Bir Anlık Nefes

Kaçmak lazım bazen,
Kaçıp gitmek,gidenlerin türküsü dilinde,
Bazen de susmak,
Susup,
Sessizliğin sesinde yok olmak,
Yada sadece yaprak hışırtılarına, kuş seslerine kulak vermek.
Şehrin gürültüsü, karmaşasında yok olmadan,
Ruhumuzu doyuma ulaştırmak.
 
Tutulmuşluğun içinde tutsak olmuşken her şeye, duygularımız da kalabalık arasında artık fark edilmez olur. Oysa bizi besleyen duyguların nefese ihtiyacı var, yaşamak için alıp vermek zorunda olduğumuz nefese. Geri dönüşlerinin verimli olması duygulara ne kadar nefes aldırdığımızla ilişkili.

Garip koşullar altında yaşadığımız hayat, her gün yeni gariplikler eklerken halkasına, farkında olmadan çözülmez karışık yün çilesi olur, çözülmesi artık imkansız olan. Her açmaya çalıştığımızda kopan ip uçları  tekrar bağlanırken teker teker yol olur hayatımızda.
 
Gerçeklerin hayal yanları olanaksızlaşırken bizim için, gerçek olmayan yanlarını yaşar gideriz yaşam denilen şu karmaşada. Önce yavaş yavaş gelir, sonra paldür, küldür hayatın içindeki gerçekler. Gitmek için somut adım atmak zamanıdır artık.
 
Zor engebeli taşlı yollarda yürüme zamanı…….
 
Güneş parlayıp tüm bitkiler baharı çağrıştırırken, gerçeklerden hayali kurtarıp onu gerçeğe dönüştürme zamanı…
Her sabah mekanikleşen bedenimizin çalış düğmesiyle başlarken, kapat düğmesiyle geçen süredir yaşadığımızı sandığımız hayat. Hangimiz sabah kalkarken öten bir kuş sesinin farkında oluruz..Yada yavaş hareketlerle gevşetmeye çalışırız bedenimizi sabahın ılık, ılık vuran havasına karışan kokusunda.
 
Kalabalığına karıştığımız  insan selinde yüzler de okunan ifade ‘’bana dokunmayın, gerginim, zaten işe gidiyorum, sevdiğim bir işte değil, mecburiyetten çalışıyorum. Ey hayat gözün kör olsun’’ olur hep. Kendi yüzlerimizin ifadesi de bu olduğundan, iyi okuruz diğerlerini.
 
Hızla akıp giden hayatın içinde, var oluşumuzda etken güzelliklerinin farkına varmadan ,akıp gider elimizden yaşam, Her gün farkındalığımızı biraz daha yitirerek.
 
Nedir vazgeçemediklerimiz. Şartlar neyi gerektirmiştir. Mecburiyetler kime.
Yada zaman biçmelerimiz neyin hesabıdır. Muhasebesi olmalımıdır hayatın. Artılar eksiler değildir asıl suçlu. Suçlusu sen.
 
Her gün çalışarak kazanarak aldıklarımız sırtımıza yüklediğimiz yüklerdir bizi kamburlaştıran. Altında nefes almamızı zorlaştıran.
 
Çantana sıkıştrdığın iki parça giysi,   çıktığın yolda sana yetendir  kavrayabilsen.

İnsanlara çarpmaktan korktuğun kollarını açıp özgürce kanat çırptığında uçmak sırası sana gelmiştir artık.

Ulaşıp bulmak istediğinde özünü, uzun otlar arasında yok olan ayakların, burnuna değen ıhlamur çiçeği kokularıyla sarhoş etmeli seni. Mor  sardunyalı küçük evler yeter yorgun bedenlerimize.
 
Çalışmaktan değil yorgunluğumuz, bitip tükenmek bilmeyen  ihtiyaçlardan. Koca şehirlerde uymak zorunda olunan koca ihtiyaçlardan. Her atılan adımda yapılan harcamalardan, masraflardan. Dönüp baktığımızda elimizde olan kocaman  yalnızlığımızdan. Maddiyatın ruhumuzda açtığı boşluktan.
 
Vazgeçemediklerimizden vazgeçmeyi bilip, ne zaman ki;
Kararsızım
Korkuyorum
İsteksizim
 
Düşüncelerinden vazgeçeriz,
işte o zaman
Yürümek
Dolaşmak
Keşfetmek zamanı.
 
Küçük kasabalara, doğanın kucağına gidip gece yıldızları görerek uyumayı, sabah güneşle uyanmayı görmek lazım. Yaşamak için gelinen şu hayatta asıl olanların varlığını bilip dinlenmiş doymuş ruhla bedenleri zinde tutmak, hayata kopan iplerle değil, kalın renkli şeritlerle bağlanmak lazım.
 
Biraz mola verip,  iç sesimizle konuşma zamanıdır artık...