm cumhurbaÅŸkanlığı seçimleri sorunlu geçmiÅŸtir. Cumhuriyet, yaklaşık
300 milletvekilinin bulunduÄŸu bir Meclis'te, 158 kiÅŸinin katılımı ile yapılan baskın ÅŸeklinde bir toplantıda ilan edilmiÅŸtir. M. Kemal PaÅŸa da bu toplantıda cumhurbaÅŸkanı seçilmiÅŸtir
Ä°çinde Rauf Orbay, Kazım Karabekir gibi istiklal savaşı önderlerinin bulunduÄŸu 130'un üzerinde milletvekili ya habersiz olduÄŸundan veya gelmeleri engellendiÄŸinden Cumhuriyet'in ilan edildiÄŸi ve cumhurbaÅŸkanının seçildiÄŸi bu oturuma katılamamışlardır.
Ä°kinci cumhurbaÅŸkanı Ä°nönü ise, ismi hiç ortada yokken, birinci ordu komutanı Fahrettin Altay paÅŸanın doÄŸrudan müdahalesi ile cumhurbaÅŸkanı seçilebilmiÅŸtir. Ä°nönü bu süreci "fırtına gibi bir 24 saat geçirdik." diye tanımlayacaktır.
Üçüncü CumhurbaÅŸkanı Celal Bayar'ın seçimi ise, 1950 seçimlerini büyük bir çoÄŸunlukla kazanan Demokrat Partinin lideri olması dolayısıyla gerçekleÅŸmiÅŸtir. Ancak bu mutlak seçim galibiyetine raÄŸmen, Ä°nönü'nün, cumhurbaÅŸkanlığından ayrılmak istemediÄŸi ancak Bayar'ın ısrarı sonucunda makamdan ayrıldığı rivayet edilir. DP'nin devamlı seçim kazandığı 1950-1960 döneminde cumhurbaÅŸkanlığı seçimi bir sorun olmamış ve DP’nin lideri Bayar cumhurbaÅŸkanı seçilmiÅŸtir.
27 Mayıs 1960 darbesi ile DP iktidardan düÅŸürüldükten sonra, hazırlanan yeni anayasada cumhurbaÅŸkanlığı makamı farklı bir ÅŸekilde dizayn edilmiÅŸtir. Bu düzenlemede, 1923-1960 döneminde, bütün arızalarına raÄŸmen seçilmiÅŸlerin geldiÄŸi makam, seçimli siyasetin alanı dışına taşınmıştır. Makam, hem seçmenin hem de parlamentonun denetimi dışına çıkarılmıştır. Bu düzenlemeden sonra yapılan neredeyse tüm cumhurbaÅŸkanlığı seçimleri gerilimli geçmiÅŸtir.
27 Mayıs Ä°htilali'nin lideri Cemal Gürsel'in cumhurbaÅŸkanlığına seçilmesi tam anlamıyla silah zoruyla gerçekleÅŸmiÅŸtir. Türkiye'nin yetiÅŸtirdiÄŸi ender hukukçulardan Ali Fuat BaÅŸgil, DP'nin yerine kurulan Adalet Partisi'nin daveti ve desteÄŸi ile cumhurbaÅŸkanlığına adaylığını koymak için Ankara'ya gelmiÅŸtir. Daha adaylık baÅŸvurusu yapmaya fırsat bulamadan general Sıtkı Ulay ve Fahri Özdilek tarafından çaÄŸrılır. Kendisine, adaylıktan vazgeçmesi gerektiÄŸi telkin edilir. BaÅŸgil'in yetkin bir hukuk adamı olarak ileri sürdüÄŸü bütün gerekçeler hiçe sayılarak, hayatı ile tehdit edilir. Nihai olarak da, ihtilalin lideri Gürsel'in cumhurbaÅŸkanı olmaması halinde Meclis'in tatil edileceÄŸi ve askerlerin yönetiminin devam edeceÄŸi söylenir. Bunun üzerine BaÅŸgil aday olmaktan vazgeçer ve yurt dışına gider. Gürsel böylece cumhurbaÅŸkanı seçilir.
BeÅŸinci CumhurbaÅŸkanı Cevdet Sunay ise, Gürsel'in görev yapamaz ÅŸekilde hastalanması üzerine, iktidar partisi olan AP tarafından aday gösterilmiÅŸtir. Genelkurmay BaÅŸkanı Sunay'ın aday gösterilmesi, askeri tatmin etmeye yönelik bir giriÅŸimdir. Sunay'dan sonraki seçimlerde ise, Turgut Özal'a kadar, makam doÄŸrudan askerlerin elinde/vesayetinde kalmıştır. Altıncı CumhurbaÅŸkanı Fahri Korutürk emekli bir askerdir. Yedinci CumhurbaÅŸkanı Kenan Evren ise, 12 Eylül 1980 darbesinin lideri olarak cumhurbaÅŸkanlığına seçilmiÅŸtir.
Kısacası sekizinci CumhurbaÅŸkanı Turgut Özal'ın 1989 yılında seçilmesine kadar göreve gelen yedi cumhurbaÅŸkanından Bayar hariç altısı Harb Okulu mezunudur, yani asker kökenlidir. Bir sivil cumhurbaÅŸkanı olarak Özal'ın vesayet iktidarının tepe noktası olan cumhurbaÅŸkanlığına geliÅŸi önemlidir. Ancak arkasındaki siyasal desteÄŸin zayıf olması, hatta olmaması, Özal'ı o makamda mahsur bırakmıştır. Önemli bir husus, Özal'ın o makama seçilmesi asker kökenli cumhurbaÅŸkanlarının sonunu getirmiÅŸtir. Her ne kadar Özal'dan sonra seçilen Demirel ve Sezer makamı bürokratik vesayetin çizdiÄŸi sınırlar içinde deÄŸerlendirseler de, artık CumhurbaÅŸkanlığı Genelkurmaydan sonraki makam olma hüviyetini kaybetmiÅŸtir.
Bilhassa Abdullah Gül'ün cumhurbaÅŸkanlığına seçilme süreci, bürokratik vesayetin kalesi olarak nitelenen cumhurbaÅŸkanlığının, Türkiye'nin vesayetçi elitleri için ne kadar önemli olduÄŸunu ortaya koymuÅŸtur. Öyle ki, 367 toplantı yeter sayısı gibi bir garabet icat ederek, kendisinden önceki cumhurbaÅŸkanlarının seçildiÄŸi usûlle Abdullah Gül'ün seçilmesini engellemiÅŸlerdir. 27 Nisan 2007 tarihli bir muhtıra ile seçim sürecine ordu doÄŸrudan müdahil olmuÅŸtur. Fakat AK Parti iktidarı bu muhtıraya, ordunun konumunu hatırlatan özlü bir cevap ile karşı koymuÅŸtur. Ä°ÅŸte bu son dönem/duruÅŸ siyasi hayatımızda önemli bir kırılma noktasıdır. Siyasal iktidar, bu engellemelere karşın halka gitmiÅŸ, güven tazelemiÅŸ ve bir referandumla cumhurbaÅŸkanının halk tarafından iki dönem için seçilmesini karara baÄŸlamıştır. Ve Abdullah Gül'ün cumhurbaÅŸkanı seçilmesi saÄŸlanmıştır. Kısacası Abdullah Gül Meclis'in seçtiÄŸi son cumhurbaÅŸkanı olmuÅŸtur. Gül'ün vesayetin deÄŸil, seçimli siyasetin adayı olarak geldiÄŸi makamı son derece yetkin bir ÅŸekilde doldurduÄŸu açıktır. Siyasal iktidarla geliÅŸtirilen seçici uyumun Türkiye'de bugüne kadar eÅŸine pek rastlanmayan bir sinerji ürettiÄŸi de herkesin malumudur. Gül'ün cumhurbaÅŸkanlığı dönemi, eskiden yeniye arızasız geçiÅŸin özgün bir örneÄŸi olarak tarihteki yerini alacaktır.
CumhurbaÅŸkanlığı Kurumunun Önemi
CumhurbaÅŸkanlığı makamının konumu, Türkiye'yi kimin yöneteceÄŸi sorusuyla doÄŸrudan alakalıdır. Cumhuriyet'in kuruluÅŸundan itibaren parlamenter bir sistemle yönetilmeye çalışılan Türkiye'de, bilhassa çok partili hayatın ikinci dönemi diyebileceÄŸimiz 1946 yılından itibaren ülkenin kimin tarafından yönetileceÄŸi bir sorun olarak ortaya çıkmıştır.
Demokratik seçimlerle iktidara gelen siyasilerin Türkiye için tasavvur ettiÄŸi vizyon ile, bürokratik elitin tasavvur ettiÄŸi vizyon birbiri ile uyumlu olmamıştır. Bu uyumsuzluk, devletin yönetiminde düzensizliÄŸi ve erkler arası bir çatışmayı meydana getirmiÅŸtir. Bu sürece bürokratik iktidar elitinin radikal müdahaleleri, siyaset alanının daralması, siyasetin güdükleÅŸmesi sonucunu doÄŸurmuÅŸ ve ülke varolan potansiyelini kullanamayan bir üçüncü dünya ülkesi olmaya doÄŸru itilmiÅŸtir.
1946 yılında yapılan seçimler "açık oy gizli tasnif' denebilecek bir yöntemle yapılmış ve CHP bu ÅŸaibeli seçimleri kazanmıştır. Ancak 1950'de 1954'te ve 1957'de yapılan tüm seçimlerde yenilgiye uÄŸramıştır. Bu yenilgiler, eski konumunu kazanmaya uÄŸraÅŸan bürokratik elit ve onun siyasi organı hüviyetindeki CHP'yi seçim dışı yollardan iktidar olma arayışına itmiÅŸtir. 27 Mayıs 1960 Ä°htilali seçilmekten umudunu kesmiÅŸ bir siyasi kadronun tasvibi, teÅŸvikiyle yapılmış ve böylece Türkiye darbeler dönemine girmiÅŸtir.
27 Mayıs darbesinden sonra yapılan anayasa, seçilmiÅŸ siyasilerin yetkilerini sınırlayan ve siyasetin alanını daraltan bir mantıkla kurgulanmıştır. Siyasetin doldurmasına izin verilmeyen alanlar bürokratik vesayet kurumlan tarafından doldurulacak ÅŸekilde dizayn edilmiÅŸtir. MGK, Yargıtay, Danıştay, Anayasa Mahkemesi, üniversitelerin oluÅŸturduÄŸu bu iktidar bloÄŸunun ortasında ordu yer almış ve cumhurbaÅŸkanlığı ise, seçilmiÅŸ siyasetin alanı dışında teÅŸekkül eden devlet iktidarının orkestrasyonu ile görevlendirilmiÅŸtir. Bu devlet iktidarı, mevcut iktidar alanının çok büyük bir kısmını kullanan ve yaptıklarından dolayı siyasi bir sorumluluÄŸu olmayan bir mahiyet arz ediyor. Devletin asıl sahibi olarak hareket eden bu blok, seçilmiÅŸ siyasilerin yaptıklarını denetlemek, gerektiÄŸinde onları frenlemek ve cezalandırmak hakkını da defakto olarak kendinde görüyor.
Bu iktidar bloÄŸunun karşısında seçim kazanıp milletten yetki alarak devleti yönetme görevini üstlenmiÅŸ yasama ve yürütme kurumu bulunmaktadır. Devleti yönetmek üzere seçilmiÅŸ,
yasama ve onun içinden çıkan yürütme, iktidar alanının ancak %40 gibi bir kısmın üzerinde hak sahibi olabiliyor. Çünkü, kalan %60'ı devlet iktidarını temsil eden yetkili ancak sorumlu olmayan bürokratların hakimiyetinde bulunmaktadır.
Türkiye, 1961 Anayasası'yla kurulan ve 1982 Anayasasıyla daha da tahkim edilen bu garip düzenle bugünlere gelmiÅŸ ve halkın mutluluÄŸu, ülkenin geliÅŸmesi için kullanabileceÄŸi enerjisini kısır iç çekiÅŸmelere harcamıştır. 1960'tan bu yana üç doÄŸrudan darbe, bir post-modern .darbe ve bir seri darbe teÅŸebbüsü yaÅŸamıştır. Bütün bu darbeler ve darbe teÅŸebbüsleri, halkın en etkili söz söyleme alanı olan siyasetin alanını daraltan ve halkı iktidar alanında söz sahibi olmaktan uzaklaÅŸtırmaya çalışan eylemlerdir.
Bu düzende, devlet gücü, cumhurbaÅŸkanı, ordu ve hükümet tarafından temsil ediliyor. Gücünü rejimin koruyuculuÄŸundan alan ordu ile hükümet arasındaki koordinasyon cumhurbaÅŸkanı tarafından saÄŸlanıyor. Bunu, yaÅŸanan siyasi tecrübeye tercüme edersek, seçilmiÅŸ siyasi iktidar, devlet iktidarı bloÄŸunun iki önemli unsuru cumhurbaÅŸkanı ve ordu tarafından bloke ediliyor demek daha doÄŸru olacaktır.
SeçilmiÅŸ CumhurbaÅŸkanı ve Siyasetin GeniÅŸleyen Alanı
"Devlet iktidarı" ve "Siyasi iktidar" kavram-sallaÅŸtırması, siyaseti küçümseyen, siyaset adamını küçük düÅŸürücü, devleti ve devlet adamını kutsayan bir anlayışa iÅŸaret eder. Devlet adamı, devlet idaresinin bilgisine sahip, idare etme yeteneÄŸine haiz, meÅŸruiyetini bu bilgi ve yetenekten alan, seçim ve benzeri endiÅŸelerden uzak bir kiÅŸi, kavram olarak tasavvur edilmiÅŸtir. Tabiidir ki, bu nev-i ÅŸahsına münhasır kiÅŸinin hakim figür olduÄŸu bir tasavvur içinde siyasetin fazlaca yeri ve önemi olamaz. Halkın iktidara katılma alanı olan siyaseti küçümseyen bu anlayış, vesayet sisteminin temelini teÅŸkil etmektedir.
"Kökleri Osmanlı dönemine giden 1960 darbesi sonrasında güç kazanan, vesayet rejiminin de temel tezlerinden olan bu yaklaşım, siyasetin temsil özelliÄŸini küçümsemekle kalmamakta, devlet idaresinin belirli bilgiler çerçevesinde gerçekleÅŸtirilmesi gereken bir eylem olduÄŸu varsayımı üzerinden ona özerk bir alan * bahÅŸetmektedir."
Åžükrü HanioÄŸlu bu özlü tesbitterı sonra, yakın dönem siyasi hayatımızı özetleyen ÅŸu cümlelerle yazısına devam ediyor:
"Bunun doÄŸal neticesi olarak zikredilen bilgiyi özümsemiÅŸ, devletin çıkan ve halkın uzun vadeli yararına vakıf, seçim ve benzer vülger endiÅŸeleri bulunmayan kiÅŸi olarak kutsanan "Devlet adamı" söz konusu özerk ve siyasetin müdahalelerinden korunan alanın doÄŸal sahibi olarak kavramsallaÅŸtırılmaktadır."
"Demokrasi tarihimizi "Siyaset in bu özerk alanı daraltma ve tedricen ortadan kaldırma mücadelesi olarak yorumlamak yanlış olmaz."
2007 yılında cumhurbaÅŸkanının halk tarafından iki dönem için seçilmesi kararının alınması, bu özerk alanın daraltılması yolunda alınmış çok önemli bir karar olduÄŸunu hatırlamalıyız. Nitekim o karara dayalı olarak sayın Recep Tayyip ErdoÄŸan'ın cumhurbaÅŸkanı seçilmesi, siyasi alanın geniÅŸlemesi ve siyaset dışı özerk alanın iyice daralması ve vesayet rejiminin ana damarlarından birinin kopması anlamına gelmektedir. CumhurbaÅŸkanını halktan ve siyasetten kopararak adeta rehin alan vesayet sistemiyle yapılan mücadelede önemli bir mesafe kat edilmiÅŸtir. Bu mücadele sonunda cumhurbaÅŸkanını halkın seçmesi kararı, cumhurbaÅŸkanını tekrar toplum ve siyasetle buluÅŸturmuÅŸtur.
27 Mayıs rejimi cumhurbaÅŸkanının halk tarafından seçilmesine son vermiÅŸ ve onun, parlamento tarafından ve bir dönem için seçilmesini karara baÄŸlamıştı. Halk tarafından seçilmeyeceÄŸi için halka hesap vermeyecek, bir dönem için seçileceÄŸi için parlamentonun kaygılarına da duyarlı olmak zorunda kalmayacak ve sadece vesayet sisteminin kaygılarına da dikkat edecek, beklentilerini karşılayacak bir ÅŸekilde kurgulandı cumhurbaÅŸkanlığı makamı. Bu, kurgunun sıradışı iki uygulaması olarak Turgut Özal ve özellikle Abdullah Gül’ü zikretmek gerekir.
Halk tarafından ve iki dönem için seçilen cumhurbaÅŸkanı, siyasete ve toplumsal taleplere duyarlı olacaktır. Halkın %50 den daha fazla bir kesiminin oyunu alarak gelinen bu makam, elbette bu oyun ağırlığına baÄŸlı bir konuma sahip olacaktır.
10 AÄŸustos cumhurbaÅŸkanlığı seçimi, vesayet rejiminin Çankaya'daki nöbetini sona erdirmesi açısından son derece önemlidir! Artık Çankaya vesayet rejiminin iktidar alanından,
seçimli siyasetin tayin ettiÄŸi iktidar alanına dahil olan bir kurumdur.
Vesayete karşı mücadelenin liderliÄŸini yapmış olan Tayyip ErdoÄŸan'ın seçimli dönemin ilk cumhurbaÅŸkanı olması da ayrıca öneme haizdir. Bu seçim, bir hakkaniyetin gereÄŸi olduÄŸu kadar, makamın, eski dönemden farkını açık bir ÅŸekilde ortaya koyacak yetkinlikte bir lider tarafından doldurulması da ağırlıklı bir öneme sahiptir.
Misyon DeÄŸil, Görev DeÄŸiÅŸimi Türkiye, 10 AÄŸustos'tan itibaren bir seri deÄŸiÅŸikliÄŸi hiçbir sarsıntıya meydan vermeden gerçekleÅŸtirmiÅŸtir. CumhurbaÅŸkanlığı seçiminin akabinde, Ahmet DavutoÄŸlu'nun AK Parti Genel baÅŸkanlığına seçilmesi ve baÅŸbakan olarak görevlendirilmesi, önümüzdeki dönemin nasıl bir atmosferde geçeceÄŸine iliÅŸkin belirgin ip uçlarını ortaya koymaktadır. Tayyip ErdoÄŸan'ın baÅŸ danışmam olan Yalçın AkdoÄŸan DavutoÄŸlu'nun baÅŸbakan olarak görevlendirilmesinin bir "misyon deÄŸil görev deÄŸiÅŸimi" olduÄŸunu belirtti. DavutoÄŸlu bu göreve emanetçi olarak deÄŸil, ehliyetinden dolayı seçildi.
Gerçekten de, cumhurbaÅŸkanı ErdoÄŸan'ın, emireri mesabesinde bir baÅŸbakan isteyeceÄŸini söyleyenler ve öngörenler, DavutoÄŸlu'nun aday gösterilmesiyle ciddi ÅŸekilde yanıldılar. DavutoÄŸlu, makamlara gerektiÄŸinden fazla önem vermeyen, geldiÄŸi makamlara güç katan, ekip çalışmasına öÄŸrencilik yaÅŸlarından bu yana alışkın olan bir siyaset adamıdır. KiÅŸiliÄŸini çatışmada deÄŸil, hakkaniyetli ve sorumlu uyumlulukta bulan bir yöneticidir. DışiÅŸleri Bakanlığı gibi, vesayet rejiminin en rafine kurumlarından olan bakanlıkta yaptığı zihniyet deÄŸiÅŸimi, onun yetkin bir bilim adamı olduÄŸu kadar, kararlı bir siyaset adamı olduÄŸunu da ortaya koymuÅŸtur.
Åžehir Üniversitesinden Ahmet OkumuÅŸun Sayın DavutoÄŸlu'nu çok iyi ifade ettiÄŸini düÅŸündüÄŸüm ÅŸu sözlerine aynen katılıyorum:
"DavutoÄŸlu ÅŸu üç vasfı ÅŸahsında cem etmiÅŸ diye düÅŸünüyorum: tutkulu bir mümin, tecessüs sahibi bir fikir adamı ve siyaseti olan bir müslüman."
Evet, bu özelliklere sahip olan birini halef olarak seçmesi de, ErdoÄŸan'ın maharetinin bir göstergesidir...
Facebook Yorum
Yorum Yazın