Bir Zamanlar Kıbrıs

1878 yılında 93 Harbinden yani Osmanlı-Rus savaşından büyük bir mağlubiyetle çıkmıştık. Ruslar bugünkü Yeşilköy’e kadar gelmiş İstanbul kapılarına dayanmış ve Ayastefanos muahedesini bizlere imzalatmışlardı. Bu muahede Osmanlının son döneminde ki en büyük toprak ve maddi kayıplarını ihtiva eden ve gayet yıkıcı bir muahede (antlaşma) idi. Mart 1878’de imzalamak zorunda kaldığımız ve Balkanların büyük çoğunluğunu hatta Trakya ile birlikte Ege kıyılarımıza dahi dayanan bir parçalanmaya sebebiyet veren maddelerini saymadan evvel 93 Harbine neden girdik ve nasıl yenildik bunu mutlaka belirtmemiz lazım. Aksi takdirde ne bu mağlubiyetin sebebini ne getirdiği acı neticeyi ne de bu antlaşmayı bir kaç ay içerisinde iptal edecek olan Berlin Antlaşmasını nasıl imzaladığımızı Ayastefanos da kaybettiklerimizin bir kısmını ne şekil ve şartlarda geri alabildiğimizi anlayamayız.

Bu yazıyı yazmamıza vesile olan Kıbrıs mevzusunun da mahiyetini anlamamız açısından 93 Harbinin arka planını hatırlamamız elzemdir. Uzun bir yazı olacak zannediyorum. 2019 Kasımında yazdığım ve yazı hayatımda kaleme aldığım ‘’Sultan Vahideddin Han Mustafa Kemal Paşayı Anadolu’ya neden gönderdi’’ isimli makaleden uzun olur mu bilmiyorum. Ayastefanos’u 3 Mart 1878’de imzalamak zorunda olduğumuzu belirtmiştim. Yani Payitahtta Sultan 2.Abdulhamid bulunuyordu. Bu yazı ile ‘’Kim demiş Sultan Hamid döneminde toprak kaybetmedik işte Ayastefanos ve devamında Berlin Antlaşmaları’’ diyenlere de bir cevap vermiş olacağız. 1878 yılının ve öncesindeki 1877 yılının 6 asırlık Osmanlı Hanedanında özel bir durumu vardı. Bu özel durumu anlamadan da bu antlaşmayı ve toprak kaybını kimin sebep olduğunu anlayamayız.

Evet, 23 Aralık 1876’da ilan edilen Kanun i Esasi yani ilk Meşrutiyetle beraber Osmanlı Meclisi Mebusanı teşekkül etmiş ve yaklaşık 6 asır sonra Osmanlı Devleti Mutlakıyetten Meşrutiyete geçmişti. Peki, 93 Harbi ne zaman başlamıştı? O da Ayastefanos muahedesinden yaklaşık 1 yıl önce ve 1877 Nisan ayında başlamıştı. Yani 24 Nisan 1877–3 Mart 1878 arası yaklaşık 11 aylık harbi çıkaranda yöneten de o an da Osmanlı Devletini her hususta idare edende Meşruti idare ve yarısı gayri Müslimlerden müteşekkil Meclisi Mebusan idi. Sultan 2. Abdulhamid ne davası çıkarma ne yönetme ne de sonlandırma yetkisi vardı. Tüm yetki ve binaenaleyh mesuliyet meclisin ve onun içerisinden seçilmiş Mithad Paşa hükümetinin idi. ‘’Padişah Abdülhamid 93 harbini Yıldız Sarayının penceresinden seyretti ‘’ sözleri de ayrı bir vicdansızlık ya da cehalettir. Yetkisi yoktu ki ne yapacaktı cennet mekân?

Pekiyi bu savaşı kim ve neden başlatmıştı?
İşte meselenin püf noktalarından birisi de budur. Bunu anlarsak 1853’te Ruslarla olan Kırım savaşını ve devamında ki yıkımın neden geldiğini de anlarız. Hattı zatında günümüzde 24 Kasım 2015’te Rus uçağının düşürülmesi esnasında ‘’emri ben verdim’’ zihniyetinin sebebini de anlarız. Evet, Nisan 1878 de Osmanlı Meclis i Mebusanının Rus Çarlığına savaş açmasının yegâne sebebi ve yetkilisi Mithad Paşa hükümeti idi. Mithad Paşa o zamanlar o kadar güçlü idi ki 34.Osmanlı Padişahı 2.Abdulhamid’i Kanun i Esasi’yi (2. Meşrutiyeti) ilan etmesi kaydı ile tahta çıkarmıştı 31 Ağustos 1876 da. Yani 2.Abdulhamid Han Mithad Paşa ile yapılan bir pazarlık neticesi ruhen hasta olan ağabeyi 33. Osmanlı sultanı 5.Murad Han’ın yerine gelebilmişti. Kaldı ki Fransız ihtilalinden beri Osmanlı Topraklarında da hasret duyulan Meşrutiyete herkes bir fırsat verilmesi ve tecrübe edilmesine taraftar idi. 33. Sultan 5.Murad Han sadece 3 ay tahtta kalabilmişti. Yani Mayıs 1876’da tahta oturmuştu.

Peki, kimin yerine? Mithad Paşa ve avenesinin elleri kanlı Serasker Hüseyin Avni Paşa’nın başındaki bir çeteye bilekleri kesilerek şehid ettikleri 32. Osmanlı Sultanı Abdülaziz Han’ın yerine oturtulmuştu. Yani İngilizlerin ve Avrupa Masonlarının emri ile o günün emperyalizmi ile yolları ayrılmış olan Sultan Aziz Han önce tahttan indiriliyor 6 gün sonrada kiralık katiller vasıtasıyla bilekleri kesilerek Ortaköy Karakolunun önünde kan kaybından öldürüldüğü günlerde tahta oturtulmuş olan sultan 5. Murad Han’dan bahsediyoruz. 5.Murad Han aynı Mithad Paşa gibi mason ve her hali ile Mithad Paşa hükümetinin kuklası olacak bir padişah idi. Ama kaderin bir tecellisi ile 5.Murad amcası Abdülaziz Han’ın başına gelenler sebebi ile aklını kaybediyor ve tahtta oturmasına imkân kalmıyordu. Onun yerine de Osmanlı Hanedanından birinin çıkacak olması ve sıranın da 2.Abdulhamid Han ile pazarlık edilmesi gerekiyordu. Ortada bir halife ve padişah cinayeti vardı temizlenmesi gereken... Çünkü Abdülaziz Han’ın intihar ettiği iddiası hiç gerçekçi değildi. Bir kişi en fazla tek bileğini keserek intihar edebilirdi. Oysa Sultan Aziz’in iki bileği de kesikti. Ayrıca Abdülaziz Han asla intihar etmeyecek dindar ve sportmen bir kişiliğe sahip tüm cihana namı yayılmış bir pehlivan idi. Bu cinayetin örtbas edilmesi ve Mithad Paşaların da kellesini kurtarabilmesinin tek çaresi vardı. O da Savaş! Başlayacak olan Yıldız Mahkemelerinden kurtulmasının yegâne yolu olarak Ruslarla savaşı öngören İngiliz Emperyalizminin has adamı Mithad Paşa ne yapıp edip Osmanlı Devletini Ruslarla 93 Harbine sokmakta kararlıydı ve bunu da Nisan 1878 de Meclisi Mebusan’a aldırdığı savaş kararı ile Sultan 2.Abdulhamid’e dayatıp imzalatmıştı. Meclisin aldığı karara sultan uymak zorunda idi...

Evet, Mithat Paşa hükümeti ve Kanun i Esasi aslında bir askeri darbe ile iktidara gelmişti. Mayıs 1876 da katlettikleri Abdülaziz Han’ı Serasker Avni Paşa komutasında ki bir askeri çete vasıtası ile devirmişlerdi. Darbe yapan ordular ise doğru düzgün savaşamaz kaidesi gereği Harbe, yani Osmanlı Rus savaşına girmiş ama tarihimizin en yüz kızartıcı mağlubiyetlerinden birini almıştık. Bu savaş esnasında ki ihanetlerden bu yazıda bahsetmeyeceğim. Onu yine Ağustos 2018 de yazdığım ‘’Kripto Tesadüfler’’ detaylıca anlatmıştım. Savaşamayan ordular yenilmeye mahkûmdur kuralı Osmanlı Ordusu da bu mason paşaların komutasında büyük bir mağlubiyet almıştı. İşte 2. Abdülhamid Hanın sabrını bitiren de bu ağır mağlubiyet olmuştu. Anayasada kendisine yetki veren ‘’Meclisi Feshetmeyi’’ kullanıp bu rezilliğe bir son verecekti.

Evet, Kanun i Esasi den aldığı yetki ile 2. Abdülhamid Han meclisi feshedip mebuslarını da 30 yılı aşkın sürecek bir tatile yollamıştı. Ta ki 23 Temmuz 1908’e kadar sürecek bir tatile. Maaşları da bu süre içerisinde ödenmeye devam edecekti. Yılanın başını Mithad Paşa ve avenesineyse hesaba çekmek üzere Yıldız Mahkemesine çıkartmış; hukuk önünde onların amcası 32.Osmanlı Sultanı Halife Abdülaziz’in katilleri olduğunu tescil ettirmişti. İdamlarına hükmedildiği halde kendi yetkisine binaen cezalarını ömür boyu hapse çevirmişti. Mithad Paşa ve avenesinin ülke yönetiminden el çektirilmesinden sonra idare ve güç tamamen Padişah Sultan’a; yani 113. İslam Halifesi Abdülmecid oğlu 2.Abdulhamid Han’a geçmişti. Osmanlı Meclisi Mebusanın kapanma tarihi de 14 Şubat 1878 idi. İşte ancak bu tarihlerden sonra 

yani tek otoritenin 2.Abdulhamid Han olmasını müteakip yıllarda Osmanlı Devleti ne kazandı ne kaybetti ona bakmak lazımdır. Yoksa Davul Abdülhamid’in boynunda tokmak ise Mithad Paşa ve avenesinin elindeki bir sistemde Merhum 2.Abdulhamid’i mesul tutmak ne kadar doğru olur? Şimdi yaptığımız bu uzun girizgâhtan sonra yazımızın temel sebebi olan ‘’Kıbrıs’ı nasıl kaybettik?’’ meselesine! Abdülhamid Han idareyi tam olarak ele aldıktan sonra yaptığı ilk iş çok ağır ve devletimiz için her bir maddesi yıkım olan ‘’Ayastefanos Antlaşmasının’’ iptaliydi.

Peki, bu antlaşma nasıl iptal edilecekti? Bu ağır maddeyi hatırlamakla işe başlayalım. Ayastefanos Antlaşması 3 Mart 1878 tarihinde 93 harbinden (1877-1878 Osmanlı - Rus Savaşı) sonra Osmanlı Devleti ile Rusya arasında imzalanan bir anlaşmadır. Rusya bu antlaşma ile Osmanlı’ya karşı bir politika izleyerek Balkanlarda Panslavizm politikasını uygulamış ve bölgede Osmanlı’ya karşı Balkan uluslarının isyanlar çıkarmasına sebep olmuştur. Çıkan isyanları Slav ırkının hamisi göreviyle büyüten Rusya, Osmanlı Devleti’ni tek başına bırakarak bölgede etkin olmayı amaçlamıştır. Böylece en büyük amacı olan sıcak denizlere inme politikasına devreye sokmak istemiştir. Osmanlı Devleti 93 Harbi’nde çok ağır bir yenilgi almış bunun sonucunda barış istemek zorunda kalmıştır. Rus Başkomutan Nikolay Aleksandroviç Romanov (daha sonra son Rus Çarı olacak olan Romanov hanedanının kurşunlanarak öldürülen son Çarı) barış görüşmelerini mütareke ile birlikte yapılmasını istemiştir. Zor durumda olan Osmanlı şartları kabul etmiş 3 Mart 1878 tarihinde Yeşilköy’de çok ağır şartları kapsayan Ayastefanos Antlaşması imzalanmıştır.

Devletimiz için çok ağır şartlar taşıyan Ayastefanos Muahedesinin en önemli maddeleri ise;
-Bosna Hersek iç işlerinde tamamen bağımsız olarak hiçbir devlete bağlı olmayacaktır.
-Romanya Sırbistan ve Karadağ sınırları genişletilecek ve bağımsızlık verilecektir.
-Batıda büyük bir Bulgaristan Krallığı kurulacak ve bu krallığın sınırları Trakya’dan Arnavutluk’a Tuna’dan Ege’ye kadar varacaktır.
-Osmanlı Devleti savaş tazminatı olarak Rusya’ya 30.000 ruble 245 milyon Osmanlı altını ödeyecektir.
-Teselya Yunanistan’a Teslim edilecektir.
-Bulgaristan asilleri tarafından yeni Bulgar Anayasası hazırlanacaktır.
-Boğazlar savaş ve barış döneminde tüm gemileri açık olacaktır.
-Ermenistan ve Girit’te ıslahatlar yapılacaktır.
-Ardahan, Artvin, Kars, Doğubeyazıt, Eleşkirt ve Batum Rusya’ya bırakılacaktır.

Çok ağır şartlar içeren Ayastefanos Muahedesiyle Sırbistan, Karadağ, Romanya bağımsızlıklarını elde etmişti. Tuna boylarından Akdeniz Bölgesi ne kadar ise büyük bir Bulgaristan Prensliği kurulmuştu. Osmanlı Devleti’nin ise Avrupa’da Trakya Bosna-Hersek ve Arnavutluk toprakları elinden çıkmıştı. Ayastefanos Muahedesi Osmanlı Devletini ne kadar zayıflattı ise Rusya’yı da o kadar güçlendirmiş ve nüfuz sahasını fevkalade genişletmişti. Bu ise başta İngiltere olmak üzere Batılı devletleri gayet tedirgin etmişti. Bilhassa 1856 Paris antlaşmasını da refüze eden bu ağır muahedeyi batılı ülkeler tanımak istememişlerdi. İşte burada Abdülhamid’in dehası devreye girecekti. Mithad Paşaların kamburundan kurtulan sultan artık diplomasiyi de bizzat yönetiyordu. Başta İngilizlerin olmak üzere Avrupa Devletlerinin, Rusya’nın bu derece güçlenmesinden endişe ettiklerini gören siyaset dehası Abdülhamid Han hemen bu ülkelerle görüşerek Berlin’de bir konferans toplanması için çalışmalar başlattı. 13 Temmuz 1878’de yani Ayastefanos’dan yaklaşık 4 ay sonra Berlin Muahedesi gerçekleştirildi. Buna göre Ayastefanos da kaybedilen birçok toprağı Berlin antlaşması ile geri almıştık.

Şimdi Berlin de imzalanan bu maddeleri bir hatırlayalım. Berlin antlaşması toplam 13 madde içeren bir antlaşmadır. 
Berlin antlaşmasının maddeleri şu şekildedir;

-Sırbistan, Romanya ve Karadağ bundan böyle bağımsız devlet olacaktır.
-Bosna Hersek’in bağımsızlığı geçici bir süre ile Avusturya yönetimine verilecektir.
-Bulgaristan 3 bölgeye ayrılacak ayrıca Bulgaristan sınırları küçülecektir.
-Esas olan Bulgaristan bölgesi Osmanlı imparatorluğuna vergi ödeyecek. Ayrıca bu bölge iç işlerinde bağımsız dış işlerinde Osmanlı imparatorluğuna bağlı olan özerk bir bölge konumunda olacaktır.
-Kars, Ardahan ve Batum Rusya’ya verilecektir.
-Doğu Rumeli bölgesi Osmanlı imparatorluğuna verilecektir. Atanacak olan vali ise mutlaka Hristiyanlık inancına mensup olacaktır.
-Makedonya Osmanlı imparatorluğuna bırakılacaktır. Fakat bu ancak Islahat ile mümkün olacaktır.
-Doğubayazıt Osmanlı imparatorluğuna bırakılacak.
-Taselya bölgesi taraf olan devletlerin Yunanistan’a ait olduğu tanınacaktır.
-Kosova Osmanlı imparatorluğuna bağlı olarak kalmaya devam edecektir.
-Osmanlı imparatorluğu Rusya’ya iki katı vergi ödemeyi kabul edecektir.
-Osmanlı imparatorluğunun Rusya’ya ödemesi gereken tazminat takside bağlanacaktır.
-Osmanlı imparatorluğu Doğu Anadolu’da ve Girit’te ıslahat yapacaktır.

Evet, görüldüğü üzere Osmanlı Devleti Ayastefanos ile kıyas yapıldığında bir kısım topraklarımızı geri alıyorduk. Tazminatlar da biraz azaltılmıştı.

Peki, bunlar kimin sayesinde olmuştu? Tabii ki devrin en güçlü devleti olan İngiltere’nin, Rusya’ya baskıları neticesinde gerçekleşmişti. Pekâlâ, İngilizler bunu hiç bir şey almadan yaparlar mıydı? Tabi ki Hayır! Nitekim Abdülhamid Han’da İngilizlerin bu desteğini alabilmek ve her şeyden önemlisi Boğazlarımızın Rusya’nın kontrolüne bile geçmesine yol açacak Ayastefanos’u iptal edip yerine daha yumuşak ve az kayıplar ihtiva eden Berlin Muahedesinin neticelenmesine karşılık İngiltere’nin çok işine yarayacak Hindistan yolu üzerinde bulunan Kıbrıs adasını ÜS olarak Britanya Krallığına veriyordu. Tıpkı bugün İncirlik üssünün ABD tarafından kullanılması gibi. Biz bugün İncirlik üssü nasıl ki ABD’nin toprağıdır diyemezsek o gün de Kıbrıs işte aynı İncirlik’in ABD’ye üs olarak verilmesi gibi İngiltere ye verilmiştir. Bu resmi bir toprak verilmesi asla değildir. Bir kullanım hakkıdır. Bedeli de fazlası ile Berlin’de alınmıştır... 1.Cihan Harbinin yakıcı sıcağının yaz ayları ile Dünyayı kavurmaya başladığı günlerdi. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, veliaht prensinin Saraybosna’da Sırplar tarafından 28 Haziran 1914’te öldürülmesinden tam bir ay sonra Sırbistan’a savaş açmıştı. Almanya’da Sırpların seferberlik ilan eden hamisi Rusya’ya 1 Ağustos’ta, ardından tarafsız kalma garantisi vermediği için Fransa’ya 3 Ağustos’ta savaş ilan etti. Ertesi gün dünya tarihi için çok kritik saatler yaşandı. Alman savaş gemileri, Cezayir’deki Fransız limanlarını bombalamak ve Fransızların Afrika’dan Avrupa’ya asker taşımasını önlemek amacıyla Akdeniz’deydi. Bu gemilerden ikisi, savaşın kaderine etki 

edecekti: Wilhelm Souchon komutasındaki kruvazör SMS Göben ve hafif kruvazör SMS Breslau. Souchon, 4 Ağustos sabahı Alman donanma komutanından şu mesajı aldı: Ağustos itibariyle İttihat ve Terakki ile ittifakı kurduk. Derhal İstanbul’a ilerle.”Souchon” başına buyruk” tabiatını sergiler şekilde emri bir süre görmezden geldi. Çok yaklaştığı Cezayir’deki Fransız limanlarını, Rus bayrağı çektiği Göben ve Breslau ile bombaladı.Fransızlar, savaş halinde oldukları Almanya’ya ait bu güçlü savaş gemilerinin Akdeniz’den Atlantik’e kaçacağından endişeli olduğundan Cebelitarık çıkışını tutmuşlardı. İngilizler ise henüz Almanya’ya savaş ilan etmediklerinden Akdeniz’de nasıl davranacaklarını değerlendiriyorlardı. 4 Ağustos sabahı 2 İngiliz kruvazörü, Göben ve Breslau ile karşılaştı. Fakat İngiltere’nin Akdeniz Donanma Komutanı Archibald Berkeley Milne, Denizcilik Bakanı (First Lord of the Admiralty) Winston Churchill’e, Alman gemilerinin Doğu Akdeniz’e doğru ilerlediğini haber vermedi. Bu yüzden Churchill İngiliz gemilerine, Fransız askeri nakliyatını hedef alıp saldırmaları durumunda Alman gemilerinin vurulması talimatını verdi. Ancak öğlende yapılan İngiliz bakanlar kurulu toplantısında böyle bir saldırının savaş ilanı olmadan yapılamayacağı söylenince, Churchill ‘in talimatı iptal edildi. Milne komutasındaki 25 adet İngiliz savaş gemisi, Göben ve Breslau’u takip etmekle yetinmeyi sürdürüyorlardı. Fakat özellikle Göben, kazanlarındaki hasara rağmen İngilizlerle arayı açıyordu. Şansta Almanlardan yanaydı. İngiliz gemileri 19.00 sularında bastıran sisin de etkisiyle Sicilya açıklarında Almanların izini kaybetti. Göben ve Breslau, tarafsız olan İtalya’nın Messina limanında İstanbul’a gitmelerine yetecek kömür takviyesini yaparken, Almanya’nın o gün Belçika’yı işgal etmesini gerekçe gösteren İngiltere de gece yarısı Berlin’e savaş ilan etti.

Artık savaş tüm Avrupa’yı sarmıştı. Bir tek Osmanlı Devleti kalmıştı! EE KAMBERSİZ DÜĞÜN OLMAMALIYDI! İngiliz gemileri Yunanistan açıklarında beklerken Göben ve Breslau 10 Ağustos saat 17.00’de önce Çanakkale’ye ulaştı. Hala tarafsız olan Osmanlı, Rusya’yı kızdırmak pahasına gemilerin İstanbul’a geçişine izin verdi. Osmanlı, İngiltere ile donanma işbirliği anlaşmasını iptal ettikten bir gün sonra, 16 Ağustos’ta sade bir törenle artık Yavuz Sultan Selim ve Midilli diye anılacak gemilere Türk bayrağı çekti ve Alman denizcilere Türk üniforması giydirdi. Bu İngilizlerle Donanma işbirliğinin sona ermesi de ayrı bir yazı konusudur. Nasıl ki Amerika Birleşik Devletleri bugünlerde parasını ödediğimiz F35’leri bize vermedi ve projeden dahi çıkarttı? Aynısını o gün, Britanya Krallığı o günkü bize yani Osmanlı Devletine yapmıştı. Parasını ödediğimiz son peşinatını Cemal Paşanın Londra’ya giderek kapattığı hesaba rağmen Osmaniye ve Reşadiye isimli Deniz Zırhlılarını bize teslim etmemişti. 1914 de Britanya 2020 de ABD. 
Ne fark var ki? Gemileri elinden kaçıran İngiltere aslında ilk günlerde memnundu, çünkü Akdeniz’deki ciddi bir tehdit bertaraf edilmişti. Churchill’in Bab-ı Ali’ye kızma hakkı da yoktu, zira Osmanlıların İngiliz tersanelerinde yaptırıp parasını ödediği 2 savaş gemisine İngiltere daha yeni el koymuştu. Alman Souchon 2 Eylül’de Osmanlı Donanma Komutanı olarak atandı. 27 Eylül’de Türk boğazları, Rusya’ya inat yabancı gemilere kapatıldı ve aynı gün Çanakkale dışında bekleyen İngiliz filosu bir Türk gemisinin yolunu kesti. Belki de Churchill, Çanakkale planlarına o günlerde başlamıştı. Ve Yavuz Ekim’de Sivastopol’ü bombalayınca Osmanlı Devletimiz resmen savaşa girmiş oldu. Hem Alman General Erich Ludendorff hem de İngiliz tarihçi F.W. Beckett’a göre Osmanlı’nın müdahil olması Birinci Dünya Savaşı’nın iki yıl uzamasına yol açacaktı. O günün Emperyalist ülkesi Britanya Krallığı (İngiltere) tabii ki bunun bedelini çok ağır ödetmeyi çoktan kafasına koymuştu. İşte bu bedellerden ilki de yazımızın asıl mevzusu olan KIBRIS olacaktı. 1878 yılından beri Hindistan geçiş yolları üzerindeki Kıbrıs’ı Osmanlı’dan ÜS olarak kiralamış olan Britanya Krallığı, Osmanlı Devletinin kendi karşısında savaşa girmesinden mütevellit 5 Kasım 1914’te KIBRIS’I İLHAK ETTİĞİNİ tüm Dünya’ya duyurmuştu. Buna mukabil Osmanlı Devleti Padişahı Mehmed Reşad, Hükümet nezdinde bu kararı protesto etmiş ve kararı tanımadığını tüm Dünyaya duyurmuştu.

Şimdi şunun adını tekrar koyalım. Kıbrıs adamızın bırakın 1878 de İngiltere’ye verilmiş olmasını 1914 sonunda dahi verilmemiştir. İngiltere ada da gasıp bir işgalci konumunda durmaktaydı. İngiltere’nin ben aldım demesi o adanın onların olduğunu gösterir mi? Karabağ 28 sene Ermenistan işgalinde idi. Kimse Karabağ Ermenistan’ın dedi mi? Batı Şeria, Gazze ve Kudüs bugün İsrail işgali altında. Hangimiz oraya İsrail’indir diyoruz? İşgal altındaki topraklar diye ifade ediyoruz. Kıbrıs 1878 ve 1914’te bizimdi. Bir toprak parçası uluslararası meşruiyeti olan bir muahede (antlaşma) olmadan asla el değiştirmez. Onun sahibi ben bunu verdim diye imza atıp parlamentosunda onaylatmadan o toprak başkasının olamaz. Golan tepeleri halen Suriye’nindir. İsrail’in değil. Her işgalcinin yaptığı yanına kar kalır o zaman. Haklının meşru olanın değil güçlü olanın dediği olur. O halde Kıbrıs’ı biz 1914’te de vermediysek ne zaman verdik? Kıbrıs’ı nerede verdik? Kıbrıs’ı İngilizlere kim verdi? Bu soruların cevabını kim verecek? Bu cevabı bize İsmet Paşa (İnönü) verecek! Peki, ama İsmet İnönü vefat edeli yaklaşık 47 seneyi geçti. Nereden bulup da paşaya sorabileceğiz dediğinizi duyar gibiyim. Durun! Söz uçar yazı kalır Onun imzaladığı ve Türkiye’nin tapusu dediğimiz bir muahede var ya? Hani İsviçre’nin Lozan şehrinde 24 Temmuz 1923’te imzalandı. Hem de onun varisleri tarafından kurulan İnönü Vakfı Web sayfasından okuyacağız şimdi!
 
Evet, Lozan Muahedesi madde 20’yi buraya alıyoruz. https://ismetinonu.org.tr den Lozan bahsini okuyup 20. maddede şu yazılanlara şahit olabilirsiniz:

Madde 20- Türkiye, Britanya Hükümetince Kıbrıs’ın 5 Kasım 1914’te açıklanan ilhakını tanıdığını bildirir ‘’EVET KIBRIS’I LOZAN DA İNÖNÜ VERDİ.
Madde 21- 5 Kasım 1914 tarihinde Kıbrıs Adasında yerleşmiş olan Türk uyrukları, yerel yasanın belirlediği koşullara göre, İngiltere uyrukluğuna geçecek ve böylece Türk uyrukluğunu yitireceklerdir. Bununla birlikte, bu Türkler isterlerse bu Antlaşmanın yürürlüğe konulmasından bağlayarak iki yıllık bir süre içinde, Türk uyrukluğunu seçebileceklerdir. Bu durumda, seçme haklarını kullandıkları günü izleyen on iki ay içinde Kıbrıs Adasından ayrılmak zorunda kalacaklardır. İşbu Antlaşmanın yürürlüğe konulması günü Kıbrıs Adasında yerleşmiş bulunup da, yerel yasanın belirlediği koşullara uyularak yapılan işlem üzerine, o gün İngiltere uyruklusunu edinmiş ya da edinmek üzere bulunmuş olan Türk uyrukları da bu nedenle Türk uyrukluğunu yitireceklerdir. Şurası da kararlaştırılmıştır ki, Kıbrıs Hükümeti, Türkiye Hükümetinin izni olmaksızın Türk uyrukluğundan başka bir uyrukluğu edinmiş olan kimselere İngiltere uyrukluğu tanımayı reddetmek yetkisine sahip olacaktır.

Evet, böylece KIBRIS’I KİMİN BRİTANYA KRALLIĞINA (İNGİLTERE’YE) verdiğini, ne zaman ve nasıl verdiğini hatırlamış olduk zannederim.