1991 SENESİNİN SON GÜNLERİ, ASKERLİĞİN DE İLK (2)

Binbaşı yanındaki duvara monte edilmiş, kırmızı bir butona basarken bana çay içersin değil mi? dedi. Gelen askere iki çay emrettikten sonra, gözümün taa içine bakarak konuşmasına devam etti.

Bu tür özel yeteneği olan insanlara, Devletimizin ihtiyacı var, ne dersin, devletine hizmet etmek ister misin? diye bana sordu.

Komutanım, teşekkür ederim teklifiniz için ama benim bir mesleğim zaten var, diye kibarca yanıtladım.

Oğlum biraz düşün, vatanın senin gibilere ihtiyacı var, hemen karar verme, iyice düşün, zaten düşünmek için yeterince zamanın var, şunu da aklından çıkarma ki, vatanına vereceğin bu hizmet, sivil hayatındaki mesleğin ile verebileceğinden çok daha fazla olacaktır, dedi.

Burada seni bir hafta zaten misafir edeceğiz, senin ile konuşmak için Ankara’dan 3, İstanbul’dan 2 kişi yarın sabah Eğridir’e intikal edecek, sen şimdi git dinlen yarın sabah kahvaltıyı beraber yaptıktan sonra sohbetimize gelecek arkadaşlarla beraber kaldığımız yerden devam ederiz dedi.

Konu giderek daha ilginç bir hal almağa başladı, bu gelecek adamlar kimdi, benimle ne konuşacaklardı.

Odadan çıktığımda akşamın alaca karanlığı Eğridir’in beyaz örtüsünün üzerine çökmüş, eski filmlerdeki siyah beyaz görüntüleri andıran bir panorama içimdeki kasvet duygusunu da bir karabasana dönüştürmüştü.

Akşam yemeği için toplanan kalabalığın arasına nasıl karıştığımı ve yemekhaneye gidiş yolunu o düşünceler içerisinde nasıl gittiğimi hatırlamıyorum. Sırada bekleyip çelik tabldot tabaklarına servis edilen askerin demirbaş yiyeceği sayılan kara şimşeğimi alıp bir masaya ilişerek karnımı doyurdum. Yat saatine kadar sağda solda oyalanıp yatağa girdiğimde hala aklımda, cevap bekleyen bir sürü sorular üretip, her soruya da mantıklı cevaplar yükleyerek, sabahı ettim.Bu düşüncelerle günün ilk ışıklarına kadar gözüme bir damla uyku girmemişti.

Nasıl olduysa bir ara dalmışım, ne kadar oldu bilmiyorum ama davulu andıran bir sese eşlik eden KOĞUŞ KALK nidasıyla tekrar uyandım.

Yatağımı düzelttikten sonra, tuvalet ve temizlik işlerimi yapıp, nedense canım binbaşı ile kahvaltı etmek istemedi, ayaklarım beni yemekhaneye belki de sürü psikolojisinin etkisiyle doğru götürdü. Yemekhanede verilen sabah kahvaltısı menüsü doğrusu beni hiç cezp etmemişti. Tabldot tabağına bir parça yağ ve 5-6 siyah zeytinden başka bir şey koymamaları gerçekten sabah kahvaltısı için sinir bozucu bir durumdu. Çay ise yine paslanmaz bardakların içerisine büyük tencerede kaynatılarak kepçelerle dağıtılıyordu. Şeker ise standart olarak zaten çayın içerisindeydi. O ara yine kararımı değiştirdim, binbaşı ile kahvaltının daha iyi şartlarda olacağını düşünerek, kahvaltıyı protesto ederek sadece acı çayımı yudumladım. Çay biter bitmez de doğruca binbaşının odasına gittim. Binbaşı odasına henüz gelmişti. Kapıdaki asker kapıyı çalarak benim geldiğimi bildirdikten sonra ancak odaya girebildim. Sabahları erken kalkmanın verdiği bir asabi bir elektriği içeride hissetmemek mümkün değildi. Günaydın dememe karşılık homurtuyla karışık bir yanıt aldıktan sonra koltuğa oturabildim.

 

Binbaşı bu sefere nedense, yanındaki butona basmaktansa kapıdaki askere adıyla bağırarak çağırmayı tercih etti. Kapıyı açan askere bize kahvaltı hazırlat, kahvaltı gelene kadar da iki çay hemen al gel dedi.

Asker gittikten sonra bana dönerek, Galiba gece iyi uyuyamadın, gözlerinde belli, diye bana takıldı.

Kahvaltı gelene kadar çaylarımızı içtik, bu arada da beni gelecek olan şahıslar ile ilgili biraz bilgilendirdi. Ankara’dan gelecek olanlar Milli İstihbaratın özel bir biriminden, İstanbul’dan gelecek olan 2 kişi ise Ulusal Kriptoloji enstitüsünden geliyorlardı.

Bu arada aklıma gece gelen birkaç soruyu da binbaşıya sorma fırsatım oldu.

İlk sorum, madem benim böyle bir özel durumum vardı, neden benim Eğridir’e gelmem gerekiyordu?

Hantal devlet bürokrasisin azizliğine uğramıştım. Sınav yapıldıktan sonra sonuçlar ancak benim İstanbul’dan ayrılacağım gün belli olmuş, Eğridir’e gitmeden önce beni İstanbul’da yakalayamamışlardı. Biraz hızlı olsalar buralara kadar gelmeme hiç gerek kalmayacaktı.

Gelen heyet de zaten acil olarak sevk edilmiş ve helikopterler ile Eğridir’e doğru yola koyulmuşlardı.

İkinci soru, görevi kabul etmezsem ne olacaktı?

Binbaşı, kabul edip etmemekte tamamen özgürsün, bu işler gönülsüz yapılacak işlerden değil dedi. Kabul etmezsen normal askerlik hizmetine devam edeceksin, Eğridir Dağ Komando Okulundan asteğmen rütbesiyle mezun olacaksın. Kıta görevine gideceksin, ama kabul ettiğin takdirde, artık senin için kıta görevi söz konusu olmayacak, askerlik hizmeti senin için sadece bir formalite olacak. Herkes senin normal askerlik görevini ifa ettiğini bilecek ama bu görevi kabul etsen de, etmesen de kimsenin bu konuştuklarımızdan haberi olmayacak deyip benden yemin etmemi de istemeği ihmal etmedi.

Bu arada kapı çalındı kahvaltımız geldi. Kahvaltı sofrasını gelen iki asker toplantı masasının üzerine hazırlarken, tabi olarak bizim konuşmamız da kesilmişti. Gerçekten yemekhanedeki görüntünün üzerine bu sofraya tek kelime edilemezdi. Sofrada omlet bile vardı. Çaylar tazelendi. Kahvaltımızı bitirdikten sonra, binbaşı ile beraber odasından ayrıldık. Kapıda bekleyen şoför bize kapıları açtıktan sonra arabaya binip birliğin yukarıdaki bölgesine doğru yol aldık. Burada diğerlerine nazaran daha yeni bir bina olduğunu gördüğüm iki katlı bir yapının önünde arabadan indik. Bu arada saat sabah onbiri bulmuştu. Binanın hemen karşısındaki helikopter pistinde olağan dışı bir telaş göze çarpıyordu. Gelecek olan helikopter için gereken tedbirler şimdiden alınmaya başlamıştı. Binadan içeriye girince bizi karşılayan bir yüzbaşıyla beraber üst kata çıktık. Üst katta sağlı sollu odaların olduğu uzunca bir koridorun sonunda toplantı odası yazan kapıdan içeriye girdik. Toplantı odası içinde 40 kişilik bir toplantı masasının olduğu devasa bir salondu. Toplantı masasında koyu renk takım elbiseli üç kişi biz içeri girer girmez ayağa kalkıp selamlaştılar. Benim ilk tanışmalarda hep bir kusurum vardır. İsimler söylenir ama benim hiçbir isim aklımda kalmaz. Biz de toplantı masasının bir köşesine oturduk. Yüzbaşı ne içeceğimizi sordu, Binbaşı orta şekerli kahve isteyince ben de yüzsüzlük edip orta şekerli kahve rica ettim.

Toplantının başlaması için gelecek olan iki kişi bekleniyordu. Bu arada onlar gelene kadar havadan sudan sohbet kahvelerle beraber devam etti. Öğlen saat 12:30 civarında diğer beklenen misafirler de helikopterle geldiler. Camdan onlara bakarken, doğruca bizim bulunduğumuz odaya doğru geldiklerini uzun adımlarla ve acelelerinden anlamıştım. Heyet toplandıktan sonra, kısa bir tanıştırma merasimi ve ardından hemen toplantı konusuna girildi. Ulusal kriptoloji enstitüsünden gelenler, şifreler ve kriptoloji ile iletişimin ülke için önemini, kuruluşundan bugüne yaptıkları faaliyetleri Aselsan ile yürüttükleri işbirliği çalışmalarını, TSK ile yürütülen çalışmaları, Milli istihbarat ve altındaki kurumların kriptoloji ile ilgilerini anlattılar. Toplantı heyeti olmasına rağmen, seminer sadece bana veriliyordu. Sonra Milli istihbarat biriminden gelenler kurumun özelliklerini faaliyetlerini anlattılar. Sonuçta benim de onlarla çalışmamı arzu ettiklerini söylediler. Toplantı beni ikna için yapılan bir iş görüşmesi havasına bürünmüştü. Benden ne istediklerini söylemişlerdi. Şimdi de benim istediğimi soruyorlardı.

Askerlik durumumun ne olacağını sordum ilk aklıma gelen sorun buydu şu anda. Kuruma kabul edildiğim takdirde İstanbul’a gideceğimi Tuzla Piyade Okulu’nda yedek subay öğrenciliğimin devam edeceğini, ancak eğitimin belli zamanlarında Gebze’deki kriptoloji enstitüsüne gideceğimi orada bir müddet özel eğitim almam gerektiğini söylediler. Bunun haricinde Tuzla’daki eğitimin formalite olacağını, piyade okulundaki eğitim süresinin sonunda kıta görev yerimin de yine formalite icabı olacağını söylediler. Bundan başka iç hizmet, disiplin ve prensiplerden bahsettiler. Toplantının ikinci saatine doğru öğle yemeği arasına kadar hiç odadan çıkmadık. Yemekten sonra da kriptoloji enstitüsünden gelenler yine aynı helikopterle İstanbul’a hareket ettiler. Geride kalan bizler ise 6 gün boyunca her gün aynı odada sabahtan akşama kadar konuştuk. Bu konuşmaların konuları genel manada Türklerin nereden gelip nereye gittiği tarihteki önemli olayların görünen ve gizli sebepleri, etrafımızda olan olaylar, içimizdeki gizli ve zararlı yapılanmalar

ve bunların dış destekçileri. Osmanlı ve daha öncesi olaylar ve kişiler. Cumhuriyetin kuruluşu sırasında olan olaylar ve cumhuriyetin kuruluşundan sonraki dönemden günümüze kadar, devleti idare edenlerin kimlikleri, etkinlikleri, zafiyetleri, güçlü olduğu yanları gibi bir sürü konuda o güne kadar bilmediğim ve hayrete düşmeme sebep olan bir sürü bilgiyi öğrenmiş oldum. O güne kadar bize öğretilen tarihin tamamen uydurma olduğunu öğrenmek gerçekten beni üzmüştü. Bu altı günlük toplantı maratonu bittiğinde artık benim de itiraz edecek gücüm kalmamıştı. Yapılan propaganda o kadar inandırıcı ve ikna ediciydi ki gönüllü olarak kuruma girmeyi kabul ettim.

Yedinci günü sabahı Eğridir’e gelen heyet, komando olamayacaklar için sağlık kontrolüne başlamıştı. Benim de adım zaten heyete verilmiş, formalite icabı heyete girdim, ve Tuzla’ya gidişim için gerekenler yapıldı. Ertesi sabah bizi topluca bir trene koydular ve İstanbul’a uzun bir tren yolculuğu sonrasında ulaştık. Tuzla Piyade okuluna geldiğimde beni bir yüzbaşı hemen buldu, benim bölüğe kaydımı bizzat kendisi yaptırdı. İstanbul’dan bir hafta ayrı kalmıştım ama meğer ne kadar çok özlemişim. Bu ayrılıkların ileride çok daha uzun olacağını kim bilebilirdi ki?

Tuzla günleri gerçekten çok rutin geçti. Dört aylık bu dönemde herkes gibi ben de askerlik temel eğitimi alıyor gözükmeme rağmen kimi zamanlarda uydurma bahanelerle diğer arkadaşlarımdan ayrılıyordum. Benim için uydurulan çeşitli dâhili ve harici görevlere gönüllü oluyor, soranlara da sizin gibi yat kalk yapacağıma gidip bir şeylerle uğraşmak çok daha iyi diyordum. Bu anlarda beni alan özel bir araç Gebze TÜBİTAK MAM yerleşkesi içerisindeki enstitüye beni getiriyor, akşam yemeği saatine kadar kriptoloji ile ilgili temel eğitimlerini alıyor ve beni bekleyen aynı araçla tekrar geri dönüyordum.

Dördüncü ayın ortasında artık kura zamanı gelip çattı, öteden beri hep İzmir’de askerlik yapmak istemişimdir. Benim bu isteğimi sağ olsun arkadaşlar görev telakki ettiler. Teklif, benim ilk on ikiye notlarım ile oynayarak girecek olmam ve istediğim yeri listeden seçmem olmasına rağmen, kabul etmedim. Kimsenin hakkını gasp etmenin manası yoktu. Madem devlet bu kadar güçlü idi, öyleyse bu konu çok basit bir şekilde çözülebilirdi. Yapılacak olan, ilave bir deniz kuvvetleri kurasını, kura çekilmeden önce avucuma alarak, kura anında çıkarıp ilgili subaya okutmaktı. Öyle de oldu, kurayı elimde sıkıca sıkarak sırada bekledim. Sıram gelince de torbaya elimi sokup avucumu dışarıda açarak tabur komutanı binbaşıya okuttum, bu arada ilginç bir şey de oldu, hemen önümde kura çeken arkadaş benim avucumda yazılı olan birliğin kurasını çekmişti. Yaklaşık 1600 kişi için hazırlanan piyango çekilişinde, 11 tane deniz birliği kurası olmasına rağmen iki defa aynı yeri okuyan binbaşı da, ben de gerçekten çok şaşırmıştık. Ama şaşkınlık sebeplerimiz biraz farklıydı orası ayrı.

15 günlük dağıtım izni süresince de yine Gebze’ye neredeyse her gün gidip geldim.

 

Nisan ayının ilk günü artık İzmir Deniz Piyade Alayı’na katılmam gerekiyordu. Tüm bu olanlardan sadece İstanbul’da bir kişinin haberi vardı o da Tuzla’daki yüzbaşı idi. İzmir’de şimdilik kimsenin benimle irtibata geçmeyeceğini, on beş günde bir hafta sonları İstanbul’a gelip onunla görüşeceğimi, gittiğim birlik de dâhil olmak üzere aldığım özel eğitimden ve çalıştığım kurumdan kimseye bahsetmemi tekrar hatırlattıktan sonra beni uğurladı.

İzmir gerçekten çok güzel bir şehirmiş, daha önce çocukluğumda bir iki sefer gelmiştim ama o zaman pek farkında değildim. Annem de İzmir’de askerliğimi yapacağım için gayet mutlu olmuş, artık gözüm arkada kalmayacak demesine rağmen telefon etmeği ihmal etmemi nasihat etmeyi de unutmamıştır. Annelik yüreği işte, evlatlarını hep gözünün önünde istiyor.

İzmir Foça güzel bir tatil beldesi idi. Akşamları arkadaşlarla beraber güzel zamanlarımız geçti. Gittikten sonra iki haftada bir İstanbul’a geldim. Birinci ay doldurduktan sonra artık Foça’ya iyice alışmıştım. Temmuz ayı ortasında İstanbul’a yaptığım ziyaret sırasında İzmir’de benimle iki kişinin irtibata geçeceğini tebliğ ettiler.Bu gelecekler acaba kimdi ve ne için geliyorlardı???