Hakkımı aramak için neler yaptım neler. Çaldığım kapıların sayısını unuttum. Görüşlerimi açıklamak için, en etkili ve reytingi yüksek olan şu an sayfalarında yazımı okuduğunuz dergiyi seçmiş bulunuyorum. Öncelikle, hakkı yenmiş bir yazara sayfalarını açan, ışıklarını yakan, kısa devre yapma imkanı veren, hatta yeri geldiğinde sigorta atma olağanı tanıyan editoryal ekibine ve sıcak preste, enjeksiyonda, rovelverde, Çekoslovak tornada ilgisini eksik etmeyen işçi kardeşlerimin sıcak ilgisine ve bitmeyen tezahüratlarına karşı ne yapacağımı bilemez haldeyim.
Dergiyi inceledim, kablo kalitesini ölçtüm, elektronik devreleri elden geçirdim, “münasiptir” dedim. “ Bu dergide yazılır”. Üstelik yayın yönetmenin genç. Halden anlar. Kısa devreyi normal görür. Esnafı sever. Hem dağıtır; hemi de toplar. Bundan iyisi dedim Çemişgezek’te kayısı.
Yazma kararımı vermem kolay olmadı. Transferden aldıklarım aramızda. Kaliteli şarteller vaat edildi diyebilirim sadece. Kimse artık, elektrik alamıyorum diyemeyecek, herkes kontrol kalemini kontrol edecek.
En tehlikeli cereyan başıboş, başka bir deyişle “çıkma cereyandır.” Acayip çarpar, anlatamam. Adam Rodos’a kadar yüzdürür. Meslektaşlar arasında biz buna “halk çarptı cereyanı” adını veririz. Sigorta dayanmaz bu cereyana. Duvarı dayatırsan altında kalırsın. Aç halkın önünü. Derdimi anlatabiliyor muyum bilemem. Romanını kaptırmış, haksızca el koyulmasını sindirmiş biri olarak, derim ki, sağduyunun gümbürdeyip damgasını vurduğu yerde bakalit gibi sükunete bürün. Gerçi şimdi “sağduyu nedir” diye sorularınız olacak. Olsun. Onları da sağduyuya çağırıyorum. En azından “solduyu” derlenip toplanana kadar bu böyle olsun. Nerdeyse siyasete dalıyordum. Bizim meslekte malum dalma yasak. Daldığın anda kısa devrede sana dalar. Ardından bu kısa devrenin ne kadar kısa olduğu araştırılır, ancak nafile. Bugüne kadar buna hiçbir mağdur cevap vermedi. Bence hepsi imamdan korktu. İmam da bilmiyor. Bize soruyor. “Nasıl bilirdiniz?” Yetmemiş gibi üç defa tekrarlıyor. Nereden bileyim hocam. Mefta senin önünde.
Bana sorarsan dünya hayatı bir kısa devre.
En uzun devre neresiyse yatırımı oraya yapmak yerinde olur. Bence böyle. Sonsuzluğun kaç metre olduğunu kim söyleyebilir? Kıdemli ölüler bunu biliyor. Çünkü bilen susar.
Benim hikayem biraz parçalı. Yani bir kısmı içerde, bir miktarı dışarda. Bu yüzden “kaçık” diye bana seslenildiği oluyor. Aslında övünmem gerekir, övünmüyorum. Kibrin zararları konusunda yeterli bilincim ve korunma mekanizmalarım var. Ünlü bir filozof olan BMC kulaklara küpe olsun diye arkasına yazmıştı.
“Benim için ne düşünürsen bir fazlası…”
Sırtına kömür sarması bahanesi, bence BMC bu sözü gezdirmek için yol alıyor, yol veriyordu. Hatta söylentiye göre, şerit değiştirirken bile, kedi gözleri, dörtlüleri, sis farlarını bu özdeyiş üzerine odaklıyormuş. BMC işi abartmış, yaptığı bence işkence. Bak nasıl da önemli bir noktaya taşıdım olayı. Söyle şimdi ey okuyucu: Kişi kendine işkence etmede özgür müdür? (Son kelime olan müdürün işkenceyle ilgisi yoktur. Hatta “özgürlüğün de Türkiye ile bir ilgisi söz konusu değildir.) Olayı enine boyuna yatırın kaldırın. AHİM bu konuda ne cevap veriyor? Bence yine BMC. Yunus yıllar önce söylemiş “Kendine ne sanırsan, ayruğa da onu san”
Edemezsin, kendine işkence. Öyle olsa idi. Derler miydi erenler: “Hoşça bak zatına”
AHMET MERCAN
Facebook Yorum
Yorum Yazın