Türkiye'de bir çok kişi ve kurum Batı'yı, özellikle de Amerika'yı, Mısır ve Suriye'deki demokrasi ve insan hakları ihlalleri konusundaki ilgisizliğinden dolayı suçluyor.
Aslında, Ortadoğu'da herkes Amerika'dan şikâyetçi. Kahire'deki gösteriler sırasında hem Mursi karşıtı hem de Mursi yanlısı göstericilerin ABD karşıtı sloganlar atması bunun bir göstergesi. Başbakan Erdoğan da muhitteki her yangın sonrası “hani nerede Avrupa, hani nerede Amerika?” diye sık sık soruyor.
Gerçekten de, bölge Moritanya'dan Pakistan'a yanarken Amerika meydanda yok. Bilindiği gibi, Obama yönetiminin bölgedeki ilk yaptığı icraatlardan birisi hâlâ kan gövdeyi götürürken yüz binlerce askerini Irak'tan çekmek olmuştu. Bugün Cezayir'den Mali'ye cirit atan El-Kaide militanlarının peşinde ABD değil Fransa koşmaktadır. Hakeza, Reagan'ın “yaramaz çocuğu” Kaddafi'yi tasfiye Avrupa'ya kalmış, ABD sadece arkadan destek vermiştir. ABD her şeye rağmen Suriye'deki sivil savaşa şimdiye kadar direkt müdahaleden kaçınmış, direnişçilere gerekli askeri ve mali yardımı dahi esirgemiştir. Hatta, Rusya'nın Akdeniz'de askeri tatbikatlar yapmasına ve Suriye'ye açıktan silah desteği vermesine seyirci kaldığı gibi, ülkeye sızan İranlı askerlere ve Hizbullah gerillalarına dahi göz yummuştur. Türkiye-Suriye sınırına NATO şemsiyesi altında yerleştirilen Patriot füzeleri ABD menşeli değil, Almanya ve Hollanda desteklidir. ABD bölgedeki donanmasını da kısmen Asya'ya sevk ederek küçültmeye başlamıştır. Perdeyi indirircesine, 2014'te Afganistan'dan tamamen çıkmayı hedefliyor. Bu gelişmeler alt alta toplandığında, Amerika'nın Ortadoğu'dan fiilen ve tedricen çekildiği anlamı çıkıyor. Dünya güçlerine asırlardır mücadele merkezi olmuş Ortadoğu şimdi neden kendi kaderine terk ediliyor?
İğneyi, düştüğü yerde aramak lazım. Enerji alanındaki radikal gelişmeler dünya barışını hep sarsmıştır. Dünyanın en büyük ekonomisi Amerika, ucuz enerji üzerine tasarlanmıştır. 1960'lara kadar enerji ihtiyacını kendi kendine karşılayabilen ABD, zenginleştikçe balina gibi arabalara, saray gibi evlere meyletmiş, bütün dünyanın enerji kaynaklarını, özellikle de Ortadoğu petrollerini, emmeye başlamıştır. Öyle ki, 2006 yılında Bush Amerikalıları “petrol bağımlısı” ilan etmiştir. (Bugün 1 Amerikalının enerji tüketimi 30 Kenyalının, 4 Çinlinin tüketimine bedeldir). Bu bağımlılık ABD'yi hep tasalandırmıştır; zira petrol fiyatlarındaki fırlamalar ekonomisinin sağlığını mütemadiyen tehdit etmekte, trilyonlarca doların pek de dostane olmayan ülkelere akmasına neden olmakta, petrol sevkiyatının güvenliği için ABD'yi sık sık pahalı çatışmaların içine çekmektedir (Irak'ın toplam maliyeti $6 trilyon). 1973 Yom Kippur savaşında İsrail yanında saf tutan ABD'ye, Araplar 6 ay ambargo uygulayınca, ilk alarm zilleri çalmıştır. 4 kat pahalanan petrol, Amerikan ekonomisini durma noktasına getirmiştir. İki dünya savaşı galibi koskoca Amerika'ya, Hitler ve Bolşeviklerin topla tüfekle yapamadığını şeyhler petrolle yapmıştır. Ticari ışıklandırmayı, hatta yılbaşı kutlamalarını dahi yasaklayan, karneyle kuyrukla tanışan ABD için bu kriz tarihî bir ders olmuştur. Bugünden sonra tüm Amerikan başkanları Cumhuriyetçi, Demokrat ABD'yi enerji bağımlılığından (bir diğer deyişle Ortadoğu'ya esaretten) azat etmeye ahdetmiştir. 11 Eylül saldırısı da Amerika'nın enerji bağımsızlığı politikasını kamçılamıştır. 19 korsanın Ortadoğu'dan, 15'inin ise Suudi Arabistan'dan çıkması ABD için değişik çağrışımlar yapmıştır. CIA eski direktörü Jim Woolsey “bizi sallandıran ipin parasını kendi cebimizden ödüyormuşuz?” itirafında bulunmuştur. Pulitzer ödüllü yazar Tom Friedman Amerika'nın enerjiye harcadığı trilyonlarca doların dünyanın en diktatör, en radikal, en yolsuz rejimlere akmasıyla küresel terörü beslediğine, hürriyetleri kısıtladığına, fakiri daha fakir, zengini daha zengin yaptığına, petrol dışı alternatif enerji kaynaklarının gelişmesini engelleyerek havayı kirlettiğine, küresel ısınmaya sebep olduğuna inanmaktadır. Amerikan halkı da yaşadıkları ekonomik krizde ve küresel itibarlarının sarsılmasında “petrol savaşlarının” önemli bir payı olduğuna ikna olmuş olacak ki, ülkenin dümenini “ultra aktivist” Bush tarzı yönetimden “ultra pasifist” Obama tarzı yönetime kırmıştır. Bu konudaki ısrarını da üst üste iki seçimde tekid ve teyit etmiştir. Petrol bağımlılığının Amerika'nın başına bela olduğunu arabalarına astıkları rozetlerle de devamlı birbirlerine hatırlatmaktadırlar: “Litre başına kaç asker harcıyorsun?”; “Cip kullananları ilk önce askere alın.”
Amerika’nın Petrol Bağımlılığı
Ancak Amerika'nın 40 yıllık enerji bağımsızlığı rüyası, petrole olan büyük iştahından, güçlü petrol lobilerinin direnişinden, eski yakıtlara göre tasarlanmış ekonomiyi dönüştürme maliyetinden, alternatif enerji kaynaklarının henüz ekonomik olmamasından dolayı bir türlü gerçekleşememiştir. Nihayet, imdada teknoloji ve özel teşebbüs yetişmiştir.George Mitchell yönetimindeki bir KOBİ, 6 milyon dolarlık yatırımla ve 10 yıl çalışarak geliştirdiği buluşla, ABD'yi bir anda petro-gaz zengini yapmış, Ortadoğu'yu Amerika'ya taşımıştır. Öyle ki, Uluslararası Enerji Ajansı'na göre, ABD 2015'te doğalgazda dünya lideri Rusya'yı, 2017'de petrolde dünya birincisi Sudi Arabistan'ı sollayacak. Bu gidişle kendi kendine enerji konusunda yetmesi beklenen ABD, 2020 yılında dünyaya petrol ve gaz ihraç eder hale gelecek. Bu da enerjide “Suudi Arabistan” dünyasından “Suudi Amerika” dünyasına geçiş demek. Kimilerine göre, bu yeni bir çağın habercisi; hatta bir sürü çağrışımları olan jeo-politik bir deprem! “Zaruretler icatların anasıdır” derler. Büyük buluşların savaş veya kriz anlarında vuku bulması tevekkeli değil. Petrol fiyatları küresel kriz öncesi varil başına $150'ları görünce alternatif enerji kaynakları aramak kârlı hale geldi. Bu da, Mitchell gibi mucitleri olmadık yerlerde buzullarda, okyanus diplerinde, sert kayaların aralarında, katran kumlarında petrol ve gaz aramaya sevk etti. Nihayet Mitchell ilk önce dikeylemesine, daha sonra yataylamasına sert kayaları kimyasal madde ve basınçlı su tazyikiyle kırarak devasa doğalgaz rezervlerine ulaştı. Talih hazır olanlara güler. 2004'e kadar yeryüzünde esamesi okunmayan kaya gazı, şu an ABD piyasasının % 33'üne tekabül etmektedir. ABD'nin ilk petrolünün çıktığı Pennsylvania eyaleti, şimdi de dünyanın en büyük ikinci gaz yatağına ev sahipliği yaparak, ABD'yi gaz üretiminde dünya lideri yapmıştır. Rusya'nın komşularına $17/BTU'a dayattığı doğalgazı, Amerika $2'ın altına üretmektedir. Avrupa artık özgürdür. Soğuk Savaş döneminde ezeli hasmı Rusya'yı siyaseten bitiren ABD, bu kez de ekonomik olarak bitirmek üzeredir.
Obama, son ‘ulusa sesleniş'te, Amerika'nın 100 yıl kendine yetecek kadar gaz keşfettiğini resmen duyurmuştur. ABD'de gaz bolluğu bu sektörde fiyatları dip yaptırınca, aynı gaz arama teknolojisi, petrole yönlendirilmiş, bu kez de kaya petrolü üretiminde büyük bir patlama olmuştur. ABD'nin yakında petrolde Suudi Arabistan'ı ekarte etmesi beklenmektedir. Bu da Ortadoğu'nun Amerika (ve dünya) için önemini ve önceliğini büyük ölçüde yitirmesi demektir. Geçen seçimlerde Obama “yeni enerji kaynaklarının Amerika'yı Ortadoğu'da olup bitenlerden azade edeceğini”, Romney de “enerji bağımsızlığıyla ABD'nin artık kendini dünyanın öbür ucundaki istikrarsız ama petrol zengini bölgelere gebe olmaktan kurtaracağını” söyleyerek parti farkı gözetmeksizin Amerika'nın Ortadoğu'yu gözden çıkardığını bir yerde tescillemiştir. ABD “Pivot to Asia/Asya'ya Yöneliş” adlı yeni bir dış politikayla hem yeni hasmı Çin'i dizginlemek hem de daha vefalı ve istikrarlı gördüğü Asyalı müttefiklerine sahip çıkmak için direksiyonu Uzakdoğu'ya kırmıştır bile. Nitekim Obama ikinci döneminde ilk ziyaretini Gazze ateş altındayken Asya'ya yapmıştır. Ortadoğu artık yorgun Amerika için İsrail'in güvenliği nispetinde önemlidir (onu da uzaktan dronlarla/kubbelerle ve Mısır ordusuna ‘emaneti' koruması için gönderdiği askerî yardımla halletmektedir).
ABD Politikalarındaki Değişim
Ekonomileri sadece petro-gaza bağlı ülkeler için ABD'nin bu keşfi kara bir haberdir. Zira, bu teknolojinin dünyaya yayılması sonucu petrol arzı küresel patlama yapacaktır. Dahası, sudan ucuz hale gelen doğalgazın sanayide, ulaşımda, konutlarda petrol yerine kullanılmaya başlamasıyla petrol fiyatları inecektir. Fiyatlar varil başına $120 altına düşerse, Rusya bütçesi SOS verecektir. Demir yumruklarına rağmen halklarını petro-dolarlarla teselli ve teskin eden bu rejimler için, bu yeni dünya kaos demek. Amerika ise “enerji rönesansı” dediği bu yeni çağı “sanayi rönesansına” dönüştürmeye çalışıyor. Bazıları bu yeni devri Amerika'nın “eve dönüşü” olarak adlandırıyor. Hem Amerikan askerleri hem de Amerikan şirketleri yavaş yavaş yurda dönüyor. Obama yönetimi gaz ihracatını yasaklayarak enerji fiyatlarını mümkün olduğunca düşürmeye, ABD'yi üretim için tekrar cazibe merkezi haline getirmeye çalışıyor. Şimdiden, enerji yoğun kimya, alüminyum, çelik, plastik, gübre ve diğer tarım ürünleri sektörlerinde önemli kıpırdanmalar ve geri dönüşler başlamış durumda. Efsanevi aktör ve aktivist Clint Eastwood, küresel kriz ve çöküş edebiyatından dolayı karalar bağlamış Amerikalıları geçen sene 130 milyon kişinin seyrettiği Super Bowl futbol karşılaşmasının devre arasında silkelemiştir: “Şimdi devre arası. Her iki takım da soyunma odasında ikinci yarıda maçı kazanmak için ne yapacaklarını tartışıyorlar. Amerika için de devre arası. Birçok kişi işsiz ve acı çekiyor. Hepsi nasıl geri döneceğini düşünüyor. Hepimiz korkuyoruz, çünkü bu bir oyun değil… Ancak hiçbir şey bitmedi. Bu ülke bir yumrukla nakavt olamaz. Düştüğümüz yerden kalkacağız ve dünya tekrar makinelerimizin homurtusuyla uyanacak. Evet, Amerika'da devre arası. Ve ikinci yarımız şimdi başlamak üzere!” Aslında bu herkesin ikinci yarısı. İkinci yarıda başarı maç öncesi hazırlıklara ve devre arasındaki taktiklere çok bağlı. Ayrıca, Mitchell gibi forvetler yetiştirmeye!
Facebook Yorum
Yorum Yazın