10 Ağustos Sonrasına Bakış

Geçen ay ki yazımızda 10 Ağustos sonrasına ilişkin neler beklediğimizi yazmıştık. Şimdi bunu biraz daha açalım ve önümüzde ki zamanlarda bizi nasıl bir Türkiye bekledğine dair öngörülerimizi yazmaya çalışalım.


Evvela bu seçimlerin daha önceki Cumhurbaşkanlığı seçimleri gibi bir seçim olmadığını heralde hepimiz biliyoruz. Zira Cumhurbaşkanımızı bir zümre kurum veya halkımızın vekalet verdiği TBMM değil bizzat halkımızın kendisi seçmiştir. Bu seçim sonucu ile zaten bir nevi yarı Başkanlık sistemine geçmiş bulunuyoruz. Bundan önce ki onbir Cumhurbaşkanının  yetki ve gücü ile Sayın Erdoğan’ın yetki ve gücü tabii ki bir olmayacaktır. Anayasanın verdiği yetkileri bizatihi milletinden aldığı güçle kullanacağını zaten defaatle Sayın Erdoğan zikretmiştir. Bizim zaten tahminlerimiz de bu yönde idi. Kendisi de bir nevi yarı Başkan gibi davranacağının işaretlerini vermiştir.


İkincisi; geçtiğimiz 2013 yılı Mayıs ve Haziran aylarında yaşanan küresel sermaye destekli faiz lobisinin yaptırdığı gezi vandalizmine de çok açık bir cevap olmuştur bu seçim sonuçları.


Üçüncüsü; Yine Londra Tel Aviv Washington DC sac ayağında temerküz etmiş neoconların piyon olarak kullandığı Paralel Yapının •17-25 Aralık darbe denemelerinin de milletimiz tarafından 30 Mart dan sonra 10 Ağustos’da da püskürtüldüğünün delili olmuştur. Hatırlarsak 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde de aynı merkezler yani üçlü sac ayağı istanbul ve Ankara belediye başkanlıkları adaylarını da Beykoz Konaklarından dünyaya duyurmuş ve proje adaylar göstermişlerdi. Türkiye milleti ise bu projeleri yutmamış ve elinin tersi ile sandığa gömmüşlerdir.

Dördüncüsü; Bu seçimlerin verdiği bir mesaj da şudur;Türkiye halkları Türk’ü ile Kürd’ü ile kendi adayının arkasında durmuş ve 1853 Kırım Savaşı’ndan beri önce para veren sonra emir veren Batı’yı refize etmiştir. Batı’nın, bilhassa Londra merkezli Siyonist finansörlerin söylediklerine karşı çıktıkları için milletimizden Kurban ettikleri; Sultan 1. Abdulaziz (1876), Sultan 2. Abdulhamit (1908), Sultan Vahidüttin Han (1918), Adnan Menderes’i (1960) hal ettikleri gibi bir sonla Erdoğan’ı yani kendi meşru iradelerini küresel emperyalizme hal ettirmemişlerdir.


Beşincisi; Yine bu seçimden alınacak en büyük mesajların başında çözüm süreci gelmektedir. Büyük Türk Milleti yine Türk’ü ile Kürd’ü ile çözüm sürecini ezici bir çoğunlukla desteklediğini çok net biçimde ortaya koymuştur. Bu konuda hiç bir şek, şüphe ve tartışmaya açık bir durum yoktur. Türkiye Halkları çözüm sürecinin en önemli iki aktörü olan Sayın Erdoğan’a %52, Sayın Demirtaş’a da %10 olmak üzere net kemiksiz %62 destek vermiştir ki bunun temsil oranı bir genel seçimde %70’leri aşar. Bu, çözüm sürecinin milletimiz nezdinde meşruiyetini göstermiştir. Hatta daha da açarsak diğer Cumhurbaşkan adayı olan Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu da bir çok açıklamasında savaşa karşı olduğunu ve çözüm sürecinin devam etmesi gerektiğini deklare etmiştir. Bu adaya verilen desteğinde ilk iki adaya verilen desteğe ilave ettiğimizde ülkemizde yaşayan her on kişiden dokuzunun aslında iç savaşa karşı olduğu ve çözüm sürecinin devam etmesini istediğini söylersek abartmamış oluruz. Sadece aşırı ırkçı kesimlerin ve savaş lobilerinin payandaları iç savaş istemektedir. Halkımız barışdan yanadır.


Altıncısı; Artık halkımız gerçeği görmüş ve doksanbir yıldır süren bir oyunu bozmuştur. Kasım 1918’de istanbul’u işgel ederek savaş gemilerinin namlularını Dolmabahçe Sarayı’nda Sultan Vahidüttin Han’a karşı çevirerek beş yıl işgal altında tuttukları İstanbul’u yine bir sonbahar günü olan 6 Ekim 1923’de (yani Lozan’ı imzalatıp, saltanatı kaldırtıp bir çok inkılap kanununu dayatıp beş milyon km2 Osmanlı toprağını 780 bin km2’ ye indirdikten sonra ) '' tek kurşun direnişle karşılaşmadıkları halde'' neden İstanbul’u tekrar Türklere teslim ettiklerinin sebebini anlamıştır. Reyini 10 Ağustos 2014’de buna göre kullanmıştır. Hedefin 2023 olduğu bir aday vaadine yeterli desteği vermiştir.


Yedincisi; Biraz da oy oranlarını analiz edecek olursak; Bu seçim siyaset mühendisliğinin bir kez daha mağlubiyeti ile sonuçlandığını ifade ettirir bizlere. Tıpkı 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde olduğu gibi CHP ve MHP’nin ortak aday göstermelerinin ya da en azından zımni birleşmelerin pek de doğru bir siyasi tercih olamadığını ispatlamıştır. Siyasette 2+2 = 4 edememektedir.  27+15=42 olmuyormuş 38 oluyormuş. Bu bazen çok daha fazla olabileceği gibi bazen de normalin çok da altın da olabilecektir. Merhum Erbakan’ın siyasi yaşamında hep söylediği gibi Türkiye siyaseti biz ve onlara doğru gitmektedir. Yani 2, bilemediniz 2.5 siyasi partili bir yapıya doğru gitmektedir. Haziran 2015’de yapılacak olan Genel Siyasi Parlamento seçimlerinde tıpkı 10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanı seçimlerinde kurulan ondört siyasi partili bir koalisyonla seçimlere AK Parti karşısında giren bir parti görürsek bu bizleri pek de şaşırtmamalıdır.