Yine bir kasvetli İstanbul akşamının insanı sıkıp sarmalayan nefes alamıyacak kıvama getirip arada bir nebze nefes almaya fırsat verdiği sıkıcı bir ortamda yazı işlerinde diğer yazarlarımızın yazıları yetiştirmesini istediğimiz son maillleri attığımda farkettim ki ben bile henüz bir satır yazmamışım. Hani bazen insan şehrin o boğucu nefes aldırmayan gürültüsünden kurtulmak ve kendisini doğanın kucağına bırakmak ister. İşte öyle bir atmosferde insan kendi ile konuşur ya. Öyle bir diyalog da diğer meraklı tarafım diğer bana soruyor. İnsan neden şehirde şehrin gürültüsünden başka bir şey duymaz? Diğer tarafım nefes almadan bir çırpıda sertçe cevap veriyor ona. Aslanım bu kadar gürültü içerisinde ne duyabilir ki insan. Tam bu diyaloğ içerimde çarpışadururken aklıma Amerika’da bir Kızılderili ile bir grup arkadaşı arasında geçen hikaye aklıma geliyor. Sonra kulak kesiliyorum ortalığa ama nafile çıt yok. Tüm bunlar olurken unutmadan kızılderilinin hikayesini anlatalım.
Bir gün New-York’ta bir grup iş arkadaşı, yemek molasında dışarıya çıkar. Gruptan biri, Kızılderili’dir. Yolda yürürken insan kalabalığı, siren sesleri, yoldaki iş makinelerinin çıkardığı gürültü ve korna sesleri arasında ilerlerken, Kızılderili kulağına ağustos böceği sesinin geldiğini söyleyerek ağustos böceğini aramaya başlar. Arkadaşları, bu kadar gürültünün arasında bu sesi duyamayacağını, kendisinin öyle zannettiğini söyleyip yollarına devam eder.
Aralarından bir tanesi inanmasa da onunla aramaya devam eder. Kızılderili, yolun karşı tarafına doğru yürür, arkadaşı da onu takip eder. Binaların arasındaki bir tutam yeşilliğin arasında gerçekten bir ağustos böceği bulurlar.
Arkadaşı, Kızılderili’ye:“Senin insanüstü güçlerin var. Bu sesi nasıl duydun?” diye sorar.
Kızılderili ise; bu sesi duymak için insanüstü güçlere sahip olmaya gerek olmadığını söyleyerek, arkadaşına kendisini takip etmesini söyler.
Kaldırıma geçerler ve Kızılderili cebinden çıkardığı bozuk parayı kaldırımda yuvarlar.
Birçok insan, bozuk para sesini duyunca sesin geldiği tarafa bakarak, onun ceplerinden düşüp düşmediğini kontrol eder.
Kızılderili, arkadaşına dönerek:
“Önemli olan, nelere değer verdiğin ve neleri önemsediğindir. Her şeyi ona göre duyar, görür ve hissedersin.” der...
Tüm canlı varlıkları kendileriyle aynı seviyede kabul eden Kızılderililer, hala bir hayvan avladıklarında öldürdükleri hayvanın ruhuna teşekkür eder, onu yalnızca yiyeceğe ihtiyaç duydukları için öldürdüklerini, onun hızına, ustalığına saygı duyduklarını söylerler. Bir ağacı kestiklerinde ağaca teşekkür eder, ihtiyaç duyduklarından fazlasını asla almazlar. Ormandan geçerken tek sıra halinde yürürler – ormanda yaşayan canlılar, onların ormana sahip çıktıklarını düşünmesin ve sadece oradan geçmekte olduklarını anlasın diye.
Bir Kızılderili atasözünde dediği gibi ‘’Son ağaç kesildiğinde, son nehir kuruduğunda, son balık öldüğünde, beyaz adam paranın yenecek bir şey olmadığını anlayacak’’
Hayırlı işler dileğiyle.Rabbim yar ve yardımcımız olsun.
Facebook Yorum
Yorum Yazın