Bu Bahar Başka Bahar...

Nisanın bahara göz kırptığı, bulutların arasından kendine yer bulan güneşin sıcaklığını gösterdiği,gece asılı fenerler gibi parlayan yıldızların bolca olduğu günler bu günler. Araya sıkışan birkaç günlük yağmur süsü olmuş baharın. Daha çoşkulu herkes, her şey daha sevinçli, yürekler umutlu yeni aşklara yeni hayatlara.
 
Böyle heyecanlı bir günde karşımda oturan insan kış havasından henüz çıkamamış gibi yasta. Sevmiyor Nisan aylarını. Üç senedir Nisan ayı yas ayı onun için. Ve arkadaşları olan bizler için.
 
-Bak dertlenme, bırak bu Nisan başka olsun, umudun yüreğini doldursun, yeniden aşk olsun. Dersin soyuna, sopuna küfretmişim.
-Olmasın
Diyor, sert ve kızgın.
- Hoş oldu da ne oldu.
Ben biliyorum onun ne acıların üstünden atlamaya çalıştığını ne umutlarla olmayan aşkına sahip çıktığını. Ben biliyorum ilk burada şimdi oturduğumuz yerde ‘’kalbim yerinden çıktı aşık oldum. Kapıdan girdi ve aşık oldum‘’ dediğini. Düşünüyorum ne geçti ki üstünden ilk burada paylaştığımızda heyecanını. Birden canlanıyor gözümde onun heyecanlı halleri.
 
Nisan onbeş, o zamanda herkesin  içi kıpır, kıpır dersin yaş onbeş. Yeni umutlar almış ayrılıkların kırgınlıkların yerini.. Sadece üç sene öncesinin  Nisan’ı..
 
‘’Buluşalım mı’’ diyor coşkulu sesiyle, ’’olur buluşalım aynı yer aynı masa’’.
Ondan önce ordayım, işyeri uzak karşıdan gelecek. Yüksek teras mekanımız. Rüzgar yüzüme yüzüme vuruyor, dalmışım. Arkamda gelmiş duran arkadaşımın enerjisi  kendinden önce yer buluyor karşımdaki sandalyede.
 
‘’Uçarak geldim’’ diyor, ‘’sanki dersin yer yok  basmıyorum bulutlardayım  kalbim bugün çıktı yerinden, artık yok birine ait o’’.
 
Bende şaşkınlık onda lafa nerden başlayacağının karmaşası. ’’Dur diyorum önce otur derin nefes al öyle başla’’.
 
Hatta baştan başla. En baştan ayaklarının yere bastığı andan. Önce birkaç cümleyle oradan oraya atlayarak anlatıyor, benim bir şey anlamamış şaşkın bakışlarımı görünce ‘’tamam ya karıştı yine ben başa döneyim‘’ diyor.
 
‘’Bak şimdi anlatıyorum’’  Bugün canım sıkkın, hani saatlerin durduğu, zamanın siyah beyaz olduğu Türk filmi gibi anlar vardır ya, işte o anlardan bir anda başım önümde, kapı açılıyor. Karşımda dayı, hani herkesin dayı dediği sevimsiz adam. Kaldırdığım başımı görmezden gelip tekrar eğecekken arkasındaki adama takılıyor gözüm. Esmer, uzun boylu, dik omuzlu, mavi gömlek var üzerinde, ’’Allah’ım analar ne evlatlar doğuruyor‘’ diyorum. İçimde bir şeyler değişiyor yoksa ben gerçekten Türk filmi dönemindeyim, karşımda dersin Yılmaz Güney. Ben geçtim başka boyuta, oldum hemen Filiz Akın.
 
Adam gayet dik, mağrur geçiyor önümden. Bana ihanet eden gözlerim peşine takılı, kulaklarım tüm alıcılara açık. Yüreğim o an olmuş avare.
 
‘’Berat ... Mardin’den geldi ,biraz mal lazım  kendisine’’ diyor, dayı.
 
Hahh, Mardin’liymiş. Dilimde hemen, Mardin kapı şen ola, ley ley  türküsü.
Allah’ım sen aklımı koru ne oluyor bana böyle, yerinden kalkmaya aciz bacaklarım şahlanıp dört nala koşacak sanki. Onbeş yaş boyutundayım. Kalkıp kendimi göstermek çabası içindeyim. Elim olmadı anlarda saçımda, edalarım tam Türk filmi  görüntülerinde.
 
Dayı gururlu, yanındaki şahıs pek kıymetli bunun farkında. Ağır abi tam ağır. Artist dedim boşuna değil. Gözlerini yerden kaldırmıyor. ’’Bak be kardeşim kaldır gözlerini de bir bak’’diye bağıracağım nerdeyse. Zaten gidip en  kuytu yerdeki koltuğa oturmuş, tek gördüğüm ayakları. Dost başa düşman ayağa bakarmış, bakmıyorum inatla ben düşmanı değil dostu, hatta mümkünse sevdiği olmak istiyorum. Ara sıra kalkıp masanın yanına geldiğinde görüyorum uzun boyunu. ’’Yok kesin bu zamanda değilim Yılmaz Güney’li dönemde bir film çevirmekteyiz’’diyorum kendi kendime. Kaybettiğim kendimi  bulduğum aralarda.
 
Alışlar verişler bitiyor sıra hesap işinde. O iş benim işim ya; herkesin ilgisi bende. Birden kendimi maliye bakanı gibi hissediyorum. Elimdeki liste dersin bütçe planı, çok kıymetli. En ağır halimle yapıyorum ki bitmesin, Jönüm gitmesin. Ara sıra kalkıp yanlarına gidiyorum soru sormak büyük bahanem. Gören zanneder Fizan’dayım. Masamdan sorsam duyamazlar sanki. O da yetmez gibi iş arası çay verme telaşına düşüyorum. Coşmuşum olmuşum çaycı. Eğilip ağır abi’ye çay verirken neredeyse tepsiyi sallayıp ’’çaylar demli abiler’’ diyeceğim.
 
İş bitiyor, hesap bitiyor kafası hala yerde, benim kafa zaten Mardin’de.
 
‘’Makbuzunuz’’ diyorum kendime çok yabancı gelen sesimle. İşte orada görüyorum kapkara gözlerini. İçime doğru ılık, ılık akan sıcaklığının,oradan yüreğime ulaşıp yol bulmasını o anda hissediyorum. Ateş başlıyor düştüğü yeri yakmaya. Sigara içerken incelediğim elleri uzanıyor alıyor kalbimi avuçlarına ve Yılmaz Güney edasıyla hafif bir tebessüm konduruyor yüzüne, zaten hoş olan sesine daha da hoşluk katıp ‘’kolay gelsin,iyi günler‘’ diyerek gidiyor.
 
‘’Kolay gelsin ha bundan sonra bana kolay mı gelir hasretlik’’ diyor yüreğim. İşte böyle ben kalbimi veriyorum  bilinmeze.
 
Nihayet tamamlamıştı hikayesini arkadaşım. O gün bütün bunları  dinlediğimde ben içimden olabileceğine inanmamış gelip geçici anlık heves zannetmiştim. Oysa onların aşkı bir şekilde başlamış çok derin yaşamışlardı. Mesafeleri birbirlerine verdikleriyle kalpleriyle kapatmış hep yan yana gibi olmuşlardı. Geceleri uzun konuşmaları sabaha dek sürmüş gündüzleri gecelerine karışmıştı. Ayda bir kere görselerde birbirlerini onlar her günü ben değil biz diye yaşamışlardı. Bir sene süren sevda daha seyrek konuşmalarla,  hasretin verdiği kırgınlıklarla üç seneyi bulmuştu.
 
Şimdi, ne kadar olmuştu görüşmeyeli, giden unutmuş, kalan yaralarının kabuk bağlamasını beklemişti. Oysa arkadaşımın yarası ne kanamış ne kabuk bağlamış, acısı hep ince sızı olup onu ağlatmıştı. Sığamamıştı hiçbir yere verdiği kalbini alıp tekrar koyamamıştı yerine, o artık boş ve boşluktaydı. Üç yıl acılarını, kırgınlıklarını onarmamış o hep öyle bir yanı yarım, yıkık dökük kalmıştı..
 
Sevmiyordu işte Nisan aylarını. Acısı nüksediyordu her bahar başlangıcında. Şimdi burada yine onun acısıyla   ‘’uçarak geldim, basmıyorum yere ‘’ dediği güne daldığımda anlıyorum bu Nisan’ların onun için artık bahar sayılmayacağını. Üç sene üstüne  ‘’birer çay içelim artık  ruhunu şad edelim aşkının, tüm aşkların ‘’diyorum, silkelenip anılardan…