1991 SENESİNİN SON GÜNLERİ,ASKERLİĞİN DE İLK (5)

Bakü’de acilen yer altı organizasyonlarına sızmam gerekiyordu. Bunu için de para harcamak şarttı. Bakü Ziraat Bankası bu aşamada devreye girdi. Limitsiz bir hesaptan para çekebiliyordum. Hemen çalışmalara başladım. Üçüncü günün sonunda araştırmalarım meyvelerini vermeğe başlamıştı. Her yerde muhbirler satın almıştım. Bilgi akışı inanılmaz boyuta ulaştığında yetişemeyeceğimi gördüm ve derhal Türkiye’den destek istedim. Ön istihbarat bilgilerinde doğruluk payı vardı. İlk gelen bilgiler Türkiye destekli bir çetenin bu suikastın sac ayaklarından birisi olduğunu doğruluyordu, ikinci ayak ise ermeni diasporasına doğru yönlenmeğe başlamıştı, mali destek ise direk Amerika’dan geliyordu.

Çıkarlar kesişince en köklü düşmanların ortak olabildiğini, tarihten gelen nefretlerin bile unutulduğunu hayretle görmeğe başlamıştım. Azerbaycan’daki ermeni nüfustan arta kalanlar da çeteye moral ve teknik destek sağlıyorlardı. Bunun yanında suikast çetesinin taşeronluğunu da Türkiye’den gelecek olan özel bir ekibe para karşılığı yüklemişlerdi. Bu ekibin üç üyesi Suriye’de eğitim almış, bomba uzmanlarından teşkil edilmişti. Erketeler Bakü’de yerleşik Ermenilerden oluşuyordu. Üç kişilik keskin nişancı ekibi Diyarbakır’dan kara yoluyla Gürcistan üzerinden Azerbaycan’a girecekti. Bomba timi ise Suriye’den Türkiye’ye girip Iğdır’a gelecek ve Nahçevan üzerinden işgal altındaki Karabağ’a geçip oradan Azerbaycan’a kaçak olarak gireceklerdi. Mühimmat da yine aynı rota ile Nahçevan üzerinden Bakü’ye ulaşacaktı. Organizasyonun yönetimi için konuşulan isimi duyunca çok şaşırmamak elde değildi, şahıs özel harekattan emekli bir tuğgeneral idi. Tuğgeneral ise yanında çevre emniyeti ve kaçış yolu güvenliği için 10 kişilik bir manga getiriyordu.

Bakü merkezde fantan parkı etrafında 3 katlı eski yıpranmış bir binanın iç bahçesine bakan dikkat çekmeyen mütevazi bir daireyi bir aylığına kiralayıp karargah haline getirdik. Çevre emniyeti için devriye ve nöbet işlerini de hallettikten sonra planlama işlerine giriştik. İlk etapta bomba ekibini etkisiz hale getirmemiz gerekiyordu. Türkiye Nahçevan hudut kapısı derhal uyarıldı. Keskin nişancı ekibine dokunamıyorduk, çünkü eşkalleri Türk iştirakçiler tarafından biliniyor olabilirdi. Ama Suriye’den gelecek ekibi kimsenin tanıması mümkün değildi. Daireyi kiraladıktan 10 gün sonra bomba ekibi Dilucu sınır kapısından geçmek isterlerken, etkisiz hale getirilerek Nahçevan tarafında göz altına alındı. Özellikle Nahçevan tarafında yakalamamızın sebebi, Türkiye tarafında olayın duyulmaması içindi. Yerlerine geçecek olan ekip ise zaten bir haftadır bayrak yarışçılarının sabırsızlığı ile seleflerini bekliyordu. Bir nebze olsun rahatlamıştık, en azından bomba ile yapılması muhtemel bir saldırıyı bertaraf etmiştik. Şimdi haleflerin Bakü’ye gelmelerini bekliyorduk. Onikinci günün sabahında kendilerini Ermenistan sınırında bekleyen refakatçinin eşliğinde Bakü’ye intikal ettiler. Geldiklerinden haberimiz olmasına rağmen fırsat bulup temasa geçemedik. Öğlen saatlerinde başka bir ermeni ile beraber toplanma bölgesi olan Kuba şehrine hareket ettikleri istihbaratı geldi. O sene Kuba şehrinde Cemaat’in bir okul inşaatına başladığı bilgisi elimize ulaşmıştı. Hemen ben ve cemaatten bir arkadaşla beraber Kuba’ya hareket ettik. Mimar olarak yapılan inşaatı denetlemeğe gidiyorduk ama maksadımız doğal olarak çok daha farklıydı. Kuba’ya 2 saat sonra ulaştık, doğruca inşaat sahasına gittik, akşam hava kararıncaya kadar gerekli istihbaratları aldık. Saat 9 civarı çetenin karargah olarak kullandığı eski bir fabrikanın bahçe duvarının dibinde idim. Etrafta ağustos böceklerinin cırıltısından başka bir ses duyulmuyordu. Duvar yüksekliği yaklaşık iki metreydi. Duvarı aşmak için epey zorlandım, yaşlanıyoruz galiba diye içimden geçirmedim de değil. Fabrika binası delik deşik duvarları olan 7-8 metre yüksekliğinde bir yapıydı. Allahtan ay akşamdan doğmamıştı bu gece. Sıcak ve rutubetli havada, gecenin loş karanlığına gözlerimin iyice alışmasını bekledikten sonra, duvardaki gedik aramağa başladım. Uygun bir geçişi bulduktan sonra sessizce içeriye sızmıştım. Girdiğim odanın içindeki kokudan gözlerim yaşarmış, burnumun direği sızlamıştı. Cep telefonumun ışığı belli belirsiz odayı aydınlatıyordu. Yerdeki köpek pisliklerini görünce içim bir ara ürperdi, içerde köpek olmaması için dualar ederek 8-10 adımda odayı geçip kapı boşluğuna ulaştım. Fabrikanın ana giriş büyük kapısına yakın tek katlı eskiden ofis olarak kullanıldığını tahmin ettiğim odasının penceresinden ışık sızıyordu. Fabrikanın içinde geniş bir alan tamamen açıktı. Hiçbir şey görmek mümkün değildi. On dakika kadar kapının eşiğinde bekledim. Etrafı göremesem bile en azından bir nöbetçi var ise sesini duyabilmek için kulaklarımı iyice açmış, nefesimi bile sessizce alıyordum. Ortamda çıt çıkmıyordu. Nöbetçi olmadığına göre kendilerine epey güveniyorlar diye içimden söylenerek yavaşça ışık yanan odaya doğru adım adım yürümeğe başladım. Pencerenin yanına kadar gitmem 10 dakika almıştı. İçerde hararetli bir konuşma vardı. Göz ucuyla içeriye baktığımda içerdeki dört kişinin güle oynaya sohbet ettiğini görünce epey rahatladım. Bizimkiler üç kişi ve dördüncü ise Azerice konuşan ve büyük ihtimal ermeni olduğunu düşündüğüm şahıs birbirlerine fıkralar anlatıyorlardı. Dördüncüyü izole edip bizim ekiple konuşmam gerekiyordu, bunun için aklıma dışarıda bekleyen Önder arkadaş geldi. Telefon etmek için binanın kör duvarına doğru yavaşça gidip, olabildiğince sessiz bir şekilde Önder’e bahçe kapısının önüne araba ile gelmesini, ön kaputu açmasını, motorun indüksiyon bobin kablosunun yerinden çıkartıp arabayı çalışamaz hale getirmesini söyledim. Sonra da gelip fabrikanın bahçe kapısını çalarak içerden yardım istemesini ve olabildiğince gelen şahsı oyalamasını, erken dönerse cep telefonuma çağrı yapmasını rica ettim. Birkaç dakika sonra bahçe kapısı davul gibi ses çıkarmağa başlamıştı. Tahmin ettiğim üzere sadece malum şahıs kapıya bakmağa gitti. Ben de fabrika kapısından dışarı çıkmasını bekliyordum. Hemen içeriye girdim ve parolayı söyleyerek kendimi tanıttım. Arkadaşlarla el sıkıştıktan sonra hemen konuya girdik. Tahmin ettiğim gibi kapıya çıkan şahıs Bakü Ermenilerinden ve Azericeyi iyi konuşabilen birisiydi. Bizimkileri de bildiği birkaç kelime Kürtçe ile kafasına göre test etmişti. Önemli olan ilk konu mühimmatın etkisiz hale getirilmesiydi. Bunun için plastik patlayıcıları sahteleriyle değiştirmemiz gerekiyordu. Ancak bunun zamanı ve yeri çok önemli idi. Ekibin geri kalanının ne zaman geleceğini de öğrenmemiz gerekiyordu. İletişim için cep telefonu bırakmak çok riskli olacaktı. Bu yüzden görüşmeleri bu binada ve yalnız kaldıkları zamanlarda yapmamız gerekiyordu. En azından birisinin iletişim için bizimle irtibatı sağlaması açısından her türlü fırsatı değerlendirmesi gerektiğini konuştuk. Dışarıda her zaman bekleyen bir ekip gereken bağlantı için hazır bulunacaktı. Yalnız olduklarında ise bahçede ateş yakarak işaret göndermeleri için anlaştıktan sonra, cep telefonumun yanıp sönen ışığı ile şahsın geri döndüğünü anlayarak hemen odayı terk ederek aynı delikten bahçeye kendimi attım.

Hemen o gece Bakü’ye hareket ettik. Türkiye’den gelecek olanlar ile ilgili elimizde sadece Tuğgeneralin kimliği vardı ama diğerlerinin eşkâlleri bile belli değildi. Paşa sabaha karşı İstanbul’dan uçağa binmişti. Uçağın kargosunda kendisiyle beraber sahte mühimmatın da geldiğini bilse acaba ne yapardı. Bakü havaalanında kendisini bekleyen bir araçla doğruca Hyatt otele doğru yola çıktı. Biz de boş durmuyorduk tabi. Azerbaycan otellerinde o tarihlerde kumar oynanabiliyordu. Kumarhanenin müdürü ile bir arkadaş vasıtası ile geldiğimin üçüncü günü tanışmıştım. Paşanın da aynı otele yerleşmesi bizim için bir şans olmuştu. ertesi gün odasına teknik donanım yerleştirilmesinde yardımını istemek amacıyla Kumarhane müdürünün yanına gittim. Yanımda onu ikna etmekte yardımcı olacak şahsi sicil dosyası da ihtiyat olarak hazır bulunuyordu. Önce reddedip yapamayacağını söylese de dosyasını masaya atınca kolayca ikna olmuştu.

Artık organizasyonun operasyon liderinin de odasını dinleyebilecektik ama yeterli değildi. Operasyonun lideri ya da diğerlerini yakalamak değildi tek amacımız. Kaynağının da bulunup kurutulması gerekiyordu. Bu yüzden kimseyi ürkütmememiz ve derinden gitmemiz gerekiyordu.

 

On dördüncü gün, Türkiye’den gelen C4 Görünümlü polimer malzemeler ile beraber Kuba’ya doğru yola sabah sekiz civarında yola çıktık. Yol üstünde bir yerlerde sabah kahvaltısı yaptıktan sonra saat on bir civarı yeniden Kuba’daydık. Yine ilk önce okul inşaatına uğradık, kalıbı, temel demirlerini kontrol ettik, işçilerle bir saat kadar çay içip sohbet ettikten sonra, malum terk edilmiş fabrikaya doğru yola çıktık. Fabrika civarında bekleyen ekip ile devamlı telefon görüşmeleri ile olan bitenden haber alıyorduk. Bizim ekipten kimseyi dışarı salmamışlardı. İhtiyaçlar için dışarıdan servis alıyorlardı. Akşamları başlarındaki adam, çarşıya iniyor ufak bir meyhane de demlenip geri dönüyordu. Bu gece takası gerçekleştirmemiz mutlak surette gerekliydi. Yarın diğerleri de Azerbaycan’a ulaşıp, Kuba’daki bu karargâha intikal ederse, içerideki adamlarımızla irtibat şansımız neredeyse hiç kalmayacaktı.

 

Akşam saat on civarında beklediğimiz haber geldi, adamımız yine çarşıya çıkmak için binadan ayrılmıştı. Peşindeki adamımız devamlı takipte ve 10 dakikada bir telefonla rapor gönderecekti. Yaklaşık beş kilo C4 plastik patlayıcı maddenin değişimi için doğruca fabrikaya yöneldik. Civardaki nöbet bekleyen ekipten içeride başka kimsenin olmadığı teyidini tekrar aldıktan sonra bahçe kapısının demir doğrama sürgü kapısını açarak aracımızı içeriye aldık.

İçerde bekleyen bizim ekiptekilerle son durum ile ilgili kritikleri yaparken, malzemeler de içeriye taşınmağa başlamıştı.

Paşanın otel odasında yaptığı konuşmalardan deşifre ettiğimiz bilgileri, bomba ekibi de doğrulamıştı. Yarın Gürcistan üzerinden Azerbaycan’a giriş yapılacaktı. Türk harekât timi ise 3 parti iki günde hava yolu ile yarından itibaren gelmeğe başlıyordu. Artık kazan kaynamağa iyiden iyiye başlıyordu ama bakalım kimin suyunu ısıtıyor görecektik.

Bu gece yüz yüze konuşacağımız son gece olacaktı. Fabrika devamlı gözetim altında olmasına rağmen içeri giriş şansımızı artık yoktu. Bu yüzden son talimatları verdim. Ayrıca operasyon için ayrılacakları dakikada kapının önünde zoom yapma kabiliyeti oldukça yüksek bir video kameranın olacağını, kapının önüne çıktıklarında biri birleriyle konuşuyormuş gibi yapıp bütün planın son ayrıntılarını dudaklarını belirli bir şekilde oynatarak okumalarını, video kaydının bana hızlı bir şekilde ulaştırılacağını ve dudak hareketlerinden deşifre edeceğimi ayrıca özellikle belirttim.

Paşa Bakü’de normal bir turist gibi geziyor, Türklerin yemek yediği restoranlara gidiyor, onlarla memleket meselelerini tartışıyordu. Bazı zamanlarda da otelin kumarhanesine gidip rulet oynamayı ihmal etmiyordu. Paşa’nın sicil dosyası da Bakü’ye geldiği uçakla diplomatik kurye tarafından getirilmiş ve bana teslim edilmişti. Bizim generalin yurt içinde çarpıcı ilişkileri vardı, gladyoda kilit noktalarda görev almış, iki sene NATO’da askeri ataşe pozisyonunda Amerika’da görev yapmıştı. Kurmay subaylığında da adı birkaç mafya lideri ile anılmış, yedikleri içtikleri o tarihten beridir ayrı gitmemişti. Maddi olarak da gayet rahat bir yaşamı vardı. İki oğlundan birisi Amerika’da paralı olarak üniversiteye gidiyordu. İstanbul ve Ankara’da karısı ve kendi adına ikişer apartman dairesi, İzmir Urla’da iki katlı bir yazlık, iki binek lüks oto vs. liste böyle uzayıp gidiyordu. Medya ile de iyi ilişkileri olduğu gözden kaçmıyordu. Büyük tirajlı gazetelerin ve ulusal kanalların sahipleri ile samimi olduğu birlikte çektirdiği fotolardan gayet açık bir şekilde belli oluyordu.

On altıncı gün, artık beklemek sinirlerimizi yıpratmağa başladı. Paşa trafiği tamamen kuryelerle idare ediyor, onların bizden daha asabi olduğundan eminim. Gelen habere göre Paşa otelde kat görevlisini fırçalamış. Sanırım ters giden bir şeyler var. Tamamen psikolojik bir stres ve fırtına öncesinin sessizliği hüküm sürüyor. Bir an Kuba’daki ekibin başına bir iş geldiğinden şüphelendim. Telefon edip herhangi bir hareket olup olmadığını sordum. Çocuklar da bunaldı orada. Neredeyse her yarım saatte bir rapor için telefon ediyorum. Bir yandan da intikalin geceye sarkmaması için dualar ediyorum. Eğer gece yola çıkarlarsa planımız suya düşecek, çünkü karanlıkta video kaydı yapmanın imkanı yok.

On yedinci gün, bugün de yine hiçbir hareket olmadı. Beklemeğe devam ediyoruz. Türkiye’de de sinirler iyice gerildi. Sudan bir sebepten telefonda tartıştık. Sükûnetimi korumam lazım. Kontrolü kaybetmek feci sonuçlar doğuracak biliyorum. Karar verdim video falan bekleyemeyeceğim sabah şafakta Kuba’ya gidiyorum. Kendi gözlerimle olanı biteni göremezsem rahat edemeyeceğim. Zaten burada da gözüme uyku girmiyor.

On sekizinci gün, şafakta iki araba yola koyulduk, iki saatlik araba yolculuğu beşik gibi geldi. Yol boyunca kestirdim. Kuba’ya girerken uyandırdılar. Doğruca bizim gözlem timinin olduğu yere gitmemizi söyledim. Noktaya vardığımızda bizim ekibi uyur halde görünce kan beynime sıçradı, adamların pervasızlığına mı kızacağımı, iyi ki gelme kararı aldığıma mı şükür edeceğime şaşırdım. Gereken cezayı biraz erteleme kararı alıp ufak bir maraz çıkardıktan sonra adamlardan birisini kahve ve yiyecek bir şeyler almağa gönderdim. Sonra elime dürbünü alıp yeni doğan güneşin loş aydınlığında fabrika binasını taramağa başladım. Binada hiçbir hareket yoktu. Bu adamlar uyurken binayı terk ettikleri geldi aklıma birden. Hemen yolda bekleyen ekibi telefonla

aradık. Allahtan bunlar uyumamışlardı. Gelen bilgi herhangi bir hareketin olmadığı yönündeydi. Termosla gelen sıcak kahveyi içtikten sonra anca rahatladım.

Saat on bire doğru binanın ana giriş kapısında bir hareket görüldü. Hemen ekibi uyardım. Herkes yerlerinde gözlerini dört açmış şekilde beklerken ben de dürbünle dışarı çıkanları takip ediyordum. Herhangi bir konuşmayı kaçırmamak için de video kamerayı çalıştırıp kayda başlattım.

Kapının önünde gerinenlerden birisi bizimkilerden diğer ikisi ise Diyarbakır’dan gelen sniper timinin üyeleriydi. Dürbünü bizimkinin yüzüne odaklayıp, kamera ile çekim yapana da aynısını yapmasını söyledim. Dudaklar kıpırdamaya başladığında kafamda birer birer anlam kazanmağa başladılar.

“Şu ana kadar ters giden bir şey yok. Biz iyiyiz. Bugün öğleden sonra yola çıkıyoruz. Akşam Bakü’de bir evde kalacağımızı söylediler. Operasyon yarından sonra yapılacak. Yol üstünde bomba ile tuzak kurulacak. Devlet başkanının Moskova’dan gelen uçaktan indikten sonra saraya giden yol üzerinde bulunan alt geçitteki rögar kapaklarının altına yerleştirilip araç geçerken patlatılacak. Zırhlı arabanın yoldan çıkarılmasından sonra, arabalarından inecek olan özel korumalar keskin nişancılar ile etkisiz hale getirilerek. Başkan Türk timi tarafından ölü ya da diri paketlenecek. Konvoyun etkisiz hale getirilmesi görevi de Türklerden oluşan mangaya verildi. Şimdilik söyleyebileceklerim bu kadar. Herhangi bir değişiklik olursa Bakü’de size ulaşmayı deneriz. Allah muvaffak etsin.”

Dedi ve diğerinin koluna girmesi ile içeriye doğru sürüklenerek girdiler. Kendi aramızda durum değerlendirmesi ve görev dağılımını yapıp Bakü’ye doğru yola koyulduk.

Bakü’de heyecanlı saatler başlamak üzereydi. DEVAM EDECEK…

Not:Bu hikayede anlatıların tamamı kurgu olup, gerçek kişi, tarih ve olaylarla hiç bir ilgisi yoktur. Hikayenin tüm hakları mahfuzdur. Hiç bir şekilde tamamen ya da kısmen iktibas edilemez.