Her 6 Ekim geldiğinde hep iki olay aklıma gelir
Birincisi; İstanbulumuzun İngiliz İşgalinden sözde kurtuluşu. İkincisi ise Ankara İlahiyat öğretim görevlilerinden Prof. Dr. Bahriye Üçok’un öldürülmesinin yıldönümü.
Birincisinden başlayalım bir kaç kelam etmeye; çok uzatmadan sadece şunu soruyorum biraz dikkat çekmek için sözde kelimesini neden kullandığıma dair. İşgal altından kurtulan tüm şehirler bir direniş sonucu düşmandan kurtulurlar. 6 Ekim 1923’de yani Cumhuriyetin ilanınından sadece 23 gün önce İstanbul’u işgal eden İngilizlerle kim savaşmıştır ve işgale direnmiştir. Dünyanın neresinde görülmüştür tek mermi atmadan işgal altındaki şehriniz güle oynaya size hem de dünyanın en kıymetli şehrini teslim etsinler. Hani şimdi bazı kemalistler, ulusalcılar veya yeni yetme haşhaşiler soruyorlar ya ''PKK ya ne verdiniz de Askerimize artık kurşun sıkmıyor diye? '' Sahi kim İngilizlere ne verdi de ne taahhüt etti de 6 Ekim 1923’de vilayet deki İngiliz bayrağı indi ve yerine ay yıldızlı bayrağımız göndere çekildi? Sahi ne oldu? Sakın Lozan’da 24 Temmuz 1923’de (yani sadece 2.5 ay önce 6 Ekimden ) 4 milyon km2 Osmanlı Toprağı’nın İngilizlerin dayatması ile yine İngiliz komiserlerine paylaştırılması olmasın? Hilafetin İlgası, Saltanatın kaldırılması, Kuran-ı Kerim’in bu topraklarda ebeden yönetimden kaldırılması olmasın.? Hani Lordlar kamerasının bir üyesinin ''Bu Kuran-ı Kerimi Türklerin yaşam tarzını belirlemekten çıkartmadan onları alt edip parçalayamayız '' tesbitinin taahhüdü verilmiş olmasın. Bunun gereği olarak inkılap kanunlarının tatbiki olmasın? Şapka giyme zorunluluğu ile binlerce vatandaşımızın kafasının kesilmesi, bin yıllık alfabemizin değiştirilmesi sonucu geçmişle olan tüm bağımızın kopması, kılık kıyafet dayatmasından tevhid-i tedrisata Takrir-i Sükuna varan insan hakları ihlal dayatmaları olmasın. Türklerin ve Kürtlerin dinini Kürtlerin ise ana dillerini yasaklayıp varlıklarını red inkar ve asimilasyon politikaları ile yok sayıp bugüne kadar sürecek olan bir sorunu taşımak taahhüdü verilmiş olmasın? Ayasofya’nın Fatih’in kesin vasiyetine rağmen müzeye çevrilmiş olması taahhüdü olmasın? Ezan-ı Muhammediye’nin bile dünya da eşine benzerine rastlanmayacak şekilde orjinalitesinden çıkarılıp uyduruk bir
Türkçeye (uyduruk diyorum zira hayyalelfelahı bile tam Türkçeye çevirememiş haydin kurtuluşa değil haydin Felaha olarak bırakmışlardır !!!) çevrilme taahhüdü olmasın? Batum’dan Bingazi’ye, Yemen’den Hicaz’a, Selanik’den Dedeağaç’a kadar koca bir imparatorluğu dağıtmak taahhüdü ve Lozan daki imzası olmasın? Yani merak ettim de bunlar mı taahhüd edildi ve İstanbul’dan güneşi batmayan İmparatorluğun askerleri kuzu kuzu çekildiler!
Gelelim ikinci yıldönümüne! Yani Prof. Dr. Bahriye Üçok’un öldürülmesinin yıldönümüne. Bahriye Üçok 6 Ekim 1990’da yani 22 yıl önce evine yollanan bir bombalı paketi açmaya çalışırken paramparça edilmiştir. Katilleri bulunamamıştır. Dünya görüşümüz değişik olmasına rağmen o gün de kınamış ve üzülmüştüm bugün de kınıyorum. Katilleri öyle o zamanlar bugünkü gibi bulunamıyordu. Devlete çeteler hakimdi ve kendi aralarında ciddi bir hesaplaşma vardı.Birbirlerinden adam öldürüp Müslüman Muhafazakar kesimin üstüne yıkıyorlardı. 1993’deki Uğur Mumcu cinayetini de aynı kesimler işlemişti. Bir defa farklı düşüncelere sahip diye kimsenin öldürülmesini hoş göremeyiz ve kınamalıyız. Lanet olsun durduk yere insan öldürenlere. Bizim inancımız haksız yere bir kişinin öldürülmesinin tüm insanlığın tamamının öldürülmesi gibi karşılar (Maide suresi 32. ayet) evet Prof. Dr. Bahriye Üçok İslam Düşmanı idi. İlahiyatcı kimliği altında Kuran ayetlerini tahrif eder çarpıtır ve aleni Kuran ayetlerini inkar ederdi. Mesela Başörtüsü gibi konuları açıkça yazdığı halde böyle bir ayet yok derdi. O bu manaya gelmez şu manaya gelir falan gibi zırvalar da bulunurdu! Ama bunların hepsi düşünce hürriyeti içerisinde değerlendirilir dinimizde. Kuran-ı Kerim kendisine atılan, Peygamberlerine yapılan en açık aleni sarih iftira ve hakaretleri yine içinde bulundurur ve kendisi mantık içerisinde cevap verir. Hiç bir suçlamayı iftirayı cevapsız bırakmaz. Her türlü eleştiriye açıktır. Kendine özgüveni olan bir kitaptır çünkü İlahidir. Yaratan yarattıklarının sorularından çekinmez. O halde biz insanlar neden farklı insanların görüşlerine tahammül etmeden susturmaya çalışacağız ki? Biz de sabırla her türlü ateist, paganist ve putperestle fikri mücadele etmeliyiz! İnsanları öldürülerek değil gücümüz bilgimiz yetiyorsa ikna ederek susturmalıyız! Fikri sorular, fikri cevaplarla susturulur. Şiddetle değil !
Facebook Yorum
Yorum Yazın