Prof.Dr. Melih Bulu’nun Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atanmasıyla başlayan protestolar, amacının dışına çıkarak “her şeye muhalif” bir gösteriye dönüştü.
Daha önceden tanık olduğumuz Gezi olaylarını anımsatan görüntüler vardı. Yalan, manipülasyon, kaostan beslenen çeşitli örgütler ve maalesef bu ortamdan bırakın rahatsızlık duymayı, nemalanmayı seçen muhalefet partileri.
Bunlara artık şaşırmıyoruz. Ancak ülkenin en seçkin, demokrat ve liberal olduğu iddiasındaki Boğaziçi Üniversitesi’nin bu kavramları birer araç olarak kullanırken aslında hem bilimsel olmaktan uzak hem de statükocu, içe kapalı ve imtiyaz tutkunu bir kurum olarak sergilediği tutuma ne demeli?
Rektör atamasını protesto etmek, en doğal haktır. Olabilir, olmalıdır da. Amaç gerçekten rektörü protesto etmek olsaydı, bunun yöntemi “zeki öğrencilere” yakışan bir yöntem olurdu. Argümanlar nitelikli, bilime uygun, kendi içinde tutarlı ve başkalarının kutsalına da saygı gösteren bir tarz benimsenirdi. Maalesef bunların biri bile yoktu.
Ne karşı çıktıkları sebepler ne de kullandıkları retorikler onları haklı çıkarıyor ve amaçlarına hizmet ediyordu. Ezber, klişe söylemler, her şeye karşı/muhalif olmanın onları zeki, entel, harika çocuklar yapacağını sanmaları, muhtemelen solcu, nefretçi hocalarının eseri.
Bir şeyi istememenin haklı nedenleri varsa, bunun saygı görmemesi ihtimali düşüktür. O haklı nedenleri doğru yöntemle ortaya koyduğunuzda, farklı fikirde olmak bile bu saygıya engel değildir. Hele de amaç bağcı dövmek değil, üzüm yemekse.
Rektöre, “kayyım” deyip bunu HDP’li belediyelere atanan kayyım ile paralel görmenin nesi bilimsel?
Melih Bulu, “Bizden değil” demenin nesi bilimsel?
“AKP’li rektör istemiyoruz!” demenin nesi bilimsel?
“Biz ülkenin en zeki gençleriyiz!” demenin nesi bilimsel?
İmtiyaz arzusunun nesi bilimsel?
Farklı görüşteki hocalara tahammülsüzlüğün nesi bilimsel?
Her şeye rağmen, kapıda öğrencilere çikolata dağıtan rektöre kabalık edip, nezaket kurallarını çiğnemenin nesi zekice ve bilimsel?
Fakat denilseydi ki “Prof. Dr. Melih Bulu, bizim üniversitemize katkı sağlayacak eğitim ve liyakatte değil…” (İftira atmadan, somut gerekçeler ortaya koyarak.)
Veya “Sorun Melih Bulu değil, sadece bizim üniversite de değil. Diğer ülkelerdeki rektör atanması ilgili farklı yöntemler üzerine araştırma yaptık ve bizim için uygun olabilecek yöntemler hakkında iktidarın bizleri dinlemesini istiyoruz.” denilseydi; dinlemeye değer bulmayanları eleştirir, bu çocuklar ülkesi için uğraşıyor derdik.
Zira demokrasilerde yöntem bellidir. Kavgayla, şiddetle, etrafı kırıp dökerek, sokakta iktidar devşirilecek bir ülke değiliz. Talebelerin parlak zekâlarını, üreterek, çalışarak, alternatif sunarak kullanmaları hem kendilerine hem de ülkelerine yararlı olacaktır. Bilimsel de üstelik!
Bunca tantananın ve ben böyle istiyorum şımarıklığının ne demokrasiyle ne de bilimsel yaklaşımla ilgisi var. Ama kendilerini imtiyazlı, seçkin ve dolayısıyla kibirli görmekle yakın bir ilişkisi var.
Aslına bakarsanız bu durum, yılardır süre gelen çok bilindik sosyo-kültürel kutuplaşmanın her fırsatta kendini göstermesinden başka ne ki?
Boğaziçi’nde her kesimden iyi puan alan öğrenciler, tek tip akademisyenlerin profesyonelce yöntemleri karşısında ne kadar kendini koruyabilir ki? Koruyanların sesi ne ölçüde çıkabilir dersiniz? Bırakın öğrencileri, kendilerinden biraz farklı düşünen kıymetli hocaları bile bıktırıp, uzaklaştırdıkları gerçeği biliniyorken…
Demokrasi, özgürlük, hak-hukuk gibi kavramları kullanarak, kendilerini gizlemeyi başaranların karşısında gittikçe farkındalığı artarak, bunlara kanmayan önemli sayıda bir kesim var. Hırçınlıkları sanırım bu yüzden.
Hatırlatılması lazım ki ülkemizde demokrasi var. Seçmenin kararına saygı duymaksızın kendi fikrini topluma mâl etmeye çalışan sesi gür azınlıklar, kendisi gibi düşünmeyen çoğunluğu tahakküm altına alamaz!
Facebook Yorum
Yorum Yazın