Analar Ağlamasın

Manşette oğlunun çerçeveli fotoğrafına sarılmış, ayakta zor duran anne.  Altında koca puntolarla bir başlık.
 
‘’DOYAMADIM SANA YAVRUM’’
 
Orta sayfalarda koca iki sayfa; acılı ana, baba, kardeş, eş, evlat …

Üstlerinde Türk bayrağı örtülü sıralı  tabutlar. Gözyaşı, çığlık yeri göğü inleten ağıtlar.
 
Güneşli bir sabaha uyandığımız  günün ilk saatlerinde gördüğüm bu tablo yüreğinde kocaman düğüm oluyor, zor günlerime acıyla, sabırla beklediğim günlere götürüyor beni.
 
- Askere gidiyorum ben, bıraktım okulu askerliğe başvurdum, kasımda gidiyorum.
 
Şaşkınlık, öfke, bir şey hatta çok şey söylemek isteyip söyleyememe duygularıyla sadece yüzüne bakıyorum. Şaka olmalı, yoğun iş gününüm ardından yorgunluğumun üstüne çekilmez bir şaka. Dilimden dökülen “ne, nasıl, neden, ne zaman” gibi neden arayan sorular dökülüyor dudaklarımdan.
 
- Nasıl olsa yapmayacağım mı, bir an önce yapayım bitsin, hem okulu da sevmiyorum gitmeyecektim zaten.

Bu konuşmadan sonra zamanı saymasam da kasım yirmi dört gelip kapımıza dayanmıştı. Tüm tanıdıklar evde, yemekler yeniliyor, bende  hüznün verdiği garip hiç olmaması gereken saçma bir enerji. Sanki yok öyle bir şey bu öylesine toplanılmış gün gibi kabul etmek istiyorum.
 
Otogar yolu  uzun bitmeyen çile yolu gibi. Hüznün karıştığı neşe hâlâ üzerimde, asker alayı değil gelin alayı gibi neşeli herkes. Vedalaşanlar,  koklaşanlar, ayrılanlar, kavuşanlar. Otogar tüm duyguların yaşandığı yer.
 
Herkesle vedalaşıyor doğumunda ölüme yaklaştığım oğlum. Kendimden bile sakındığım şimdi bilinmeyen yerlere gitmek için vedalaşmada. Tutuyorum kendimi, içimde alev topu yakıp kavuruyor beni ama sessizce bekliyorum bir köşede. Sona saklıyor koca adamım ve birbirimize kenetlediğimiz kollarımız tutulan gözyaşlarını patlatıyor nihayetinde. El son camdan sallanan bir el ve gidiş..
 
Ev, odası yabancı oluyor bana. kokusunun sindiği montu kucağımda saatlerce sarılıp bırakmıyorum o varmış, kucağımda yatıyormuş gibi seviyorum. Günlerce giremiyorum eve herkesin evi evim oluyor, onun olmadığını kabul etmemek için girmiyorum benim olan eve. Yerine varıp aradığında sesine sarılmak istiyorum telleri aşıp.
 
Günlerin sıkıntılı beklemeli geçtiği o zamanlarda hiçbir şey eskisi gibi olmuyor. Artık onun sevdiği yemekler pişmiyor. Haberlerde askerlerle ilgili haberler dinleniyor. Bir şehit haberinde yüreklerimiz daha fazla yanıyor. O annenin yerine koyuyorum kendimi nefessiz kalıyorum.
 
Türkiye sınırlarında yaptığı acemiliğinin ardından daha yakın yere beklerken gece yarısı gelen bir telefon  acımıza acı ekliyor. Oğlumun sesi korku dolu.

- Kıbrıs’a gidiyorum, oraya gönderiliyorum, hani yakın yere gelecektim, benim ne işim var o kadar uzakta.
 
Daha hayatın zor olduğunu bilmiyor o. Sesindeki korku küçükken düşeceğinde elini uzatması gibi  çaresiz. Elimi uzatamıyorum ona. Düşmesin diye sıkı sıkıya tuttuğum şefkatimi verdiğim oğluma elim uzanmıyor.  Artık o tek başına.
 
Kıbrıs günleri daha fazla sıkıntılı. O orda beklemede biz burada. Her sabah dua ederek gazeteler bakıyorum bir şehit haberi olmasın, yürekler yanmasın. Haberlerde  acılı analar ölen yavrularının ardından ağlarken ben onlardan beter ağlıyorum. Gece gündüz karışıyor birbirine. Kendi oğluma ettiğim nice dualara  nice asker ekleniyor. Hepsi evinden uzak, anneleri benim gibi beklemede diyip  daha fazla dua ediyorum.
 
Bekleyişler hiç bitmeyecek gibi oğlum orda biz burada askerlik yaparak zamanı dolduruyoruz. Her an yüreğim ağzımda bekliyorum, ufacık bir haber güzel bir telefonu gelsin istiyorum.
 
Nihayet son günlerdeyiz. O günler asır gibi hiç bitmiyor.
 
Sabah ezanıyla hazırlıklar başlıyor ev düğün evi gibi, sevdiği her şey pişiriliyor akşam herkes keyifli. Sabırla, korkuyla beklediğimiz bu yolculuk nihayet bitiyor.
 
Elimde gazete manşette ağlayan anne. Yirmi bir yaşında gözünden sakındığı evladına ağlıyor. Yüreğim onunla orda o acının içinde sanki..
 
DOYAMADIM  SANA YAVRUM   nidaları yükselmiş. Bayrağı sarılı canı cananı evladı doymuşmudur ki anasına.