1991 SENESİNİN SON GÜNLERİ, ASKERLİĞİN DE İLK (3)

İstanbul İzmir arası otobüs seyahatleri gerçekten yorucu oluyordu. Pazar gecesi on da bindiğim otobüs sabah yedi civarında Bornova’da oluyor, oradan askeri servis yediyi yirmi geçe bizi alıyor bir saat süren bir yolculuk sonunda Foça deniz üssüne ulaşıyorduk. Bu hafta da yine yorucu uykusuz geçen bir yolculuktan sonra birliğe geldik. Pazartesi sabah mesaisi başladıktan bir saat sonra bölük yazıcısı beni çağırdı. Telefonumun olduğunu söyledikten sonra beraberce bölükteki odama gittik. Telefondaki şahıs, bana kendini tanıttıktan sonra akşam saatlerinde Foça’da olacağını mesaiden sonra benimle akşam yemeğinde beraber olmak ve tanışmak istediklerini söyledi. Ben zaten kendilerinden haberdar olduğumu söyleyerek, buluşacağımız yer ve saat için anlaştıktan sonra, akşam görüşmek üzere diyerek telefonu kapattım.

Akşam mesai bitikten sonra Foça’daki buluşma yerine gittiğimde bana tarif ettikleri eşkâlde iki kişiyi balıkçı lokantasının önündeki verandadaki bir masada, elimle koymuş gibi buldum. Kendimi tanıtmama gerek bile kalmamıştı, beni görür görmez onlar da gözleriyle beni masaya zaten buyur etmişlerdi. Önce yaşça daha büyük görünen ismini söyledi. Binbaşı M.U.C., daha genç olanın ismi ise K.A. idi. İzmir’deki NATO biriminde görevliydiler.Karşı istihbarat ve muhaberat birimlerinde etkin pozisyonlarda tam yetkili olduklarını, benim dosyamı incelediklerini, İzmir’de bulunduğum sürece ortak eğitim ve çalışmalarda bulunacağımızı, NATO binasının yerini ve ne gibi faaliyetlerde olacağımızı açıkladılar. Sohbet gece yarısına kadar sürdü. Ayrılmadan hemen önce de bana bir dosya bıraktılar. Gece boyunca hiç gözümü kırpmadan dosyada yazılı olan tüm belgeleri okudum ve sabah kimse kalkmadan hepsini yakarak imha ettim.

Terhis olana kadar NATO içinde görevli olan iki ağabey ile epey samimi olmuştum. Terhis olduktan hemen sonra beni özel görevle Almanya Berlin’de ki NATO karargahına gönderdiler. Aralık 1992 de askerlikle ilişkimi kestikten sonra, ocak ayının 13 ünde Almanya’ya uçtum. Almanya’ya gidişim kendi mesleğimle ilgili özel bir firmada çalışma iznim alınarak maskelenmişti. Önce Münih havaalanına indim. Orada beni karşılayanlar bir müddet Bavyera’da yaşayacağımı en kısa zamanda da Berlin’e gideceğimi söylediler. Süreç fazla uzun sürmedi 35 gün sonra karayoluyla Berlin’e doğru yola çıktık. Bu süre zarfında benim için bir ev ayarlanmış ve birlikte çalışacağım iki kişi ile tanıştırılmıştım.

Berlin’de NATO standartları ve doktrinleri ile ilgili kurs ve seminerleri takip ediyordum. Genelde haftanın beş günü akşam saat dört gibi işim bitiyordu geri kalan zamanda da özel bir almanca dil kursuna kayıt olmuştum. Bu arada stajyerlik dönemim de usulca bitiyordu. Almanya’da faaliyet gösteren yasadışı birkaç örgütün içine de sızmam istenmişti.

Soranlara almanca kursuna gittiğimi Berlin Teknik Üniversitesinde eğitim alacağımı söylüyordum. Almanca kursu iyi bir maskeleme olmuştu. Bu örgüt içinde yer alan üç kişi de tesadüfen benimle aynı kursta almanca öğreniyorlardı. Birincisi Diyarbakır’dan M.K. ikincisi Pülümürlü O.Ş. üçüncüsü Bingöllü H.Ö. üçü de Irak üzerinden insan tacirleri vasıtası ile Almanya’ya bir şekilde kaçak olarak girmişler ve pasaportlarını yakarak siyasi iltica talebinde bulunmuşlardı. Almanya tatlı hayat vaat ediyordu ya, yaşadıkları yer devletin parasını ödediği izbe bir yurt idi. Ranzalarda yatıyorlar ufacık bir odada sekiz kişi barınıyorlardı ve her gün yabancılar polisini mecburi ziyaret edip yoklama için imza atıyorlardı. Geldiklerine geleceklerine bin pişman olduklarını, dilleri söylemese bile gözlerinden çok net bir şekilde anlaşılıyordu.

Örgütün kilit noktalarındaki adamların güvenini kazanmam bir ayımı almıştı.

Bu örgütün faaliyetleri, ekonomik olarak ilişkileri, para kaynakları, yabancı istihbarat birimleri ile olan

bağlantılarını her hafta şifreli olarak Türkiye’ye düzenli olarak gönderildi. Bu ilk görevimdeki başarımdan dolayı bir haftalığına Norveç’te tatile gönderilmiştim. Mart ayının on beşinde Oslo’ya özel bir uçakla gidecektim, ancak bunun sadece bir tatil olmadığını daha sonra öğrendim. Oslo Üniversitesi ve NATO’nun ortak bir çalışma grubuna dâhil edilmiştim.

Berlin’e döndüğümde monoton günlerime kaldığım yerden devam ediyordum. Bu arada kişisel güvenliğim için 9 mm. parabellum bir tabanca da tahsis edilmişti. Tabancayı her zaman üzerimde taşımak tehlikeliydi, evin kapısı da çok sağlam görünmeyen eski bir ahşap kapıydı. Sonra aklıma kilitli olan tek yer posta kutusu geldi. İhtiyacım olana kadar posta kutusunda saklamak o an bana çok mantıklı gelmişti. Bu teslimat günü tarihte önemli bir olaya ile de aynı günde gerçekleştiği için hafızamdan asla çıkmayan özel bir gündü. 17 Nisan 1993, o gün Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ı da kaybetmiştik. Rahmetlinin Türkiye’ye yaptıkları hizmetleri takdir etmemek mümkün değildi. Halefi olan Süleyman Demirel için aynı şeyleri düşünmek mümkün müdür? Bunu da sizlerin takdirine bırakıyorum. Süleyman Demirel’e açılan Cumhurbaşkanlığı kapısı siyaset tarihimizde umulmayacak bir hadiseye vesile oluyor, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilk gerçekleşiyordu. Demirel’den boşalan DYP Genel Başkanlığına Tansu Çiller 13 Haziran 1993 tarihinde İsmet Sezgin ve Köksal Toptan’ı geride bırakarak Genel Başkan ve bunun doğal bir sonucu olarak da Başbakan oluyor ve hanım bir başbakanın idaresinde yeni bir hükümet kuruluyordu. Bu çalkantılı dönemde Türkiye’de olup bitenleri yabancıların gözüyle görme fırsatını da yakalamıştım. Almanya’da özellikle NATO karargâhı personeli olaylara pek şaşırmamış görünüyorlardı. Sokaktaki insan için Türkiye İslam ülkesi olarak bir kadın başbakana sahip olması ise gerçekten çok şaşırtıcıydı. Tansu Çiller’in icraatları ise bende gerçekten hayal kırıklıkları yaşatmıştır. Neyse biz Almanya’daki anılarımıza devam edelim.

Almanya Kripto ile haberleşmede gerçekten çok ileri düzeyde tecrübelere sahip bir Avrupa ülkesiydi. İkinci dünya savaşında haberleşme teknolojileri ve kripto cihazları konusunda çağının önünde ilerleme göstermiş. Müttefik devletleri Enigma diye bildiğimiz cihazın peşinde epey bir süre koşturmuştu. Bunlardan en çok bilineni Wehrmacht enigma modeli idi.

Bu makine ilk başlarda çok iyi olmasına rağmen daha sonra kötü bir üne sahip olmuş, Müttefik şifrecileri tarafından çözümlenmiş ve Almanya’nın dünya savaşını kaybetmesinde önemli bir etken olmuştu. Bu cihazın bazı zayıf yönleri olmakla birlikte, esasen operatör hataları ve kod kitapçıklarının düşman eline geçmesi kodun kırılarak cihazın işlevinin yitirilmesine ve aleyhte çalışan bir duruma sebebiyet vermiş. Buna rağmen Almanya bu konuda liderliğini hala devam ettirmekteydi. Almanya’da öğrendiğim başka bir konu da Alman istihbarat birimi mensuplarını devşirilerek, ikinci dünya savaşı sonrasında Amerika Birleşik Devletleri merkezi haber alma biriminin kurucuları olması idi. Sovyet Bloğunun dağılmasından sonra Almanya alt yapısında var olan haber alma ve karşı casusluk birimini yavaş yavaş Amerikan boyunduruğundan kurtarmaya başlamış ve organizasyonunu çok çabuk bir şekilde tamamlamıştır. Alman isthibaratı BND (Bundesnachrichtendienst- Kurucusu ünlü Nazi casusu Reinhard Gehlen’dir.) popüler istihbarat örgütlerine pek benzemeyen adı sanı pek duyulmamasına rağmen önemli operasyonları büyük ustalıkla yapabilme kapasitesine sahip bir örgütlenme olmuştu. Berlin duvarının yıkılmasının ardından iki ayrı Almanya tekrar birleşmişlerdi ancak, 45 sene zarfında yaşananlar ve iki toplumun tam uyumu için sanırım bir 50 seneye de ihtiyaç vardı. Boş zamanlarımda batı kesiminden doğu tarafına geçmek bana her zaman tarifsiz bir huzur veriyordu. Doğu Berlin’in bakımsız yolları ve binaları bana İstanbulu hatırlatıyor ve içimdeki memleket özlemini bir nebze de olsa hafifletiyordu. O tarihlerde benim gördüğüm Almanya’nın birleşmeden ekonomik olarak çok sarsılacağı ve ilerleyen yıllarda doğunun imarı için kaynaklarını önemli ölçüde zorlayacağı gücünü kaybedeceği yönündeydi. Çok da yanıldığım söylenemez. Almanya’nın Avrupa Birliği ve ortak para birimine geçmesi bence can simidi olmuştur. Euro’ya geçişle birlikte Almanya’da örtülü bir devalüasyon gerçekleşmiş, işsizlik oranları da tavan yapmıştır.

Berlin’de çalışmalarımıza devam edelim. Benim orada bulunduğum süre içerisinde Alman politikası ve BND Türkiye’den gelen her türlü siyasi iltica talebine çok sıcak bakıyor. Türkiye’de gerçekleşen terör olaylarında da Türkiye’yi suçlu görüyor ve terör örgütlerine hamilik yapıyordu. Batının bu çifte standartları beni her zaman asabileştirmiştir. Nitekim ateşle oynayanın bir gün bir tarafı o ateşte yanacaktır. Almanya da çok geçmeden Türkiye’yi rahatsız eden bu örgütlerin elinde oyuncak olmuş ve bu teröristlerin hedefi haline gelmiştir. Türkiye’nin Almanya içindeki istihbarat faaliyetleri ise genel anlamda sadece haber alma yönünde oluyordu. Operasyonel faaliyetler oldukça sınırlıydı. Berlin’de geçirdiğim süre boyunca bir çok önemli bilgiyi merkeze kriptolayıp gönderdik. 1993 senesinin aralık ayı sonunda, kimliğimiz deşifre olana kadar faaliyetlerim bu şekilde devam etti. Son bir aydır zaten takip edildiğimi hissediyordum. Bir akşam eve geç vakitte döndüğümde apartman girişinde sohbet eden iki kişi dikkatimi çekmişti. Binanın giriş kapısını açıp içeri girdim. Kapı önünde bekleyenlerden birisi ayağını kapının

arasına sokup kapının tam kapanmasına fırsat vermeden içeriye doğru süzüldü. Apartmanın girişindeki kapının hemen sonrasında bir de rüzgârlık kapısı vardı ve hemen ardından beş basamakla yukarıya çıkılıyordu. Ana merdivene kadar 5-6 metre boyunca bir koridoru geçerken arkamdan rüzgarlığın yaylı kapısının çarpmasıyla peşimden içeri girdiklerini anlamıştım. Sükunetimi hiç bozmadan, posta kutularına doğru döndüm, kendi posta kutumun kilidini anahtarımla açarken, içinde parabellumun bir yere kaybolmamış olması için dualar ediyordum. Posta kutusunun içinde biriken birkaç tane market tanıtım broşürü ile birlikte tabancayı da sağ elime almıştım bile. Gayri ihtiyari sağ tarafıma doğru baktığımda önde gelen şahsın gözlerinde hiç de iyi bir niyet olmadığını anlamamak mümkün değildi. Ama benim parabellum kurulu vaziyette zaten beni bekliyordu. Namluyu gördüğündeki ilk şoku atlatması 4-5 saniye sürmüştü. Sonra arkasından gelen arkadaşına döndü gereken onayı gözleriyle birbirlerine vermişlerdi. Saldıracaklardı. Benim ateş etmekte tereddüt edeceğimi sanırım bakışlarımda hissetmişlerdi. Ama yanıldılar. İlk gelen üzerime doğru atıldığında işaret parmağım parabellumun yumuşak tetiğine dokunur dokunmaz bir gürleme apartman boşluğunda patladı. Birinci mermi adamın kasığına isabet etmişti ve olduğu yere çöktü. Diğeri zaten hemen ardındaydı ve üzerime doğru geliyordu. Ben geriye doğru bir iki adım atarken tekrar nişan alma fırsatını bulmuş ve tetiğe tekrar asılmıştım. İkinci mermi arkadan gelen şahısın kemerinin hemen üzerinde beyaz gömleğinde gittikçe büyüyen kırmızı bir leke oluşturmuştu. Bu arada acıyla karışık edilen küfürler, barut ve kan kokusu apartman girişini panayır yerine döndürmüştü. Silahın namlusunu yerde yatan iki kişiden ayırmadan üzerlerinden atlayıp sokak kapısını açtım ve dışarıya temiz havaya kendimi attım. Benim tehlike durumlarında reaksiyonlarım genelde tuhaftır. Olay olup bitene kadar buz gibi duruşumu daima muhafaza edebiliyorum. Ama olay bittikten sonra kandaki adrenalinin maksimum seviyeye çıkmasından sonra bütün vücudumu bir titreme alıyor. O an sanki olayı gecikmeli olarak tekrar yaşıyor gibi hissediyorum. Bunda da aynı durum vasıl oldu. Sokağa çıktığım anda temiz havanın da etkisiyle bütün vücudum sarsılmaya başlamıştı. Metro giriş merdivenlerine kadar yaklaşık 100 metreyi nasıl kat ettiğimin farkında bile değildim. Aşağıya inip istikamete bakmadan ilk gelen trene atladım. Son durağa kadar da şuursuzca gitmiştim. Trenden herkes indikten sonra en son ben kaldığımda yerimden kalkabildim. Yeryüzüne çıktığımda ağzım kurumuş ve korkunç bir su ihtiyacı hissediyordum. Sırtımda ve bacaklarımda da korkunç bir ağrı peyda olmuştu. Berlin’de o saatlerde açık bir yer bulup içecek bir şeyler almak neredeyse imkânsızdır. Allahtan çıktığım meydana yakın bir yerde bir benzin istasyonu vardı. Doğruca oraya yöneldim ve iki şişe soğuk su satın alıp nefes almadan şişenin birinin tamamını bitirdim. İkinci şişeyi yanıma alıp dışarı çıktım soğuk suyla yüzümü ve ensemi yıkadıktan sonra biraz olsun mantıklı düşünmeğe başlamıştım. Meydandaki ankesörlü telefonlara giderek acil durumlarda aranacak olan önceden ezberlediğim numarayı çevirdim. Telefona ilk cevap veren almanca konuşmuştu. Özel güvenlik kodunu söyledikten sonra beni dahili bir numaraya aktardı. Telefondaki şahıs buluşma noktasının adresini bana verdikten sonra ilk gelen taksiye atladım ve Berlin Wedding tarafında adrese ulaştım. Buluşma noktasında iki kişi beni bekliyordu. Yakınlardaki bir apartmana beraberce girip beşinci kata kadar hiç konuşmadan merdiven basamaklarını ikişer ikişer tırmandık. Daire Berlin’deki güvenli evlerden birisiydi. İçeri girdiğimizde olan biteni anlattım. Gelenlerden birisi bizi bırakıp gitti. Sabahı zor etmiştim. Ertesi gün saat yedi civarında gece giden arkadaş tekrar geldi. Elinde benim adıma düzenlenmiş yeni bir pasaport duruyordu. Cebimdeki eski pasaportumu benden alıp cebine koyduktan sonra beraberce aşağıya indik. Aşağıda bekleyen arabaya binip Berlin’in dışına çıkan otobanlardan birisine doğru süratle yol alıyorduk. Arabada üç kişi iki saat boyunca tek kelime etmeden Hamburg’a doğru yol aldık. Saat ona doğru yol üstündeki dinlenme istasyonlarında birisinde kısa bir mola verdik. Kahvaltılık bir şeyler yiyip, kahvelerimizi içtikten sonra ancak kendime gelmiştim.

Öğleye doğru Hamburg’a girmiştik. Yol yaşananları tekrar anlatıp kritik ve tartışmalarla çabucak bitmişti. Hamburg’a vardığımızda yine güvenli bir eve yerleştik. Bu arada Berlin ile irtibata geçilmiş, bana saldıran şahısların kimlikleri belli olmuştu. Yoldan geçen alelade serserilerden değillerdi. Örgüt fedailerinden ikisini gözdağı vermek için üzerime salmıştı. Yaralıların durumları ağır değildi. Polis olaya el koymuş eşkalim polisçe biliniyor ve aranıyordum. Ertesi güne kadar güvenli evden dışarı hiç çıkmadan dinlendim. Aralık ayının 21 i gecesi kiralık bir araba ile Danimarka sınırına doğru hareket ettik. Allahtan Danimarka ile Almanya arasında gümrük yoktu. Biz de elimizi kolumuzu sallayarak Danimarka’ya giriş yaptık. 22 aralık öğlen vaktinde İstanbul uçağındaydım. Bir senelik kavuşma sevinci bir yandan, gece yaşanan olayların sarsıntısı diğer yandan karmakarışık duygular içerisinde geçen bir uçuştan sonra Atatürk Havalimanına indim. Kapıda kimse beni karşılamağa gelmeyecekti. Dışarı çıkar çıkmaz hemen bir taksiye atlayıp doğruca eve doğru yola koyuldum. O yıllarda Haliç hep kokardı. Haliç köprüsünün üzerinden geçerken derin bir nefes alıp o iğrenç kokuyla ciğerlerimi doldurdum. Bu kokuyu bile ne kadar çok özlemiştim.

DEVAM EDECEK