Zengin darbecilik tarihimize eklenen yeni orijinal, zorlu bir darbe teÅŸebbüsü ile karşı karşıya kaldık 15 Temmuzda. Devletin darbeye karışmayan kurumlarının, siyasi iktidar ve siyaset kurumlarının, bilhassa cumhurun baÅŸkanının ve cumhurun acil, hızlı ve cesur müdahalesi sonucunda, bu dış destekli darbe akamete uÄŸratılmıştır.
Türkiye son yıllarda tarihsel duraÄŸanlıktan, tarihin nesnesi konumundan kurtulma mücadelesi vermektedir. Millet, tarihte özne olabileceÄŸine iliÅŸkin bir özgüven geliÅŸtirmeye baÅŸladı bu yıllarda. Oysa Türkiye’ye bir embedded devlet statüsü biçmiÅŸ olan uluslararası güç odakları bu özgüven geliÅŸiminden rahatsızdılar. Maliyetsiz olarak kullanabildikleri bu ülkenin, özne konumuna gelmesine izin vermeleri beklenemezdi.
Kaldı ki, uzun darbe geleneÄŸimiz, deÄŸil özgüven geliÅŸtirmeyi, çizilen çerçevedeki, hafif sapmaları bile askeri müdahale yoluyla düzelten darbe örnekleri ile doludur. Türkiye’nin tarih yapan, özne olan, dünyayı yöneten güçlerle eÅŸit iliÅŸkiler kurmaya çalışan bir siyaset üretme gayretinin müsamaha ile karşılanmayacağını anlamak için basit, yüzeysel bir yakın tarih okuması bile yeterlidir.
KarşılaÅŸtığımız dış destekli darbe teÅŸebbüsü, bu açıdan bakıldığında beklenmesi gereken bir eylemdi. Sürpriz deÄŸildi. Asıl sürpriz olan, yakın tarihi periyodik darbeler ve darbe teÅŸebbüsleri ile dolu olan bu ülkenin siyaset kurumlarının, güvenlik kuramlarının, istihbarat kurumlarının lakayt denecek kadar hazırlıksız olmalarıydı.
Siyasetin refleksif davranışı, kuramların göreve hız lı toparlanması, milletin hızlı ve muhteÅŸem müdahalesi ve Allah’ın yardımı bu istisnai ve zalimane darbenin bugünkü ile mukayese edilemeyecek acı sonuçlarından ülkemizi ve milletimizi korumuÅŸtur.
Yanlış Konumlanmış Kurumların ÜrettiÄŸi Ä°llegal Yapılar
Türkiye’de devlet kuramları halka hizmet vermekten ziyade, halkı kontrol altına almak ve çizgiden saptırmamak esası üzerine kurgulanmıştır. Halkın inanç, düÅŸünce ve eylemlerini ötekileÅŸtiren bu anlayışın hâkim olduÄŸu kurumlarda var olmak ve varlığını sürdürmek, ancak kendini saklamak, varlığını belli etmemek, inanmadığımız ÅŸeylere “mış” gibi yapmakla mümkün olabiliyor. Bu durum takiyyecianlayışların yayılmasına, illegaliteye kayılmasına sebep oluyor. Belli kurumlarda ÅŸekli ibadetlerin açıktan yerine getirilemiyor oluÅŸu, inanç dışı eylemlere zorla itilme, bir öfke birikimi meydana getiriyor. Bu öfkeden istifade edenler de kendi menfur emelleri için insan devÅŸirerek uygun bir zemin buluyor. Ordudan yapılan tasfiyelere bakalım, önceki yıllarda sol yasaklı hale getirildi. Sol cuntacılar oluÅŸtu, bunlarla mücadele asli faaliyet haline geldi. 28 Åžubat gibi süreçlerle insanların inançlarına aşırı bir baskı uygulandı. Ramazanda sahura kalkanlar kim diye lojman- ışıkları kontrol edildi. Sırt sırta verip savaÅŸa katılacak arkadaÅŸlar birbirlerini ihbar eder konuma düÅŸürüldü. Ä°nançları yüzünden hastanelerde muayene edilmekte tereddüt edilen kurum mensupları çok acılar çekti. Bu durumda açıkçası inançlarını yaÅŸayan ve ifade edenler kurumlardan kovuldu.
Takiyye yapanlar, varlıklarını gizleyenler de, yabancı güçlerin koruması altında bugünkü konuma gelip, halkın verdiÄŸi silahları, halka ve halkın yanında yer alan arkadaÅŸlarına ve komutanlarına çevirdiler.
Bir kuruma girenler kurumun koyduÄŸu, mesleÄŸin gereÄŸi olan kuralları elbette kabul etmek durumundalar. Bu kaçınılmaz bir gerekliliktir. Ancak kuruma hâkim olan ideolojik görünüm ifade eden tavırları kabul etmek ve uygulamak mecburiyetinde olmamalılar. Terfileri, sosyal hayatlarında yaptıkları veya yapmadıkları davranışlardan ve eylemlerden deÄŸil, kurumun amaçlarına uygun bir liyakat sahibi olup olmamalarıyla ölçülmelidir. Mesela TSK’daki bir subayın terfisi, görevini layıkıyla yapıp yapmadığına, hiyerarÅŸik düzene uyma ve hukuka uyma durumuna göre deÄŸerlendirilmelidir. Yoksa 28 Åžubat’ta genellikle yapıldığı gibi, hanımının kıyafetine, içki içip içmediÄŸine, balolara katılıp katılmadığına göre deÄŸerlendirilirse, mesleÄŸini liyakatle yapan birçok askeri kaybedersiniz veya takiyyede mahir bir gurubu, kuruma hâkim olma durumuna getirirsiniz.
Yirmi sene takiyye yapılamaz. EÄŸer bu kadar uzun süre yapılıyorsa, gözlediÄŸiniz aslı kaybeder, tali olanÅŸeyi hayat haline getirirsiniz. EÄŸer böyle olamasaydı Pensilvanya baÄŸlıları takiyyeci konumlarında deÄŸil de, gizlediklerini söyledikleri sahici Müslüman konumunda olsalardı, insanlara bu kadar zalimce kurÅŸun atamazlardı. Senelerce beraber bulundukları komutanlarına, arkadaÅŸlarına bu kadar aÅŸağılık davranışlarda bulunamazlardı.
27 Mayıs’ta genelkurmay baÅŸkanı RüÅŸtü Erdelhun’u tokatlayan teÄŸmen ile bugün yıllardır emir subaylığını yaptığı komutanına silah çeken, yere yatıran, itip kakan zihniyet arasında hemen hemen hiçbir fark yok. Farklı inançlarda olduklarını söylemeleri onları farklı kılmıyor. Ä°nancı bir kenara bırakalım, utanmak diye, hayâ diye, insanlık diye, vefa diye bir duygu bir hal var. Bu kaybedilmiÅŸse herhangi bir inancın ne önemi var ki. 27 Mayıs’taki de, bugünküler de bu duygulardan nasibini almamışlar. Bu açıkça görülüyor.
Silahlı kuvvetler yerine ordu demek istiyorum. Silahlı kuvvetler bilebildiÄŸim kadarıyla ilk defa 27 Mayıs’ta TürkeÅŸ tarafından kullanıldı. Silahı öne çıkaran bu isimlendirme, ordu isminin yerini tutmuyor bana göre. Halksız ordu olmaz, ama halksız silahlı kuvvetler olunur. Bende bu menfur ayaklanma denemesinden sonra silahlı kuvvetlerin halkın yanına gelerek onun deÄŸerlerini içselleÅŸtirerek ordu olmasını hayal ediyor, düÅŸünüyor ve istiyorum.
Çocuklarımın ve torunlarımın Yüzbaşı Ahmet amcaları, Binbaşı Mehmet amcaları, Astsubay Selim amcaları olsun istiyorum. Birbirine bayram tebriÄŸine gelen, düÄŸünlerini birlikte yapan, kandillerde birbirlerini kutlayan komÅŸular olalım istiyorum. Lojman, orduevi, kışla düzleminden çıkarak halkla beraber yaÅŸayan, “bana bakın kimse duymasın, bu halk da düÅŸmanımızdır” paranoyasından uzak bir ordu istiyorum.
Ne savunma, ne saldırı gücü olmayan, sadece iç güvenlik gücü mesafesine indirilmiÅŸ, itibarı tartışılan bir kurum deÄŸil, dışarıda da dikkate alınan caydırıcı, halkıyla aynı yöne bakan bir kurum olsun istiyorum. Kendi içindeki darbecileri temizleyen mensuplarının olması ne güzel. Ancak darbeci üreten zihniyetin, kültürün yok edilmesi ve birbirini temizleyen deÄŸil, sırt sırta vererek milletine, insanlara güvenlik saÄŸlayan bir kurumun olmasıdır asıl olan. Nihai olarak sivil-asker bürokrasinin kurucu iktidar olduÄŸu tepeden modernleÅŸmeci bu devlet yapılanmasının deÄŸiÅŸmesi gerektiÄŸi ayan-beyan ortaya çıkmıştır.
Pensilvanya örgütlenmesinin koçbaşı görevi gördüÄŸü bu dış destekli darbenin sonucunda, devlet halkın devleti, ordu halkın ordusu olacak ÅŸekilde bir yeniden yapılanma baÅŸarılabilirse, insanlarımızı acımasızca öldüren, yaralayan, ülkemize, halkımızın bütünlüÄŸüne kasteden bu ÅŸer bildiÄŸimiz giriÅŸimden bir hayır çıkmış olur diye umuyorum.
Darbe GiriÅŸiminden Sonra Dikkat Edilmesi Gerekli Hususlar
1.Pensilvanya örgütlenmesinin koçbaşı durumunda olduÄŸu dış destekli bu darbenin diÄŸer darbelerden farklı yönlerinin olduÄŸunu belirtmeliyiz. Bu güne kadar hiç ÅŸahit olmadığımız bir toplumsal direncin sokaklara hâkim olduÄŸunu görüyoruz. Bu toplumsal direnç devletin kurumlarının darbecilerin elinden alınmasını saÄŸlayan en önemli unsurdur. Toplumsal direncin kurumları darbeden kurtarması, kurumların olması gereken dayanıklılığa sahip olmadığının göstergesidir.
2.Darbeye karşı duran siyasal bloÄŸun toplumsal direnç kadar saÄŸlam olmadığını varsayabiliriz. AK Parti-MHP çizgisinin amasız, fakatsız tavrı karşısında, CHP çizgisinin kırılgan HDP’nin gönülsüz tavrı siyasi direncin toplumsal direnç kadar güçlü olmadığını gösteriyor.
3.Her ne kadar siyaset bloÄŸunda kısmi bir zayıflığı gözükse de, toplumsal bloÄŸun sonuç alıcı: bir aktör olarak, bir özne olarak ortaya çıktığı bir ortamda Hasan Bülent Kahraman’ın yerinde bir tanımlamayla “militarist modernleÅŸme” dediÄŸi sürecin sonuna gelindiÄŸini söyleyebiliriz.
4. Meydanlara çıkan kitlenin davranışının derin bir analize ihtiyacı vardır. Bunu devlet yaptığı gibi cemaatler, gruplar, siyasi yapılar da ayrıntılı bir analize tâbi tutmalıdır. Bu kadar itaatle, biat kültürü ile suçlanmaya çalışılan bir kitlenin adeta huruç edercesine meydanları doldurması, halka iliÅŸkin yapılan analizleri, ulaşılan sonuçları yerle bir etmiÅŸtir.
5.Buna raÄŸmen, Gezi Parkı kalkışması sırasında ortaya çıkan yıkıcılığı mazur göstermek isteyenlerin, halkın bu yerli, ölümlere raÄŸmen kararlı duruÅŸunu küçültmeye, küçümsemeye çalışmaları dikkatten kaçmamalıdır. Milyonlarca insanın sokaÄŸa çıktığı, 250’nin üzerinde insanın öldüÄŸü, iki binin üstünde insanın yaralandığı bir büyük sivil direniÅŸte meydana gelen cüz’i olayları gündeme getirerek bu muhteÅŸem hareketi küçümsemeye çalışmak, “darbeye karşı olmaya evet ama bir de linç kültürü var” diyerek münferit birtakım olaylara bu muhteÅŸem halk hareketini eÅŸitlemek, hamakat deÄŸilse en hafif tabiriyle hasettir, kötü niyetliliktir.
6.Halkın darbe karşısında gösterdiÄŸi feraset ve cesarete uygun kuÅŸatıcı bir siyasal söylem inÅŸa edilmelidir. Bu söylem gelmesi muhtemel yeni bir darbeye karşı kitleleri diri tutacağı gibi, darbeye zemin hazırlayacak olan provokasyonları da etkisizleÅŸtirmekte fonksiyonel olacaktır. Çünkü bundan sonra muhtemelen Alevi- Sünni. Türk-Kürt fay hatlarını kaşıyarak bir kaos çıkarma ihtimali de göz ardı edilmemelidir.
7.Bu darbeyi son on yıl içinde bölgemizi dizayn etmeye çalışan güçlerin oluÅŸturduÄŸu kadife dar beler sürecinden ve Arap Baharı sonrası oluÅŸan bölgesel durumdan bağımsız olarak deÄŸerlendirmek yanıltıcı olur. Bu konuda Umran’ın daha önceki sayılarında Burhanettin Can’ın kadife darbeler ve BOP konusundaki deÄŸerlendirmelerine göz atması öÄŸretici olacaktır.
8.Darbenin iç kuklalarının geriletilmesi, püskürtülmesi, sürecin duracağı ÅŸeklinde algılanmamalıdır. Darbeyi yüreklendiren dış odakların, baÅŸta ABD olmak üzere faaliyetlerine devam edeceklerdir. Türkiye’nin ihtiyaç duyulan bir müttefik olduÄŸu açıktır. Ancak bu müttefikin yerli, sorgulayıcı, itirazkâr ve Ä°slamcı söylemlere sahip bir siyasi ekip tarafından yönetilme¬linden de hiç memnun olmadıkları açıktır.
9.Burada bir ÅŸeyi belirtmekte yarar var. Ä°ÅŸler sadece söylem düzeyinde kaldığında, ABD benzeri dış odaklar açısından bir mahzur yoktur. Çünkü eski dışiÅŸleri bakanlarından Ä°hsan Sabrı ÇaÄŸlayangil’in söylediÄŸi gibi, “ABD sizin ne ile yönetildiÄŸinize, ne söylediÄŸinize bakmaz. Onun oluÅŸturduÄŸu politikalara ve isteklerle uyumlu olup olmadığınıza bakar.” Kısacası ortak deÄŸerleri paylaÅŸmanızdan ziyade, ortak olunması gereken iÅŸlerdeki tavrınıza göre davranışlarını belirler. Ä°ÅŸlerde ortaklık yaptıkları ülkelere, ortak deÄŸerler ve insan hakları baÄŸlamında eleÅŸtiri getirdikleri yok denecek kadar istisnaidir.
10.Devlete ve millete karşı kalkışmanın yapıldığı bir yerde meÅŸru iradenin, kalkışmaya katılan devlet memurlarına iÅŸten el çektirme, açığa alma ve memuriyetle iliÅŸkilerini kesme gibi tasarrufları yapması kaçınılmazdır. Ancak adli iÅŸlemlerde suçun ÅŸahsiliÄŸi, masumiyet karinesi gibi hukuki kuralların ihmal veya göz ardı edilmesi, haklı olunan bir konumdan haksızlığa düÅŸülmesi sonucunu doÄŸurur. Kamu vicdanında mahkûm olması gerekenleri ise, zulme uÄŸramış maÄŸdurlar durumuna getirir. Bunu çok yakın tarihimizde yapılan rastgele yargılamalarda ne sonuçlar ürettiÄŸini hep beraber gördük. Ä°ntikam deÄŸil adalet vazgeçilmez ÅŸiar olmalıdır.
11.Suçlu ile suçsuzu birbirine karıştıran bu lakayt yargılamalara muhatap olmuÅŸ olan subayların, bir kısmının bugün çıkıp sanki hiçbir gey yapmamışlar gibi konuÅŸmalarına da yeterli dikkat gösterilmelidir. Sanki daha önce hiç darbe yapmamış bir kurumla karşı karşıyaymışız gibi, bütün darbeciler 15 Temmuz darbecillerinden ibaretmiÅŸ gibi konuÅŸanların, bulanık suda balık avlamak diye nitelenebilecek konuÅŸmaları da dikkatle not edilmelidir.
12.15 Temmuz darbe sürecinde yeni bir sosyoloji ortaya çıkmıştır. Bu yeni sosyolojinin farklı bir siyaset doÄŸurması kaçınılmazdır.
13.Eski siyasetin, sosyolojinin istikametinde oluÅŸturulan kurumların oluÅŸan bu yeni sosyolojiyi hesaplayamayacağı izahtan varestedir. Kurumların yeniden yapılanma sürecinin, bu yeni sosyolojiyi dikkate alarak yapılması Türkiye’nin sıkıntılarını azaltacak ve daha adil, daha güçlü bir siyasal yapının ortaya çıkmasına imkân verecektir.
Sayın Cumhurbaşkanı Bu Direği Siz Tutun!
Bir roman temsili anlatarak yazımıza son verelim. BilindiÄŸi gibi romanlar sık ve kolay kavga ederler. Birbirine hasım gruplar bir çadırın içinde kavga ederlerken, grupların herhangi birisinden bir kiÅŸi acilen çadırın orta direÄŸinin yanma gelir ve sıkıca o direÄŸi tutarmış, çadır yıkılmasın diye. Hasım grubun elemanları bile bu ÅŸahsa hiç dokunmazlarmış. Çünkü çadır yıkılsa hepsi de çadırın altında kalacaklarının bilincinde olurlarmış. Türkiye bundan sonra da deÄŸiÅŸik grupların siyasal kavgalarına, farklı siyasetlerin tartışmalarına sahne olacaktır. Tabii olan da budur. Ancak aynı çadırın altında yapılan bu mücadelenin, çadırı devirmemesi gerekir. Onun için bu çadırın orta direÄŸini sıkıca tutulması lazımdır.
Cumhurun baÅŸkanı doÄŸru ve reel olan, beklenen, bu direÄŸi sizin tutmamzdır. Basiret ve feraset sahibi siyasetçilerin de, direÄŸi tutanla, dengeyi saÄŸlayanla uÄŸraÅŸmamaları akıl gereÄŸidir.
Umran Dergisi/AÄŸustos 2016
Facebook Yorum
Yorum Yazın