Önceden kafamda kötü geçecek diye kurup son dakikaya kadar vazgeçme atakları yaşarken savaşa gider gibi tencere tavayla katılıyorum Avrupa serüvenine. Demek önündeki otobüsün etrafı diğer savaş kahramanlarıyla dolu.Düşman tarafı kim, dostlarım hangisi henüz kestiremiyorum. Yüzümde bir gerginlik•’’ of başlasa da bitse’’ iç seslerimle kenarda yüklenme işini seyrediyorum. En son katılacak olan öğretmen karı kocanın nefes nefese yetişmesiyle yola çıkılıyor. Yerim cam kenarı, yanımda bir bey. Eh takıntılı insanım cam kenarı olsun eyvallah ama sol yan oldu mu olmuyor.. Şimdi sağa doğru yüklenir denge kuramam.Taktım ya kafamda sağ sol davasına, sağ beyin sol beyin karıncalanır durur artık.
Hoca yolcular arasında memnuniyet yoklamasında. Söyle söyleme kararsızlığıyla hazır savaş silahlarımı da kuşanmışım atlıyorum hemen;
-Hocam ben pek solda oturamam karşı tarafta yer olursa oraya geçsem sakıncası olurmu acaba?
Hocada ses yok, benimse içimdeki ses sana bir sağ girişeceğim göreceksin otur işte yerinde diye kızıyor ama dinleyen kim... Neyse ki arkadaşlarından uzak kalan bir arkadaşımla ilk molada yerleri değiştiriyoruz... Ohhhh artık rahatım çıkar terliklerini çek dizlerini yukarı daya öbür koltuğun arkasına şimdi yolculuk başladı işte.
Yanımda kibar bir bey, (kibarlığı iki kadehe kadar olan, sonradan öğrendiğim ve de gördüğüm) kitaplar üzerine, şiirler üzerine sohbetler yaparak güzel,güzel gidiyoruz. Önümdeki arkadaşlarla kaynaşamadan Bismillah, otobüsün tekeri hareket eder etmez koltuklarını yatırıyorlar. İyide bacakları dayamıştık çıkar çıkarabilirsen mubarekler o kadar uzunda değil ama sıkıştı işte. Sakinlik telkinlerimle ve yandaki beye ayıp olmasın kibar hanım olarak değmeden eh birazda çaktırmadan başka pozisyona geçip yola devam ediyoruz. Normalde hareket başladığında uykuya geçen ben bir türlü uyuyamıyorum. Dağ taş ova çiçek böcek izliyorum yok uyku benden gitmiş gelmek bilmiyor. İçimde huzursuzluk, koca on beş gün nasıl geçecek?
Bir süre yol alıp İstanbul sınırlarından uzaklaşırken hocam elinde mikrofon tanışma, kaynaşma, görev bildirimi gibi istekleri bildirdikten sonra, ben hala dostu düşmanı bilmeden savaşa hazırlıklı ama sakin durmaktayım... Akşam ilk molamızı veriyoruz .Yol kenarına çektiğimiz otobüsün bereketli bagajı açılıyor. Anneler ne kadar marifetleri varsa dökmüş ortaya, gözünü sevdiğim börekler poğaçalar, dolmalar, kekler ye ye bitmez. Hoca mutfaktan sorumlu bakan olarak beni anons ettiğinden eh bende ‘boynum kıldan ince hünkarım’ diyip koyulmuşum yiyecekleri örtüye yayma işine. Görev aşkımı son noktasına kadar kullanmaktayım.
Hoca ‘’haydi, haydi, haydi, go, go, gooooo, herkes toplansın oyuna’’ diyerek şişip balon olan iki ayaklarımızı o daracık papuçlara sığdırıyor. ’’Sizi yedirdim içirdim hadi bakalım sıra sizde gösterin hünerlerinizi ‘’ mesajı verir gibi diziyor bizi karşısına. Davul zurna başlıyor bizde kan kaynıyor ayaklar hareketleniyor tüm hünerler ortada, hocada memnuniyetsizlik. Bizlere eşlik eden Yunanlılar bile hoşnut edemiyor onu.
Herkes yerli yerinde,yola devam ediyoruz. Orta kapıdan sonrası yani bizler eğlenceli grup olarak hızımızı alamayıp başlıyoruz şarkılar türküler söylemeye. Ön taraf Lordlar kamarası. Kafalarını çevirip bakmayı küçülmek görüp kımıldamadan sessiz sessiz gidiyorlar. Epey bir çalıp söyleme ve de oynama ardından yorgun düşüp uyuyoruz.
Sabah Sırbistan mola yerini kuşatıyoruz, tencere, tava kap kaçağımızla. Mutfak bakanı iş başında tüm halis muhlis Türk peyniri, zeytini tereyağı, balı, reçeli ortada. Sonrasında ilk duşumuzu sırayla alıp yayılıyoruz Sırbistan çimlerine. Yol uzun, yolculuk uzun çok oyalanmadan düşüyoruz Evliya Çelebi misali yollara. Marketin ne kadar çikolata, kraker, kek, gofteri varsa bizim arabada. Her iki saatte biri sadık elinde kutu, sinemada fruku gazoz satar gibi tepemizde. Sıkıntıdan herkeste bir yeme içme gayreti.
Akşam ki mola Zagreb meydanı. Türkiye’min tarihi binalarına pek koşmayan biz her bulduğumuz binaya yapışıp bol bol fotoğraf çektiriyoruz. ’’Yandan çek, dur bu heykeli almadın, birde Ayşe, Fatma olsun yanımda onunla çek.’’ Hiçbir kek, kraker, çikolatayı yemeyen ben açlıktan ölürken gözüm tarihi eserleri görmüyor. Zagreb sokaklarında midemize hitap eden bir yer yok. Hoca ve ekibi daha önceki tecrübeleriyle tavuk burger yemeyi teklif ediyorlar. İşte McDonald’s, o kırmızı tabelasıyla karşımızda, sanki evimiz sanki evimizin mutfağı, Öyle açım öyle hasretim ki yemeğe, memleketimde ciddiye almadığım hamburgerin kokusunu daha elime almadan duyuyorum.
İngilizceyi bilen arkadaşlarla onlarca kişinin siparişini verirken elemanların kafasını iyice karıştırıyoruz Uzun kuyruklar sonunda kokusunu duyduğum hamburgerime kovuşmanın heyecanıyla birde salata istiyorum Koca tasın içinde salata önümde bitiyor hamburgerden ses yok. Yana çekilip sabırla bekliyorum. Üç kişi, beş kişi oldu sekiz kişi benim hamburgerim yok. Kokular başımı döndürüyor kendisi ortada yok. Sıkıntıyla elimdeki fişe bakarken hamburgerin hiç işleme alınmadığını görüyorum. Elimde koca salata önümde uzunca kuyruk hamburgerlerin resmine bakarak oradan çıkıyorum.
Zagreb meydanında oturmuş Türk usulü poşette yıkadığımız erikleri yerken önümüzden geçen insanları inceleyip yorgunluk atıyoruz. Hocanın verdiği üç saatlik vakit dolduğunda yine hocanın ‘’hadi,hadi,go,go,gooo’’ emriyle otobüsümüze doğru yol alıp yeni bir şehre yolculuğa yeni maceralara devam ediyoruz.
Facebook Yorum
Yorum Yazın