“Türkiye Cumhuriyeti; vatandaÅŸlarını Sur’da, Silvan’da, Nusaybin’de, Cizre’de, Silopi’de ve daha pek çok yerde haftalarca süren sokaÄŸa çıkma yasakları altında fiilen açlığa ve susuzluÄŸa mahkûm etmekte, yerleÅŸim yerlerine ancak bir savaÅŸta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak, yaÅŸam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, iÅŸkence ve kötü muamele yasağı baÅŸta olmak üzere anayasa ve taraf olduÄŸu uluslararası sözleÅŸmeler ile koruma altına alınmış olan hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlal etmektedir.
Bu kasıtlı ve planlı kıyım Türkiye’nin kendi hukukunun ve Türkiye’nin taraf olduÄŸu uluslararası antlaÅŸmaların, uluslararası teamül hukukunun ve uluslararası hukukun emredici kurallarının da ağır bir ihlali niteliÄŸindedir.”
OkuduÄŸunuz, 1128 akademisyenin altına imza attığı metinden bir bölüm. Buraya kadar, diktatörlükle yönetilen bir ülke oduÄŸunu anladım. Çünkü devlet, Anayasa’dan, uluslararası sözleÅŸmelere kadar çok ÅŸeyi yok sayıyor.
Bunları velevki doÄŸru kabul etmiÅŸ olalım; ilk iÅŸ akademisyenleri kutlamak olur. DoÄŸrusu, büyük cesaret böyle bir devlette bu metni yazıp imzalamak! Elbette “aydın” olmak bunu gerektirir. Yani bu metni imzalamalarını büyütmeyelim. Devam edelim. Böyle bir devletten talep edilecek ÅŸey de oldukça sınırlı olmalı. Fakat
mesela;
“Devletin baÅŸta Kürt halkı olmak üzere tüm bölge halklarına karşı gerçekleÅŸtirdiÄŸi katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vazgeçmesini, sokaÄŸa çıkma yasaklarının kaldırılmasını, gerçekleÅŸen insan hakları ihlallerinin sorumlularının tespit edilerek cezalandırılmasını, yasağın uygulandığı yerde yaÅŸayan vatandaÅŸların uÄŸradığı maddi ve manevi zararların tespit edilerek tazmin edilmesini, bu amaçla ulusal ve uluslararası bağımsız gözlemcilerin yıkım bölgelerinde giriÅŸ, gözlem ve raporlama yapmasına izin verilmesini talep ediyoruz.” gibi bir talepte bulunmak, pek de sınırlı sayılmaz.
Sosyoloji, felsefe, mantık ve siyaset bilimi gibi alanların birinde akademik kariyer yapmış birinin, kendi içinde çeliÅŸkili ve tutarsız olan bu metni, görebilmesi gerekirdi. Hele ki, bahse konu ülkede yaşıyor ve sürgünde deÄŸilse. Ä°snat edilen suçların (kasıtlı ve planlı kıyım vb) büyüklüÄŸü karşısında, öne sürülen taleplere devletin onay vereceÄŸini beklemek; deÄŸil akademisyen, bir ergen için bile mümkün deÄŸildir. Bu ancak olsa olsa show olur! Sanki, banka soyguncusuna, ‘güvenliÄŸi aramalısın’ der gibi olmuÅŸ ve aslında devletin, ‘kasıtlı ve planlı kıyım’ yapmadığını, bal gibi bildiklerini açık etmiÅŸler.
“Müzakere koÅŸullarının hazırlanmasını ve kalıcı bir barış için çözüm yollarının kurulmasını, hükümetin Kürt siyasi iradesinin taleplerini içeren bir yol haritasını oluÅŸturmasını talep ediyoruz...(...)”
“Kasıtlı ve planlı katliam yapan” bir devlet, neden “müzakere”, ”barış” ve “çözüm” için uÄŸraÅŸsın; üstelik de “derhal” gibi bir buyrukla! Hazır, tüm özgürlükleri kaldırıp, “Hitler tarzı baÅŸkanlık” hayali kurarken, Esad’ı bile aratan(!) bu devlet, neden sizi dinlesin ki, neden?
“Kürt siyasi iradesi” ifadesinden maksadın, ne/kim olduÄŸunu anlamaya çalıştım. BaÅŸa döndüm ve devletin, tüm bu kötülükleri yaptığı öznenin ‘Türkiye Cumhuriyeti vatandaÅŸları’ olarak tarif edildiÄŸini gördüm. Devlet, kendi vatandaÅŸlarına bu kötülüÄŸü yaparken, ortaya çıkan bu “siyasi iradenin” adını ve taleplerini aramaya koyuldum. Bunların ne olduÄŸunu merak ederken; bu talepleri mektupla, e-mail, SMS ya da whatsapp yoluyla “aydınlara” iletmiÅŸ oldukları kanısına vararak, metne yansımamış olmasını fazla önemsemedim. Niyahet, bildiÄŸim kadarıyla; dikta rejiminde, mecliste ne Kürt, ne siyaseti ne de taleplerini dile getirmek mümkün olabilirdi ve yoktu da!
Bu “siyasi irade”, tam adı her neyse, teknolojinin tüm aygıtlarını oldukça etkili kullandığından hayranlık yaratıyor, estetiÄŸe önem veriyordu. Tank gibi kaba saba araçlar yerine, gizemli mayın, bomba ve molotofları tercih ediyor, sinema sanatının görselliÄŸinden yararlanarak, estetik patlamalar, parçalara bölünmüÅŸ cesetler, kalbur gibi ambulanslar, kafasının arkasından kurÅŸunlanmış itaatsiz elemanlar, yapay hendekler ve daÄŸlar, casus filmlerine taÅŸ çıkaracak performansta suikastlarla destan yazıyorlardı! Tüm bunlar; 1128 akademisyen için, her ülkede rastlanabilecek sıradan bir ÅŸeydi. Dolayısıyla metinde olmasına gerek yoktu ve “suçlu devletti”!
Adı aydınlarda saklı meÅŸhur “siyasi irade”, hep savunduÄŸu gibi, geçen gece yine “barış” ve “çocuklar öldürülmesin” diyerek, akademisyenlere destekleri için ‘bomba bir kokteyl’ ile teÅŸekkürlerini sundular!
Diyarbakır- Çınar: 5 aylık bebek, 4 ve 12 yaÅŸlarında 2 çocuk ve 2 yetiÅŸkin insanın ölümüyle, 40 civarında yaralı vatandaşımız. Bu katliama neden olan da “siyasi iradenin” 1 toncuk bomba yüklenmiÅŸ aracıydı!
Hülasa; bu idrâksizliÄŸin akademik camiada olması kaygı verici. Onları hallerine bırakıp, toplum vicdanında yargılamalı. Zira; kendilerini imhada fazlasıyla baÅŸarılılar. BaÅŸka akademisyenler, yeni bir metinle yanıt verirse, güzel olur.
Ä°yi ki bu metni yazmışlar, yoksa nasıl öÄŸrenirdik ülkede “katliam” olduÄŸunu!
Haklılar da; katlediliyor gerçekler, akademisyen imzasıyla!
Facebook Yorum
Yorum Yazın