Bir yerde okumuştum; insanlar anlamaktan ziyade cevap vermek için karşısındakini dinlermiş. Düşündüm ve ne kadar doğru bir tespit olduğunu fark ettim. Ne yazık ki, ben de çoğu zaman aynısını yapıyorum…
Peki, verdiğimiz cevaplar ne derece karşımızdakinin anlattıklarına eşdeğer? Ben ne kadarını, nasıl anlamış da cevap vermişim? İşte burada duruyorum. Başıma gelenleri düşünüyorum ve biliyorum ki anlatılana değil anladığına göre cevap veriyorsun. Örneğin karşımdaki nefis güneşli bir günü anlatırken ben bunu sıcak işkencesi olarak algılayabiliyorum ya da bana bir renk söylediğinde ben o rengi benim beynimdeki tonuyla düşünüyorum…
Anlatmak, doğru anlamak, dinlemek ve dinlediğini yorumlamak bu kadar göreceliyken iletişim kurmayı nasıl becereceğiz? Belki de o yüzden iletişimde pek de başarılı olduğumuz söylenemez. Ya konuşamıyoruz, ya anlatamıyoruz, ya tam anlatmaya başlamışken karşımızdakinin anlattığımız konudan ne kadar uzakta olduğunu fark edip susuyoruz.
Dinlemek, yalnız işitmek, kulağı ile duymak değil, işitilen şeyleri algılamak, anlamak ve kavramak, aynı zamanda bellemek ve öğrenmek çabasında olmak demektir. Tüm bunları becerebildiğimizi farz edin, ya anlatan düzgün anlatabiliyor mu?
Bu durumda iki şeyi iyi öğrenmemiz şart: İlki kafandakini anlatabilmeyi, ikincisi karşındakini dinlemeyi. İkisi birbirinden apayrı durumlar ama birleştiğinde iletişimi oluşturan en sağlam öğeler. Tabii ki iletişim başka yolları da mevcut ama unutmayın; temeli anlatmak ve anlamak.
Sözü uzun olanın yalanı bol olur demeyeceğim bugün. Bugünkü anlayan, anlatabilen insan olabilmenizi dileyeceğim ve Can Yücel’in “anlamak” adlı şiiri ile aşk’ınız daim olsun, kötülükler ve telaşlar sizden uzak olsun da işleriniz rast gelsin...
ANLAMAK
Bunca zaman bana anlatmaya çalıştığını, kendimi bulduğumda anladım.
Herkesin mutlu olmak için başka bir yolu varmış, kendi yolumu çizdiğimde anladım.
Bir tek yaşanarak öğrenilirmiş hayat, okuyarak, dinleyerek değil. Bildiklerini bana neden anlatmadığını, anladım.
Yüreğinde aşk olmadan geçen her gün kayıpmış, aşk peşinden neden yalınayak koştuğunu anladım.
Acı doruğa ulaştığında gözyaşı gelmezmiş gözlerden, neden hiç ağlamadığını anladım.
Ağlayanı güldürebilmek, ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş, gözyaşımı kahkahaya çevirdiğinde anladım.
Bir insani herhangi biri kırabilir, ama bir tek en çok sevdiği, acıtabilirmiş, çok acıttığında anladım.
Fakat, hak edermiş sevilen onun için dökülen her damla gözyaşını, gözyaşlarıyla birlikte sevinçler terk ettiğinde anladım.
Yalan söylememek değil, gerçeği gizlememekmiş marifet, yüreğini elime koyduğunda anladım.
''Sana ihtiyacım var, gel!'' diyebilmekmiş güçlü olmak, sana ''git'' dediğimde anladım.
Biri sana ''git'' dediğinde, ''kalmak istiyorum'' diyebilmekmiş sevmek, git dediklerinde gittiğimde anladım.
Sana sevgim şımarık bir çocukmuş, her düştüğünde ziril ziril ağlayan, büyüyüp bana sımsıkı sarıldığında anladım.
Özür dilemek değil, ''affet beni'' diye haykırmak istemekmiş pişman olmak, gerçekten pişman olduğumda anladım.
Ve gurur, kaybedenlerin, acizlerin maskesiymiş, sevgi dolu yüreklerde gurur olmazmış, yüreğimde sevgi bulduğumda anladım.
Ölürcesine isteyen beklemez, sadece umut edermiş bir gün affedilmeyi, beni affetmeni ölürcesine istediğimde anladım.
Sevgi emekmiş; Emek ise vazgeçemeyecek kadar, ama özgür bırakacak kadar Sevmekmiş.
Facebook Yorum
Yorum Yazın