AYNAM AYNAM SÖYLE BANA...

Pamuk prensesin üvey annesinin aynası bile cezp etmemiş idi beni babamın kelebekli aynası kadar. Filmi izlerken  gözüm ekrana, aklım da babamın aynasına giderdi hep. Küçük, yuvarlak, metal ayna. Bakarken zevk alan gözlerim, arkasındaki kelebek figürüne takılınca zevkten dört köşe oluyordu. Orda, aynanın arkasında sadece bir kelebek; bolca renkli, kanatları kocaman…

Babam prensipli adam; şekli şemali belli olan. Her zaman neyi nerededir bilinir. Zaten neyi vardır ki babamın; bir iki pantolonu, bir ceket, bir de sırtında yıpranan yeleği. Ön yüzü  kumaş, arkası astar, iki küçük cepli yelek. Sırtından hiç çıkarmadığı için kokusu sinen, babam kokan yelek. Eve geldiğinde girişe, salona asılan cekete yatarken yeleği eşlik eder sabaha kadar. Her sabah hakkım olan simit parası hazırdır yeleğin cebinde. Tam okula gitmek için evden çıkarken, elimi para almaya uzattığımda diğer cepteki ayna çeker beni. Ah kelebek ah senin o renklerin yok mu, nasılda  alışkanlık yapıyor bende…

O sabah da okula geç kalmanın telaşıyla birlikte, tam kapıdan çıkacakken uzanıp simit paramı alıyorum. Diğer elim alışkanlıktan olsa gerek aynaya uzanıyor. Bakmazsam günüm kötü geçer, biliyorum. Aynaya olan inancımla güzel geçen günün ardından güzel güzel eve gelen ben, o akşam kötü, anlayamadığım  bakışlarla karşılaşıyorum. Herkeste bir sessizlik hakim. Babamın sessiz köşesinde daha da bir sessizlik var şimdi. Annem tez canlı, patlıyor  sofra hazırlıkları yaparken:  “Babanın cebindeki  5 lirayı sen mi aldın?”

        “Babanın cebi-beş lira…”
       “ Babanın cebi-beş lira…”

 Annem konuşurken kulaklarımda yankı yapıyor bütün söyledikleri, ama duymuyorum. Kulaklarım “Babanın cebi. beş lira”da doldu taşıyor, almıyor başka sözleri. Babam giriyor araya sakin, huzurlu sesiyle. Ellerini sevdiğim, parmakları uzun babam eliyle işaret ediyor, “Gel” diyor yanındaki yeri işaret ederek.  Annemin suçlar konuşması beni suçlu yapmış, başım düşmüş öne, babamın yanına ilişiyorum. Saçıma dokunuyor uzun parmaklarıyla. Sesi kuş tüyü gibi hafif  değiyor kulağıma. “Sabah simit parası alırken 5 lira gördün mü orda sen?” diyor. Ben suçlu olmuş ağzıma kilit vurmuşum, ses yok. “He? Gördün mü oradaki beş lirayı?  Sadece onu söyle, belki ben düşürdüm bir yerde. Sen gördün mü, cebimde miydi sabah?

 Annem yerime konuşuyor: “Aldı  belki de, bakkala çakkala harcadı.”  “Sus” diyor babam, annem sofraya kurmaya devam ediyor. Ben cılız bir sesle “Görmedim ben, sadece simit parası aldım, aynaya baktım” diyorum. Bu arada aynadaki kelebek uçuyor başımın üstünde, renkleri solgun şimdi.  “Peki” diyor babam üstelemeden. “Sofraya otur, yemeğini ye hadi.”  Mutfak; hem mutfak, hem oturma salonu; her şey orda. Soba nerde biz orda. Kömür atmışlar sobaya, cayır cayır yanıyor; sanki benim içimin yanması. Suçum ağır,  suçlanmam ondan ağır. Ben  sobanın yanına kıvrılıyorum. Yanan sobanın yanında bir de battaniyeyi örtmüşüm üstüme yüzüm görünmesin diye. Babam  hassas,  “Hadi yemeğe gel” diyor. Annem öfkeli,  “Suçu var da bak kalkabiliyor mu”. Yahu anacığım, böyle diyeceğine tut kaldır elimden, yemek yiyeyim. Açım, bak bir simitle duruyorum.

Sobanın bu gece iyice yanacağı tutuyor , dışı olmuş nar kırmızısı.. İnadımdan  kafamı çıkarmadığım battaniye boğdukça boğuyor. “Allahım kurtar beni ya boğularak ya da yanarak öleceğim burada”  diye içimden ne kadar dua varsa ediyorum. Ben orada kendi kendime ecel terleri döküp canımı vermemek için cebelleşirken, babam hassas, dayanamıyor. “Acaba ben mi düşürdüm bir yerde,  kahvede mi düştü yoksa?” diyor. Anlıyorum, içinde üzüntü var. Babamın her kuruşu hesaplı çünkü. O hep ayırır paraların yerlerini. Annem daha kızgın her şeye; o her şeye ben de ekliyim şimdi.

Ben de kızıyorum, burada canımdan can gidiyor, ecel terimi son damlasına kadar döküyorum. Kaldırın bakın battaniyeyi ölmüş olabilirim. Yok diyorum, iş başa düştü. Hafifce uykuda gerinme taklidi  yapıp battaniyeyi aralıyorum. Ölmemişim, nefesim yerinde. Eh be  kelebek! Şuradan bir çıkayım senin o renkli kanatlarını kırmaz mıyım ben? Küsmez miyim şimdi sana?  Annem nice zaman sonra “Kalk, yerine yat. Kalk hadi, senin karnın toktur zaten, yemişsindir o parayla  bakkalda ne var ne yok” diyor. İdama götürülen mahkum gibi sessiz,  başım önde yatağıma gidiyorum.

Sabah kimse uyanmadan,   erkenden kaçıyorum evden simit parası almadan. Sokak başında babam, elinde simit param. Uzatıyor,  “al” diyor, “bunu unuttun”. Elimdeki parayı sıkıca tutuyorum. Babama bakacak  gözlerim yok artık. Ayaklarımı sürüyerek okul yoluna giriyorum. Artık gözlerim ıslak , artık tuttuklarımı bıraktım; yanaklarımda itiraflar “yapmadım, almadım” kelimeleri olup dökülüyor.

Okuldan eve dönmek istemiyorum akşam. Oyalanıp daha geç gidiyorum. Evde ses var bu akşam, neşe var. Bana daha  sevecen bakıyor annem, daha sıcak. Başlıyor bu sefer babama: “Ben sana demiştim. O almaz, düşmüştür bir yere.”  Babam elini uzatıyor, “gel otur.” Gösterdiği yere oturuyorum. Parayı gösteriyor cebinden çıkartıp. “Bak” diyor, “Bulduk. Meğer yeleğin cebi delinmiş, düşmüş; arkasına kaçmış.”  Başım kalkıyor şimdi, bakıyorum, sessizim. Dilime varmadan bir çok söz söylüyorum içimde ne varsa. Yine içimden, “peki ben neden hırsız oldum? Kelebeği  sevmiyorum artık. Aynayı sevdiğimi bilmiyorlar mı?”

Babam elinde ayna, “Al bak” diyor, “ Al, hep bak”. Kelebeğe küsüm ben, bakmıyorum. Kafamda yüreğimde parçaladığım kanatları uçuyor  evin her bir yerine. Renkleri solgun,  cansız kalıyor artık. Simit parası da almıyorum babam kokan yelekten. Babam her sabah köşe başında bekliyor beni “Bu senin simit paran” diyerek…