Çözüm sürecinin baÅŸladığı yaklaşık iki yıldan bu yana süren barış ortamının oluÅŸturduÄŸu iyimser havayı ciddi bir ÅŸekilde zedeledi bu olaylar. Sürecin yeniden sorgulanması gereÄŸi ortaya çıktı. Çözümün tarafları arasında varolan ve süreç içinde giderilmeye çalışılan güven sorunu, maalesef yeniden ve daha güçlü olarak kendini hissettirdi.
6-7 Ekim tarihlerinde meydana gelen olaylar, çözüm süreci baÄŸlamında oluÅŸan durumu yeniden düÅŸünme gerekliliÄŸini ortaya çıkardı. BilindiÄŸi gibi IŞİD’in saldırısına uÄŸramanın hıncını, Türkiye’de insanları öldürerek, devlet dairelerini ve kendilerinden olmayan insanların iÅŸyerlerini yakarak, yıkarak çıkarmaya çalışanlar genelde PKK’nın militanları ve sempatizanlarıydılar.
Çözüm sürecinin baÅŸladığı yaklaşık iki yıldan bu yana süren barış ortamının oluÅŸturduÄŸu iyim- ser havayı ciddi bir ÅŸekilde zedeledi bu olaylar. Sürecin yeniden sorgulanması gereÄŸi ortaya çıktı. Çözümün tarafları arasında varolan ve süreç içinde giderilmeye çalışılan güven sorunu, maalesef yeniden ve daha güçlü olarak kendini hissettirdi.
Sergilenen vandalizm, çözüm sürecini meÅŸruiyet sıkıntısına soktu. Süreç, çatışmanın durması ve ölümlerin olmaması üzerinden meÅŸruiyetini saÄŸlıyordu. Sürece destek veren Kürtler ve Türkler varolan itirazlarını yukarıdaki gerekçeyle askıya almışlardı. Kürt siyasal hareketinin ortaya koyduÄŸu ölüm ve yıkımlara sebebiyet veren 6-7 Ekim eylemleri, sürecin beslendiÄŸi meÅŸruiyeti bilhassa duygusal açıdan ciddi ölçüde yaraladı. Hele Kobani vesilesiyle sokaÄŸa çıkma çaÄŸrısının, HDP eÅŸ baÅŸkanı Selahattin DemirtaÅŸ tarafından yapılması olayların baÅŸ sorumlusunun PKK ve bileÅŸenleri olduÄŸu algısını halkın büyük çoÄŸunluÄŸunda güçlendirdi. HDP’nin açıkladığı gibi olayların provokasyon olduÄŸunu kabul etsek bile, bu durum provokasyon ortamını saÄŸlayan çaÄŸrının HDP tarafından yapıldığı gerçeÄŸini deÄŸiÅŸtirmiyor ve onu sorumluluktan kurtarmıyor.
OrtadoÄŸu’da YaÅŸanan Stratejik Deprem ve Çözüm Süreci
Åžüphe yok ki Türkiye, sorunlu bir coÄŸrafyanın içinde bulunuyor. Yaklaşık yüz yıldan bu yana hem kültürel hem de siyasal olarak bu coÄŸrafyadan kendini soyutlamak istese de son 10-15 yıl içinde bunun hem mümkün olmadığı hem de gerekli olmadığı ortaya çıktı. Dolayısıyla Türkiye’de yaÅŸanan hadiseleri bölgesel ÅŸartlardan ve bölge siyasetinden ayrı düÅŸünmenin, olanı biteni doÄŸru anlamayı engelleyeceÄŸi açık- tır. Ülkede meydana gelen son olayların da bu perspektiften deÄŸerlendirilmesi bizi daha doÄŸru sonuçlara ulaÅŸtıracaktır.
Ä°kinci Dünya Savaşı sonrası oluÅŸan soÄŸuk savaÅŸ düzeni Sovyetlerin savaÅŸtan çekilmesiyle 1990’ların başında sona erdi. Yalta AntlaÅŸması’yla oluÅŸan soÄŸuk savaÅŸ düzeni, benzeri bir antlaÅŸma olmadan sahneden çekilince, yeni düzenin oluÅŸumu ‘kontrollü esneklik’ içinde bir sürece bırakıldı. Avrupa, ABD’nin de desteÄŸiyle kendi bütünlüÄŸünü saÄŸladı. Ä°kinci savaÅŸ sonrası Sovyet peyki haline gelmiÅŸ doÄŸu Avrupa ile bütünleÅŸti. Sovyetler ise, ulus devlet sınırlarının dışına taÅŸarak, bağımsızlıklarını kazanan eski Sovyet cumhuriyetleriyle yeni bir birliktelik oluÅŸturdu. Dolayısıyla bu iki bölge eski düzenden yeni düzene geçiÅŸi saÄŸlamış oldular. OrtadoÄŸu denilen Ä°slâm coÄŸrafyası ise, yüzyılın başından beri devam eden suni düzenle hayatını sürdürmeye çalışıyordu. Dünyanın diÄŸer coÄŸrafyalarında yaÅŸanan deÄŸiÅŸimlere raÄŸmen, OrtadoÄŸu’da eski düzenin sürdürülmeye çalışılması bölgedeki gerilimi ve deÄŸiÅŸim isteÄŸini arttırdı. BilindiÄŸi gibi, bölge Ä°ngilizlerin ve Fransızların Birinci Dünya Savaşı sonunda oluÅŸturduÄŸu suni bir devletler coÄŸrafyası ve bu coÄŸrafyayı oluÅŸturan güçlerin tayin ettiÄŸi bir vekâlet sistemiyle yönetiliyordu. Vekâleti halkından almayan bölge yönetimleri, kendilerine vekâlet veren devletlerin koruması altında halklarını gözetim ve denetim altında bulundurmak kaydıyla, varlıklarını devam ettiriyorlar. Ancak, bugün bölgede vekâlet yönetimlerinin hâkim olmakta zorlandığı siyasal ve sosyal bir iklim çıkmış durumda. Genelde “Arap Baharı” olarak nitelenen sosyal ve siyasal hadiseler bölgedeki sistemi ciddi bir biçimde sarsıntıya uÄŸrattı. Tunus, Mısır, Libya gibi ülkelerde kitlesel hareketler siyasal iktidarları devirdiler. Tunus’ta ve Mısır’da seçimler Ä°slâmcıları iktidara getirirken, savaÅŸ düzeni Sovyetlerin savaÅŸtan çekilmesiyle 1990’ların başında sona erdi. Yalta AntlaÅŸması’yla oluÅŸan soÄŸuk savaÅŸ düzeni, benzeri bir antlaÅŸma olmadan sahneden çekilince, yeni düzenin oluÅŸumu ‘kontrollü esneklik’ içinde bir sürece bırakıldı. Avrupa, ABD’nin de desteÄŸiyle kendi bütünlüÄŸünü saÄŸladı. Ä°kinci savaÅŸ sonrası Sovyet peyki haline gelmiÅŸ doÄŸu Avrupa ile bütünleÅŸti. Sovyetler ise, ulus devlet sınırlarının dışına taÅŸarak, bağımsızlıklarını kazanan eski Sovyet cumhuriyetleriyle yeni bir birliktelik oluÅŸturdu. Dolayısıyla bu iki bölge eski düzenden yeni düzene geçiÅŸi saÄŸlamış oldular.
OrtadoÄŸu denilen Ä°slâm coÄŸrafyası ise, yüzyılın başından beri devam eden suni düzenle hayatını sürdürmeye çalışıyordu. Dünyanın diÄŸer coÄŸrafyalarında yaÅŸanan deÄŸiÅŸimlere raÄŸmen, OrtadoÄŸu’da eski düzenin sürdürülmeye çalışılması bölgedeki gerilimi ve deÄŸiÅŸim isteÄŸini arttırdı.
BilindiÄŸi gibi, bölge Ä°ngilizlerin ve Fransızların Birinci Dünya Savaşı sonunda oluÅŸturduÄŸu suni bir devletler coÄŸrafyası ve bu coÄŸrafyayı oluÅŸturan güçlerin tayin ettiÄŸi bir vekâlet sistemiyle yönetiliyordu. Vekâleti halkından almayan bölge yönetimleri, kendilerine vekâlet veren devletlerin koruması altında halklarını gözetim ve denetim altında bulundurmak kaydıyla, varlıklarını devam ettiriyorlar.
Ancak, bugün bölgede vekâlet yönetimlerinin hâkim olmakta zorlandığı siyasal ve sosyal bir iklim çıkmış durumda. Genelde “Arap Baharı” olarak nitelenen sosyal ve siyasal hadiseler bölgedeki sistemi ciddi bir biçimde sarsıntıya uÄŸrattı. Tunus, Mısır, Libya gibi ülkelerde kitlesel hareketler siyasal iktidarları devirdiler. Tunus’ta ve Mısır’da seçimler Ä°slâmcıları iktidara getirirken, Libya tam anlamıyla bir koas yaÅŸamaya devam ediyor. Bölgedeki vekillerini deÄŸiÅŸtirmek isteyen baÅŸta ABD olmak üzere batılı güçler demokratik seçimlerin Ä°slâmcıları iktidarı getirdiklerini görünce, demokrasi taleplerinden vazgeçerek deÄŸiÅŸtirmek istedikleri vekillerini tekrar desteklemeye baÅŸladılar. Mısır’da askeri darbeye destek verdiler. Seçimle gelmiÅŸ iktidarı devirerek, eskinin devamı bir yönetimi iÅŸ başına getirdiler. Bugünlerde seçimlerin yapıldığı Tunus’ta ise nisbi bir uzlaÅŸma ile Ä°slâmcılar yönetimde varlıklarını sürdürmeye çalışıyorlar.
Irak, Suriye, Yemen tam anlamıyla iç savaÅŸ yaşıyor. Bölgenin diÄŸer devletleri ise, bir beka sorunu ile karşı karşıya bulunuyorlar. Kısacası OrtadoÄŸu bölgesel sistemi tam anlamıyla bir çöküÅŸ yaşıyor. Eski düzeni devam ettirmenin giderek zorlaÅŸtığı, ittifakların ve birlikteliklerin çok oynak olduÄŸu, görüÅŸ mesafesinin hayli azaldığı sisli bir bölge manzarası var. Son zamanlarda meydana gelen olaylar, bölgedeki “devletçik”lerin ne kadar zayıf olduklarını gösterdi. Bu “devletçik”lerin egemenlik alanlarını IŞİD benzeri sınır ötesi grupların müdahalesine karşı koruyamadıkları açıkça görüldü. Bölge devletlerinin bazıları dağıldı, bazıları da dağılma sürecine girdi. Yönetimler kendilerine batı tarafından verilen vekâlet görevini yapamaz hale geldiler. Bölge adeta stratejik bir boÅŸluÄŸa düÅŸtü. Burada hesabı olan yerel ve uluslararası güçler, bu stratejik boÅŸluÄŸu kendi hesaplarına deÄŸerlendirmek istiyorlar. Türkiye hemen her kesimin birbiriyle kavga ettiÄŸi bölgede yüz yıllık Kürt Sorunu’nu barışcıl bir biçimde bitirmeye çalışıyor. Bunu üçüncü bir gücün müdahil olmadığı, “millî” ve yerli bir proje olarak yürütüyor. Sorunu bir etnisite sorunu olmaktan çıkarıp, “kazan kazan” esası üzerine birlikte bir yaÅŸam inÅŸa etmeye çalışıyor.
Kabul edilmelidir ki, bölgeyi vekâleten idare eden yönetimlerin dağılma sürecine girdiÄŸi ve devlet dışı güçlerin etkinlik kazandığı bir ortam- da, barışı gerçekleÅŸtirmek oldukça zordur. Barış ortağınız, yol arkadaşınız bu stratejik boÅŸluktan devlet çıkarmaya niyetleniyorsa, zorluk daha da artar. 6-7 Ekim’de yaÅŸanan vandalizm bir yönüyle ÅŸahin PKK’lıların bölgedeki stratejik boÅŸluktan devlet çıkarma eylemi, diÄŸer yönüyle de kendi sorununu kendi iradesiyle çözmeye çalışan Türkiye’nin cezalandırılması eylemidir. Bu eylem, bölge dışı güçlerin bölgeyi dizayn etme isteÄŸiyle bir biçimde ilgilidir. Bütün bölge devletlerinin zayıfladığı, bir kısmının dağılma sürecine girdiÄŸi, bir kısmının ise sırasını beklediÄŸi bir ortamda, Türkiye irade beyanında bulunan ve bölgeye iliÅŸkin tasavvuru olan bir devlet olarak sahnede yer alıyor. Bölgeyi yöneten asli güçlerin pek de alışık olmadıkları bu tavrı hazmetmelerini beklemek safdillik olur. Mutlaka, bu duruÅŸu sergileyen siyasal iktidarı cezalandırmak için gerekli bütün imkânlardan yararlanacaklardır.
BaÅŸbakan’ın yüz yılın projesi olarak adlandırdığı çözüm sürecini akamete uÄŸratmak, iktidarın kitlesel kredisini ciddi bir biçimde düÅŸüreceÄŸi için süreci sabote edecek bütün imkânların devreye sokulduÄŸunu görüyoruz. 6-7 Ekim vandalizminin de bu baÄŸlamda yüreklendirildiÄŸini, siyasal iktidarı terbiye etmenin bir aracı haline getirilmek istendiÄŸini söylemek yanlış olmaz.
Bu tespitle Kürt siyasal hareketinin tümüyle bölge dışı güçlerin aracı haline geldiÄŸini söylüyor deÄŸiliz. Ancak yapılan eylemin provoke edildiÄŸini ve amacından saptırıldığını söylüyorsanız, eyleminizin birileri tarafından araçsallaÅŸtırıldığını da itiraf ediyorsunuz demektir. Dolayısıyla yüz yıllık bir sorunu çözmeye azmetmiÅŸ insanların, kurumların çok daha dikkatli, çok daha hassas olmaları gerekir. Provokasyona açık ve kontrolü güç eylem tarzlarına baÅŸvurmamak, zaten çok kırılgan olan güven ortamını zedelememek, süreci yürüten tarafların özen göstermeleri gereken bir husustur.
Burada bir ÅŸeye daha dikkat çekmek gerekir. Türkiye vesayet rejiminden kurtulma yolunda epeyce mesafe aldıktan sonra, yüz yıllık kangrenleÅŸmiÅŸ Kürt Sorunu’na iliÅŸkin çözüm sürecini baÅŸlatabildi. Fakat gelinen noktada sürecin örgüt tarafından amacına uygun olarak deÄŸerlendirilmediÄŸi görülüyor. Örgütün, sürecin oluÅŸturduÄŸu barış ortamını, kendi vesayetini bölge halkına dayatmak için uygun bir vasat olarak deÄŸerlendirdiÄŸi açık. Kendisi dışındaki herhangi bir siyasal düÅŸünce ve organizasyona yaÅŸama hakkı vermeyen bir anlayışı bölgede yerleÅŸtirmek için çaba sarf ettiÄŸi anlaşılıyor. Böylesi tavır ve davranışlar barışa ulaÅŸması gereken sürecin ruhuna aykırı hareketlerdir. Üçüncü tarafların müdahil olmadığı yerli ve “millî” bir süreç olarak sürdürülen ve güven unsurunun sözden ziyade eylemlerle ortaya koymanın önemli olduÄŸu bir iklimin böylesi hareketlerle yaralanması süreci geciktirmekten baÅŸka bir iÅŸe yaramaz. Hükümet kanadının sürecin baÅŸarısı noktasındaki iradesini ve isteÄŸini, BaÅŸbakan Ahmet DavutoÄŸlu 6-7 Ekim olaylarını deÄŸerlendirdiÄŸi konuÅŸmasında net bir ÅŸekilde ortaya koydu. Ancak karşı tarafın iradesinin net olmadığını ifade eden ÅŸu sözleri de söylemek durumunda kaldı:
“Ortağımızla bir nehirden geçiyoruz, nehrin yarısını geçtiÄŸimiz bir sırada, ortağımız sırtımıza çıktı. Bizim görevimiz ortağımızı sırtımızdan indirmek ve yolumuza devam etmektir.”
DavutoÄŸlu çözüm sürecinin, PKK ve bileÅŸenlerinin bölgesel vesayetini saÄŸlamak için yapılmadığını, buna fırsat verilmeyeceÄŸini, ama bu arıza bahane edilerek de çözüm sürecinden vazgeçilemeyeceÄŸini söylüyor. Ancak hükümetin beyanı kadar, PKK/HDP kanadının da eylemlerle desteklenen net beyanlarda bulunması önemlidir, elzemdir. Taraflar kadim Türk-Kürt birlikteliÄŸini, kırılgan bölgesel ittifaklara ve bölge dışı güçlerin provokasyonlarına kurban etmeyecek bir güven ortamını oluÅŸturmanın samimi gayreti içinde olmalıdırlar. Sürecin istenen sonuca ulaÅŸması, yalnızca Türkiye açısından deÄŸil, bölgeye örneklik teÅŸkil etmesi açısından da önemlidir.
Etnik ve mezhebî fay hatlarının hareketlendirildiÄŸi, ihtilafların çatışma ve savaÅŸ yoluyla çözümlenmeye çalışıldığı bir bölgede, çözüm sürecinin baÅŸarısı, sorunların görüÅŸme, konuÅŸma ve uzlaÅŸma gibi barışçıl yöntemlerle de çözülebileceÄŸine iliÅŸkin umudu yeÅŸertecektir.
Bölgesel Kaosa BulaÅŸmadan Bölgenin Yeniden Yapılanmasına Müdahil Olmak
Türkiye, bu zor politika oyununu oynamak durumundadır. Artık kenarlarda kalma lüksü yoktur. Bölgede geliÅŸen her durumun bir yanıyla Türkiye’yi ilgilendirdiÄŸinin bilinci ve hazırlığıyla hareket edilmesi gerekiyor. Türkiye açısından her dış mesele, aynı zamanda bir iç meseledir. Her an yeni oyunların ve yeni oyuncuların sahneye çık- tığı bu coÄŸrafyada, bir strateji istikametinde oluÅŸturulacak politikalara ve hızlı tavır alışlara ihtiyaç vardır. Burada oluÅŸacak gecikmeler, zamanında tavır alamayışlar, Türkiye’yi sonuçları hiç de iç açıcı olmayan kaoslara sürükleyebilir.
Bu baÄŸlamda IŞİD ve Kobani meselesine bak- tığımızda, bu örgütsel yapıları aÅŸan bir üst aklın varlığını seziyoruz. IŞİD’in yaptığı saldırıların, Türkiye’nin stratejik öncelik verdiÄŸi çözüm sürecine ciddi bir sekte vurduÄŸunu görüyoruz. Irak ve Suriye’de yaklaşık 20 milyon nüfusun yaÅŸadığı geniÅŸ bir bölgeyi iÅŸgal eden bu gücün, meydana getirdiÄŸi istikrarsızlık, bölgenin iÅŸbirlikçi yönetimlerine, krallıklarına meÅŸruiyet saÄŸlayan bir sonucu ürettiÄŸine ÅŸahit oluyoruz.
Birinci Körfez Savaşı’ndan baÅŸlayarak, Ä°kinci Körfez Savaşı’yla mevcut statükoyu yıkan, fakat yerine yeni bir düzen kurmayarak bölgeyi tam anlamıyla bir kaosun içine iten ABD’nin, bölgeye yeni bir kurtarıcı olarak dönmesi IŞİD’in saldırıları ile mümkün olmuÅŸtur.
Devlet olmayan ama adeta devlet aklıyla hareket eden bu yapı, yaptığı eylemlerle Türkiye’nin üzerinde, bölgeye müdahale etmesi konusunda bir baskının oluÅŸturulmasına neden olmuÅŸtur. Irak’ta Maliki yönetiminin Sünnî Müslümanları dışlayan basiretsiz ve mezhepçi politikalarının küstürdüÄŸü bir büyük kesim arasında taban bulan bu örgüt, bölgeyi mezhepçi bir ayrışmaya götüren Ä°ran ve Suudi Arabistan kaynaklı marjinal ve uç politikaların aktivite kazanmasını saÄŸlamıştır. Åžiilik ve Vahhabilik (Sünnîlik deÄŸil) arasındaki ayrışmanın ve çatışmanın bölgeyi teslim aldığı bir iklim, IŞİD’in de katkılarıyla saÄŸlanmıştır. Ä°slâm dünyasının ana omurgasını temsil eden Sünnî anlayışın sessiz kaldığı ve iÅŸlevsizleÅŸtirilmeye çalışıldığı bir ortam saÄŸlanmıştır. IŞİD mensuplarının birçoÄŸunun tek tek iyi niyetli olmaları, bu sonucu deÄŸiÅŸtirmiyor.
Bölgenin yapısında varolan bu zorlukların yanında, Türkiye’nin de birçok zorlukları bulunmaktadır. Kürt sorununun yanında siyasal iktidarı seçimle yıkma umudunu kaybetmiÅŸ olan birtakım güçlerin, nasıl olursa olsun iktidarı yıkma histerisi ile ÅŸeytanla bile iÅŸbirliÄŸi yapabilecek hâle gelmeleri baÅŸlı başına bir sorundur.
Ayrıca Türkiye’nin, soÄŸuk savaÅŸ sonrasında müttefiki olan ABD’den farklı bir OrtadoÄŸu vizyonu geliÅŸtirdiÄŸini görüyoruz. Bu baÄŸlamda, ABD ve Türkiye’nin bölge tasavvurları arasındaki ayrım giderek artmaktadır. Türkiye ve ABD, birçok konuda müttefik ama bölgede çıkarları çatışan birer rakip konumundadırlar. Büyük devletlerin çok da tahammül edemeyeceÄŸi böyle bir durum- da, ipleri koparmadan hassas bir denge üzerinde hareket ederek bu bölgesel rekabetin çok iyi yönetilmesi gerekiyor. Bölge halklarının hukukunu koruyacak ÅŸekilde irade beyanında bulunma potansiyeline sahip tek ülke olan Türkiye’nin, burada etkinlik kazanmaması için türlü entrikaların çevrileceÄŸini söylemek kehanet olmayacaktır. Bundan sonra gerek iç ve gerek dış politikada meydana gelebilecek her geliÅŸme, Türkiye’nin bölgesel politikaları ile bir biçimde baÄŸlantılı olacaktır. Genelde müttefik olduÄŸumuz ülkeler ile bölgesel rekabet politikalarını uygulama zorunluluÄŸu rehavete yer bırakmayan bir aktiviteyi ve dikkati gerektiriyor. Hele bu müttefikiniz ABD ise, dikkatinizin daha keskin olması lazımdır. Unutulmamalıdır ki, fil ile aynı yataÄŸa girenin uyuma lüksü yoktur!...
Kaynak:Umran Dergisi / Kasım 2014
Facebook Yorum
Yorum Yazın