Türkiye’nin durumu tam olarak nasıl anlatabilir bilmiyorum ama yaklaşık doksan yıldır kendisine dikilmiş dar bir elbisenin içinde kıvranan Anadolu halklarının çekmiş olduğu sıkıntılar arş-ı âla’ya ulaştı. Neden bu cümleyle yazıma başladım geçenlerde Mustafa Özcan’nın yazısının başlığı çok dikkatimi çekmişti ‘’Araftaki Türkiye’’ (Araf Cennet ile Cehennem arasındaki ara bölge) yazının devamında ‘’Türkiye yüz yıldır Doğu ile Batı arasında Arafta yaşıyor’’ derken Türkiye’nin kimlik bunalımına işaret ederek Şarktan koparılmış ve sahte bir kimlikle ve suretle Batı’ya entegre edilmek istenmesini ve bunun bu bünyeye uymadığını anlatıyordu yazısında devamen. Bütün bunların biraz daha gür bir sesle dinlendirildiğini görmek umut verici. Bütün bunları vesayetlerimiz kalktıkça ülkenin üzerinden sisler dağıldıkça görüyor ve doğal olarak tartışmaya açıyoruz. Bir anlamda geçmişle yüzleşmek, hesaplaşmak babında değerlendirebiliriz. Bu yüzleşme daha önce bir çok kişi tarafından belki biraz kısık sesle de olsa dillendirilmişti. Bu Cumhuriyeti kimler inşa etti? Hemen oradan doğal olarak dedelerimiz diye bir ses duyuyorum tabiî ki öyle. Fakat dedelerimiz sadece Cumhuriyet için savaştılar kuruluş aşamasında da amelesi oldular o kadar. Yoksa doksan yıldır eğitimden, sanayiye, finanstan medyaya, edebiyattan tiyatroya tüm para getirecek akçeli işlerde doğuştan şanslı olanlar başkaları idi. Merak edenlerimiz araştırdıklarında kaymaklı bürokratik mevkilerin, büyük sermaye birikimlerinin, büyük toprak ağalarının ve imtiyazlı işlerin sahiplerinin ne tesadüf ki bu topraklara sonradan gelen göçmenlerimiz tarafından teşkil edildiklerini göreceklerdir. Burada haklı olarak şu soruyu sorabilirsiniz. Ne var göçmen olmak suç mu? Hayır tabiî ki suç değil. Fakat bu göçmenlere 1924 mübadelesi ile gelen belli bir zümre kripto (aslını gizleyen ) şahıslara verilen büyük arazilere ve imtiyazlara itiraz ediyorum. Sadece bir kişiye kırk milyon metre kare arazi verilirse gerisini siz düşünün. İdris Küçükömer’in ‘’Türkiye’nin Düzeni’’ adlı kitabının satır aralarında Kurtuluş savaşının aslında abartılan gibi büyük bir savaş olmadığını Yunanlılarla yapılan birkaç cephe savaşının dışında savaş olmadığı. Bize yıllardır dikte edilen 1.İnönü ve 2.İnönü savaşlarının olmadığını bunların sonradan bir resmi tarih yazımı ile bizlere üflendiğini yeni yeni öğreniyoruz. Yıllardır İstanbul’un düşman işgalinden kurtuluşunu kutluyoruz fakat İngilizlerin tek bir kurşun atmadan İstanbul’u terk etmelerini hiç sorgulamıyoruz. Sorguladığızda da apaçık görülüyor ki Osmanlı Devletini küçülte küçülte dört cephede yedi düvelle savaşarak yetişmiş yöneticileri ve eğitimli neslimizi kaybettiğimizi görüyoruz. Tabi bu Müslüman halklar zaviyesinden baktığımızda böyle görünüyor. Burada Anadolu’nun bizimle beraber yaşayan kadim Hıristiyan halklarından Rumları 1924 mübadelesi, Ermenileri’de sürgünlerle verimli güzel topraklardan koparan akıl, kalanları da varlık vergileriyle bu topraklardan söküp attı. Ondan sonra gel keyfim gel. İşte doksan yıldır istedikleri gibi at koşturdular. İngilizler Yahudi diasporasıyla birlikte sınırlarını hareket alanlarını tarif edip mevcut kalan bakiye yönetimle anlaşarak doksan yıllık istepne devleti bugüne kadar getirdiler. Bugün artık oyunun birinci perdesi bitti roller yeniden dağıtılmakta. İşte bu toprakların gerçek sahiplerinin çocukları Arafdan inip dedelerinin kanlarıyla aldıkları bu topraklarda yeniden kendi devletlerini inşa edecekler inşallah.
Rabbim yar ve yardımcımız olsun.Hayırlı işler dileğiyle.
Facebook Yorum
Yorum Yazın