AKP Sistemin Yeni Merkezi mi?

Türkiye'de halkın yararına olan değişimler hep seçimler sonucunda meydana gelmiştir. 1950, tek parti iktidarının yıkıldığı ve ahalinin nisbi bir özne olarak siyasete katıldığı bir tarih olmuştur. Türkiye'nin çok partili hayata geçtiği bu tarihten itibaren sivil, asker bürokratik elitin desteklediği siyasi partiler seçim yoluyla iktidarı elde edemediler. DP'nin üç dönem üst üste seçimleri kazanması onların seçim yoluyla iktidar olma umudunu yok etmiştir. Bu umutsuzluk, darbeler dönemini başlatmıştır. 27 Mayıs 1960'da DP iktidarı devrilmiş ve bugüne kadar devam eden vesayetçi sistemin temelleri 1961 anayasasıyla atılmıştır.

Bu tarihten itibaren halk vesayetçi sistemin zincirlerinden, oy vererek kurtulmaya çalışmıştır. 27 Mayıs darbesinin ardından DP'nin devamı olduğunu söyleyen AP'ye %50'nin üzerinde oy vermiştir. Ancak, anayasa halkın oy verdiklerini iktidar yapmama esası üzerine kurgulandığı için, siyasal partiler gerçek anlamda hiç iktidar olamamışlardır. Milletin seçtiği siyasal iktidarlar, millet adına devleti idare eden olmaktan ziyade, devletten talepte bulunan aracılar konumunda olmuşlardır.

14 Mayıs 1950, tek parti diktatörlüğünün yıkıldığı tarihtir. 12 Haziran 2011 ise, bürokratik oligarşiye hayır denildiği bir tarihtir. Bu seçimde halk, bürokratik vesayetle sorunlu bir partiyi üçüncü kez ve oyunu arttırmış bir şekilde iktidara getirerek, bürokratik vesayetin tasfiyesi yönünde oy kullanmıştır.

Seçim Sonuçlarına İlişkin Bazı Tespitler
1-  AKP, siyasal tarihimizde bir ilke imza atmış, her seçimde oyunu arttırarak iktidara gelen ilk siyasal parti olmuştur. 2002'de %34, 2007'de %47 ve 12 Haziran seçimlerinde de %50 oy alarak, her iki kişiden birinin oyunu alma başarısını göstermiştir.
2- Seçimde %83 oranında bir katılım ile %95 oranında bir temsiliyet sağlanmıştır. Bu yüksek oranlı katılım ve temsiliyet, Meclis'e yeni bir anayasa yapma dâhil, ülkenin ertelenmiş tüm sorunlarını çözme konusunda kuvvetli bir meşruiyet sağlamıştır.
3- Seçimde BDP'nin Meclis'e 36 milletvekili göndermesi ciddi bir başarıdır. Bu başarı, BDP'nin Türkiye siyasetinin önemli aktörlerinden biri olduğunu ortaya koymuştur. BDP'nin bu yeni konumunun hükümet ve devlet tarafından dikkate alınması, Türkiye halkının önemli bir kesiminin oyunu alan bir siyasi partinin hak ettiği saygıyı ve ilgiyi görmesi gerekmektedir. Ancak BDP'nin de bir yasal ve siyasal parti olduğunun şuuruna vararak mücadelesini o olgunluk içinde sürdürmesi ve hukukun sınırlan içinde kalması, sorumluluğunun bir gereğidir.
4- BDP'nin Meclis'te milletvekili sayısını arttırmadaki organizasyon başarısını aynı şekilde oy oranına yansıtamadığı görülmektedir. Milletvekili sayısı %70 civarında artarken, oy oranındaki artış %1 civarında kalmıştır. AKP'nin bölgede düşük profilli adaylar göstermesine ve seçim sürecinde, "Biz olsaydık Apo'yu asardık" tarzında Kürt seçmeni ajite edici bir söylem ortaya koymasına rağmen, bölgeden ciddi oranda oy alması, BDP'nin Kürt halkının yeğane temsilcisi olduğu yönündeki söylemini geçersiz kılmıştır. Bu durum, Kürt sorununun çözümü konusunda BDP'nin yanında AKP'nin de vazgeçilmez önemde bir aktör olduğunu göstermektedir.
5- Klasik sağ-sol ayrımının geçerli olmadığı bir seçim dönemi yaşadık. Klasik sağın tabanının AKP'ye oy verdiği, ancak sağın yöneticilerinin CHP için çalıştığını gördük. Aynı zamanda CHP-MHP arasında oy geçişmelerinin olduğu bir seçim sürecini yaşadık. Bu durum, klasik sağ-sol ayrımının, siyasi durumu izahta geçersiz kaldığını ortaya koyan yeni bir sürece girdiğimizin göstergesidir. Bu, yeni sürecin yeni kavramlarla anlamlandırılması gereğini de ortaya koymaktadır.
6- AKP'nin Urfa'da üç büyük aşirete (Zülfikar, İzol, Şeyhanlı) rağmen aldığı oy, seçmen üzerindeki aşiret ambargosunu kırmıştır. Bu durum sosyal ve siyasal olarak ayrıca analiz edilmesi gereken önemli bir durumdur.
7- 2002 ve 2007 seçimlerinde bilhassa CHP'nin propaganda malzemesi olarak kullandığı irtica, bu seçimlerde söz konusu edilmedi. Buradan da anlıyoruz ki, vesayetçi sistemin ve onun siyaset ve medya organizasyonlarının irtica söylemiyle kitleleri manipüle edebilecek gücü geriletilmiştir. Bu durum aynı zamanda irticanın sahici bir tehlike değil, kitleleri korkutmakta ve yönlendirmekte kullanılan manipülatif bir söylem olduğunu da ortaya çıkarmıştır.
8-  Önceki seçimlerde AKP'nin maruz kaldığı tepkilerin, mazlumiyet üzerinden oya dönüştüğü düşünülebilir. Bu seçimde ise AKP'ye yapılanlar değil, AKP'nin yaptıkları sonucu belirlemiştir. Sağlık ve ulaşımda yapılanlar, eğitimde niteliksel olmasa da yapılan niceliksel yatırımlar, AKP'nin oyunu arttırmıştır. Ayrıca vesayet sistemine karşı yürütülen  mücadele de bu oy artışına katkıda bulunmuştur.
9- Devletin siyasi alanın çoğunu kapladığı, en önemli siyasal aktör olduğu dönemi sonlandırma konusunda önemli bir adım olmuştur bu seçimler. Devletin tabii alanına doğru itelendiği ve onun boşalttığı alanın siyasal partilerin dışında sivil yapıların, kuruluşların, platformların, organizasyonların doldurduğu yeni bir siyasal yapılanma dönemine doğru gidiyoruz. Eski dönemin dili ve imkânlarıyla varlıklarını sürdürmeye çalışan siyasal kurumlar, 'sivil toplum kuruluşları' ve benzeri organizasyonlar bu dönemde varlıklarını sürdürmekte çok zorlanacaklardır.

Ülkeye ve dünyaya bir şey söylemek isteyen, hayatın başka türlü de yaşanabileceğine ilişkin tasavvurları olan kurumlar, kuruluşlar ve platformlar bu yeni durumu dikkate alarak kendilerini gözden geçirmek zorundadırlar. Zamanın ruhunu okumak suretiyle, tazelenmek, ebedi hakikatlerini yeni bir şevkle, heyecanla insanlarla paylaşmak ve oluşan yeni siyasal yapının aktif özneleri olmak için gayret etmek durumundadırlar.

Siyasi Merkeze Doğru İlerleyen AKP ve Değer Bağlamlı Siyaset
Seçim sonuçlarının ortaya koyduğu tablo, 2002 seçimleriyle başlayan iktidar kayması olgusunun devam ettiğini gösteriyor. Artık İstanbul sermayesinin yegâne güç olduğu bir sermaye yapısından, bu gücün 'Anadolu sermayesiyle' yani çevresel bir güçle paylaşıldığı bir döneme doğru gidiyoruz. AKP, bütün ülkenin her yerinde ve neredeyse bütün sosyal katmanlarda elde ettiği oyun getirdiği meşruiyetle, sistemin merkezine doğru ilerlemektedir. Bu üçüncü iktidar dönemi muhtemelen yeni siyasal merkezin inşa edildiği bir dönem olacaktır. Dolayısıyla eski merkezin mensuplarıyla kavgalar, tartışmalar kaçınılmazdır. Bu kavgalar, vuruşarak çekilmek ve bu süre içinde yeni merkezin mensuplarını mümkün olduğu kadar kendilerine benzetmek için verilecektir. Tarihen sabittir ki, merkeze doğru gittikçe değerler deforme olur ve merkezin eski güçleriyle benzeşme oranı artar. Bu tehlike siyasal iktidar döneminde değerler bağlamında ciddi bir yıpranma geçiren AKP için de fazlasıyla varittir. Onun içindir ki, üçüncü iktidar döneminde değer bağlamlı siyasete daha fazla ağırlık verilmesi gerektiğinin, AKP yöneticilerinin farkında olduklarını umarım.

Aksi takdirde maddi imkânlarda nisbi iyileşme devam ederken, toplumun temelini oluşturan değerlerin yıprandığını fark etmemek gafletine düşülür. Boşanma oranlarındaki artış, uyuşturucu kullanımının, içki kullanımının ulaştığı boyutlar, ailenin toplumun temel taşı olma özelliğinin giderek gevşemesi, evlilik yerine seviyeli birliktelikler in özendirilmesi, insanlar arası ilişkilerde sadece maddi menfaatlerin geçerliliğinin yaygınlaşması gibi durumlar, toplumsal yapımızın içten içe çözüldüğünü göstermektedir.

Neoliberal söylemin kavramlarıyla vesayet sisteminin yapısını sarsar iken, insanın fiziksel dünyasının dışında ve fiziksel dünyaya ilişkin olmayan hiçbir değeri barındırmayan böyle bir söylemin toplumda yaygınlaştığını ve bu söylemin toplumsal değerleri tahrip ettiğini de görmeliyiz. Komşuluk, akrabalık,  sıla-ı rahim, diğergâmlık, vefa, dostluk gibi kadim değerlerimize ait kavramların yıprandığı ve kadim değerlerden bağımsız fiziksel özgürlüklerin (!) alabildiğine serbest bırakıldığı bir toplumsal ortam, elbette bizim arzu ettiğimiz bir durum değildir. Uzun  vadede toplumun varlığını devam ettirecek bir durum da değildir.

AKP, siyasal iktidar olarak önemli işler yapmıştır. Maddi refahın artmasında, vesayetçi sistemin geriletilmesinde önemli fonksiyonlar ifâ etmiştir. Bunları inkâr etmek mümkün değildir. Ancak sadece maddi refahın toplumları ayakta tutmadığına tarih şahittir. Tarihte örnekler çok olduğu gibi, Kitab-ı Kadim de bize bu konuda çok canlı örnekler sunmaktadır. Maddi imkânları gelişkin olan ve yedi-sekiz katlı yüksek binalar yapan Âd kavmi bu imkanların kendilerini ölümsüz kılacağını zannediyorlardı. Ama Allah'ın azabı bu azgın kavmi ansızın yakaladı.

Sadece maddi değerlerin bir toplumu ayakta tutmaya yetmediğini gösterir bu örnek bize. Burada Peygamberimiz'in bir hadisini de hatırlamalıyız: (Mealen) "Fakirlik az daha küfür olayazdı." Dolayısıyla maddi gelişmenin, değerler dünyasının gösterdiği istikamette gerçekleştirilmesi gerektiğinin farkında olmalıyız.

Biz, sadece araçlara ilişkin "nasıl" sorusunu soran ve sadece bu sorunun cevabını arayan bir gelişme modeline teslim olmamalıyız. Değerler ve amaçlara ilişkin "niçin" sorusunu da cevaplayan bir gelişme modelini oluşturmaya çalışmalıyız. Gerçek gelişme ve dünya içinde özgün bir yer edinme böyle bir gelişme modeliyle mümkün olacaktır.

Bu modelin inşasında siyasal iktidarın önemli bir işlevi vardır. Ancak, bu sadece siyasal iktidardan talep edilecek bir durum değildir. Entelektüeller, ulema, sivil toplum teşekkülleri bu işin nasıl yapılacağına ilişkin düşünsel üretim gerçekleştirmek zorundadırlar. Bu üretimleri uygulanabilir siyasetler haline getirerek siyasal iktidara teklif etmeliler. Böylesi bir çaba hem siyasal iktidarı sorumluluk altına sokacaktır, hem de bu kuruluş ve kişileri oluşacak yeni yapının özneleri haline getirecektir.

AKP'nin bu üçüncü dönem iktidarının değer bağlamlı bir siyaseti öncelemesi, toplumumuza yapacağı en önemli katkı olaçaktır.
Kaynak: Umran Dergisi / Temmuz 2011