Balyoz: Darbeciliğin Mahkumiyeti Siyaset Oyunundan Gerçek Siyasete

Balyoz Darbe davası sonuçlandı. 21 Eylül 2012'de açıklanan sonuca göre 365 sanıklı davada 324 kişi darbeye eksik teşebbüsten çeşitli cezalara çarptırıldılar. İçlerinde Kuvvet Komutanı düzeyinde orgenerallerin de olduğu kişilere 20,18,16 yılı bulan cezalar takdir edildi.

Bu cezalar gerek mahkûmlar nezdin de, gerekse kamuoyunda şok yarattı. Zira Türkiye'de ilk defa bir darbe teşebbüsü sivil mahkemelerde yargılanıyordu. Ayrıca bu yargılama sonucunda bir ceza verileceği bekleniyordu ama cezanın bu kadar şiddetli olacağı tahmin edilmiyordu. Dolayısıyla, içinde orgeneral düzeyinden başlayarak çeşitli rütbelerde emekli ve muvazzaf subayların bulunduğu davada böylesi ağır cezaların verilmesi, "kamuoyunda şok etkisi meydana getirdi.

Tabiidir ki, mahkemenin verdiği cezalarla yargılama son bulmuyor. Davanın Yargıtay, AYM ve AİHM süreçleri var. Bu süreçlerin sonunda cezalar kesinleşecektir.

Balyoz Darbe Dava Süreci Nasıl Gelişti?
20 Ocak 2010 tarihli Taraf Gazetesi, "Fatih Camii Bombalanacaktı" başlıklı haberi ile "Balyoz" darbe planını ilk kez kamuoyuna ifşa etmişti. Tarafın haberini ihbar kabul eden başsavcılık 21 Ocak tarihinde iki özel savcı görevlendirerek inceleme başlattı. 5-7 Mart 2003'te Birinci Ordu'da yapılan plân seminerinin bir darbeye hazırlık olduğu, 3 Kasım 2002'de seçimle işbaşına geçen AK Parti Hükümetini devirmeyi hedeflediği ortaya çıktı.

Plân semineri, Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan tarafından yönetilmişti. Bu tür plân seminerlerinde gerçek isimlerin kullanılması askeri teamüllere aykırı olmasına rağmen, seminerde gerçek isimler kullanılmıştı. Savcı, mütalaasında Birinci Ordu'da yapılan plân seminerinin bir darbe tatbikatı olduğuna vurgu yapıyor. Plândaki görevlendirme listelerinin olağanüstü hâlde dahi Türk Silahlı Kuvvetleri'nin görev alanına girmediğini belirtiyor, savcı Savaş Kırbaş: "Harekâtta görev yapacak personelin nerelerde görev yapacağının dahi plâna dâhil edildiğini" hatırlatarak, "söz konusu bulgular ışığında plânın uygulamaya koyulduğu sonucuna varılmıştır." diyordu.

Hazırlığı yapılan darbe plânı "Balyoz" olarak adlandırılmıştı. Balyoz Darbe Plânında korkunç bir yol haritası hazırlanmıştı. Plân 'Sakal', 'Çarşaf', 'Oraj' ve 'Siiga' isimli dört eylem plânı ile destekleniyordu. Bu plânlar gereği, öncelikle Beyazıt Camii Cuma namazı başlamadan önce bombalanacak, Fatih Camii ise Cuma namazının farzı kılınırken bombalanacaktı. Her iki camide de görevlendirilmiş elemanlar tarafından cemaat tahrik edilecek, irticai sloganlar atılması sağlanacak ve askeri müze basılarak tahrip edilecekti. Aynca 'Oraj' plânı ile Yunanistan'la "it dalaşı" yapan uçaklarımızdan birinin düşürülmesi sağlanacaktı. Şayet bu gerçekleşmezse, uçağımız özel kuvvetler tarafından düşürülecekti. 'Suga' plânında ise, Deniz Kuvvetleri Ege'de gerginlik çıkaracaktı. Bütün bu eylemler, kamuoyunu dehşete düşürmeye dönük eylemlerdi. Aynı zamanda, hükümetin işin üstesinden gelemeyeceği ve askerin idareye el koyması konusunda kamuoyunun hazırlanmasını amaçlıyordu.

Savcılık bu durumların tespitinden sonra, 22 Şubat 2010'da, içlerinde Çetin Doğan'ın da bulunduğu bazı sanıkları tutukladı. "195 sanık hakkında 965 sayfalık ilk iddianame 19 Temmuz 2010'da kabul edildi. Bu arada 'askeri casusluk' soruşturması kapsamında 6 Aralık 2010'da Gölcük Donanma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğünde yapılan aramada, zemine gizlenmiş vaziyette çok sayıda dijital delil ve doküman ele geçirildi. Belgeler içinde 'Balyoz' Plânı soruşturmasıyla ilgili deliller de bulundu." (Aksiyon, sayı: 929) Bu deliller, Balyoz davasına bakan 10. Ağır Ceza Mahkemesine gönderildi. 20 Haziran 201 l'de 28 sanıklı ikinci, 23 Kasım 201 l'de de 143 sanıklı üçüncü iddianame kabul edildi. Daha sonra bu üç iddianame birleştirilerek Balyoz Davası tek bir dava halinde görüldü.

Balyoz Davası Neden Önemli?
Türkiye'de son yüzyıl içinde çok sayıda darbe ve darbe girişimi oldu. Osmanlı'nın son döneminde 1913 yılında yapılan Bâb-ı Âli Baskını'nı esas alırsak ki modern darbe döneminin başlangıcı sayılabilir bu baskın, yaklaşık 100 yıldan bu yana darbeler, siyasal ve toplumsal hayatımızın vazgeçilmez unsurları olarak varlıklarını devam ettiriyorlar.
Cumhuriyet döneminde, birisi postmodern olmak üzere, başarılmış dört darbe ve yarım kalmış onlarca darbe teşebbüsü var. Başarılmış darbeleri ve darbecileri yargılamak zaten mümkün olamadı. Ancak, bugüne kadar darbe teşebbüslerinin yargılanması da, hukukiliği tartışmalı askeri mahkemelerde yapıldı. Yani hiçbir darbe teşebbüsü, "Balyoz" hariç, sivil mahkemelerde yargılanmadı.

"Balyoz" Darbe davası, sivil mahkemelerde görülen ilk dava olması ve darbecilerin ciddi, caydırıcı cezalara çarptırılan ilk dava olması açısından önemlidir. Ayrıca, ordunun aktif siyaset alanından çekilerek, kendi görevleriyle uğraşmasının yolunu açması bakımından da bu dava önemlidir. Çünkü bu yüzyıl içinde, asla seçime girmeden, siyaset alanının önemli bir kısmını "asker partisi" dolduruyordu. Askerin siyaset üzerindeki vesayeti tartışılmaz bir ağırlıkta idi. Bu, cumhuriyetin ilk yıllarında da böyle idi; 2000'li yılların başlarında da maalesef böyle olduğunu görüyoruz.

Mustafa Kemal'in İsmet İnönü'yü başbakanlık görevinden almak istediğinde, Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak'a, "Ordu arkamda mı?" diye sorduğunu, dönemin siyasal hatıralarından öğreniyoruz.

1950-1960 arasındaki DP İktidarı döneminde, siyasetin nispeten serpildiği bir süreç yaşanmıştı. Ancak 1960 Darbesi, bu nispi serbestlik dönemini kesin bir şekilde sonlandırdı; askerin siyaset üzerindeki vesayetini kurumsallaştıran bir anayasa ile siyaset alanını daralttı. Ayrıca 1950-1960 arasında nispi bir serbestliğin ortaya çıkmasına vesile olanlara da, yaptıklarının bedeli idam sehpalarında ödetildi. 27 Mayıs dehşetinden sonra, bütün başbakanlar, bu idam sehpalarının gölgesini üzerlerinde hissetmişlerdir. Rahmetli Turgut Özal'ın ve Sayın Tayyip Erdoğan'ın "idamlık ve bayramlık göm¬lek" göndermeleri, bu gerçeğin ifadesin¬den başka bir şey değildir.

Dolayısıyla, böyle bir siyasal iklimin ortasında Balyoz darbecilerinin yargılanması ve caydırıcı cezalara çarptırılması, siyaset üzerindeki askeri vesayetin kalkmasının başlangıcı olması açısından önemlidir. Bu cesur başlangıç, 12 Eylül, 28 Şubat ve Ergenekon davalarının seyrini etkileyecektir. Bütün baskılara, yıldırma teşebbüslerine ve tehditlere rağmen Balyoz davası hâkimlerinin verdikleri bu cesur karar, diğer davaların hâkimleri için de örneklik teşkil edecektir.

Siyaset Oyunundan Siyasete
Görüldüğü gibi, 1950'li yıllara kadar, siyasetçilerin büyük çoğunluğu da asker kökenli oldukları için ordu siyasete kesin hâkimdir. 1950-1960 arası arızî bir dönemden sonra ise, vesayetin kurumsallaştığı ancak dar bir alanın siyaset oyununa tahsis edildiği bir dönemden geçiyoruz. 2002'de AK Parti'nin seçimleri kazanmasıyla paradigma dışı bir gelenekten gelenlerin iktidar koltuğuna oturması, askeri vesayetin devamını arzulayanlan değişik eylemlere itti. Balyoz, Sankız ve birçok değişik isimler alan darbe planlarıyla iktidarı devirme sürecini gerçekleştirmeye çalıştılar. Siyasal iktidarın yönetmedeki nispi başarısı ve her seçimde oyunu yükselterek tekrar iktidar koltuğuna oturması ve seçmenin hukukunu korumadaki kararlılığı, darbelerin gerçekleştirilmesini engelledi. Siyasi iktidarın bu başarısı, yargının davalar konusunda daha cesurane kararlar almasını sağladı.

Balyoz Davası, daha önce de belirttiğimiz gibi, askeri vesayetin geriletilmesinde ve giderek ortadan kalkmasında ciddi bir başlangıç olacaktır. Vesayet geriledikçe ortaya çıkan boşluğun reel siyaset tarafından doldurulması gereği ortaya çıkacaktır. Bugüne kadar "dar alanda" bir nevi "dedikodu siyaseti" yaparak oyalanan Türkiye siyaseti, hizmete dönük bir siyaset üretme sorunu/sorumluluğu ile karşı karşıya kalacaktır.

Önümüzdeki dönemde bu yeni sürecin siyasi ihtiyacını karşılayamayacak kadroların ve kişilerin siyaset sahnesinden ayrıldığını göreceğiz. Eski siyasetin en önemli uğraşlarından biri, siyaset dışı güçlerin saldırılarına karşı ayakta durabilme becerisini göstermek idi. Kalan zamanını da halkı memnun edecek asli işlerine ayırabiliyorlardı. Eski siyasetçiler başarılı birer "rodeocu" olmak durumundaydılar. Yeni siyasetçiler ise, "rodeocu" olma ihtiyacını hissetmeyen, ileri hedeflere yönelen "uzun mesafe yarışçısı" gibi olmak durumundadırlar.

Kısaca; genişleyen siyaset alanını dolduracak fikirlere, projelere, ideallere şiddetle ihtiyaç vardır. Gerek parlamenter siyaset gerekse parlamento dışı siyaset, yoğun çaba göstermeleri gereken bir sürece girmişlerdir. Evet siyaset oyunu sona ermeye başlıyor. Gerçek siyasete Türkiye hızla ve kararlılıkla hazırlanmalıdır.

Sonuç
1. Balyoz iddianamesinde ortaya konan deliller bir darbe girişiminin varlığını açıkça ortaya koyuyor. Dijital delillerden ıslak imzalı belgelere kadar, var olan bütün deliller böyle bir teşebbüsün uydurma olmadığının açık delilleridir.
2. Bu kadar güçlü delillerle yapılan yargılamanın ilk kısmında verilen kararın, askeri vesayetin geriletilmesine katkıda bulunacağına inanıyorum.
3. Evet, bu karar vesayeti gerilete cektir. Ancak, vesayetin tamamen ortadan kalkması, bir seri hukuki düzenlemeyle gerçekleşebilir. Kazanımların, konjonktürün değişkenliğine bağımlılıktan kurtarılması, yeni bir anayasa ve bu anayasada yapılacak hukuki düzenlemelerle mümkün olacaktır.
4. Dava henüz sonuçlanmamıştır. Yargıtay, AYM, AİHM süreçlerinin sonucunda karar kesinleşecektir. Bu süreçler ilk derece mahkemesinde verilen kararlarda yapılan yanlışların düzeltilmesi içindir. Dolayısıyla, bu yargılamada da aynı süreç işleyecektir.
5. Bu davada ceza alan askerlerin çoğunluğu, muhtemelen suçsuz olduklarına, daha doğrusu yaptıklarının suç olmadığına inanıyorlardır. Çünkü askeri okullarda kendilerine aşılanan Kemalist ideolojinin, anayasa ve yasalarla kendilerine verilen 'Cumhuriyeti koruma ve kollama görevinin' bu eylemleri meşru kıldığını düşünüyorlardır.
Askeri vesayetin altyapısını oluşturan askeri okullarda verilen eğitimin kapsamı, anayasa ve yasalarda bu vesayetin devamını sağlayan ilkeler değiştirilmezse askeri vesayet ortadan kalkmaz.Kaynak:Umran Dergisi / Ekim 2012