‘Türkiye’de kadim KAPİTAL gibi, modern KAPİTALİZM de yok değiller. Yok olma aşamasındaki biçimleriyle varoldukları için, yok gibi görünürler. Türkiye’de kadim toplumun Tefeci - Bezirgan soysuzlaşması ile, modern toplumun tekelci Finans - Kapital dejeneresansından KARMA bir düzen, ezberlenmiş formülleri şaşırtır.’
‘Kapitalizmimiz genellikle DEMOKRASİYE, özellikle VATAN ve MİLLETE kolayca ihanet etti. Tanzimat, Birinci Meşrutiyet, İkinci Meşrutiyet, Kuvayimilliye hareketi ve son demokrasi denemesi, hep Türk milletine kapitalizmin ihanetlerini ispatlamakla geçti.’
Meselelerimizi en basit yurttaşın anlayabileceği kadar açık, duru ve belirli koymazsak, Demokrasiye inancımız yapma olur. Anlaşılır konuşmanın ilk şartı, olayların diline uymaktır. DOKTRİNSİZ akımlar: Millet dertlerini üfürükçü gibi, “Mernûş-Debernûş-Kefeştetayyuş” duâları okumakla iyileştireceklerini sanıyorlar. Ama, DOKTRİN taslayan akımlar da; yabancı kitap sayfalarından kesilmiş reçeteleri ezberlemekle, millet hastalığını teşhis, hele tedavi etmeye kalkıştıkça, daha az “Mütetabbip” [hekimlik taslayan] düşmüyorlar. Dertlerimize gerçekten deva aranacaksa, ilkin toplumumuzun muayenesi: Kendi ekonomik ve politik yapısı içinde, bütünüyle ve olduğu gibi yapılmalı; oradan varılacak sonuçlarla ortaya çıkacak hastalığın adı ne olursa olsun, teşhis ikirciksiz ortaya atılmalıdır.
Kendimizi veya başkalarını aldatmaya en elverişli özelliğimiz: Sosyal Sınıflar dışında ulusal veya uluslararası bir politikanın yeryüzünde bulunabileceği yalanına çok alışkın olmamızdır. İsmet Paşa’nın, “Sınıf esasına müstenit [dayanan] partiler kurmak serbesttir” buyrultusundan 20 yıl sonra, “Sosyal Devlet” prensibini Anayasaya geçiren 27 Mayıs’tan 5 yıl sonra, kalkıp da Türkiye’nin Tarih maddesi doğru incelenmeksizin, şundan bundan kapma, basma kalıp “Sosyal Sınıflar”dan, “Sosyal Adalet”ten “Devletçiliğimiz’ den ve ilh.. dem vurmayı bir marifet, hele kahramanlık saymak, apaçık
bir kuş beyinlilik ise, Türkiye’de sosyal sınıf ilişkilerinin duruluğunu bulandırarak, yahut “Sınıfları inkar” sözüm ona “TAKTİKA”sı ile sosyalizm kaçakçılığı yapılabileceğine inanmak da, başını kuma sokarak avcıdan korunacağını uman devekuşu mantığına develeri güldürmektir.
TÜRKİYE’DE KAPİTALİST SINIFI
1908 yılı değil, ondan 31 yıl önce, Türkiye Parlamentosunda Milletvekili Vasilâki Bey şöyle seslendi:
“Ekonomi politik adı verilen bilimin başındaki tembihi budur. “Gelirler ziraatın, ticaretin, sanayinin ve zanaatın, madenlerin, ormanların, tüccar gemilerinin ilerlemesiyle ve çoğalmasıyla ve işlemesiyle artar. “Madenlerimizi ve ormanlarımızı külfetsiz ve kayıtsız kolay bir yolla yerli ve ecnebi sermaye sahiplerine ihale edelim, yerin altındaki zenginliğimiz ortaya çıksın, biz de yabancıların zenginliğini memleketimize getirelim. “Bir devletin ehalisi ne kadar zengin olursa o kadar kuvvetli ve ulu olur.”
(Meclis’i Meb’usan Zabıt Ceridesi, 2 Haziran 1877, 41. oturum) (Zabıtlardaki cümle yanlışlıklarına dokunmuyoruz.)
Demek, değil 1923 Türkiye Cumhuriyet yılı, ondan yarım yüzyıl (46yıl) önce, Türkiye’de madenleri ve ormanları ele geçirecek yalnız yabancı değil, yerli sermaye de vardı. Ve bu sermayenin Meclis mümessilleri, Vasilâki Beyin yukarıki Ekonomi Politik dersini, “Fevkalade alkışlar” ile karşılayabilecek güçteydi. Abdülhamit’in topladığı Parlamentoda bu kerte ağır basanlar, nasıl sermayedarlardı?
Tıpkı, Tarihin 1789 Fransa’sında bulduğu tipte:
a) Fermier General’ler: Türkiye’de Kanuni Süleyman çağında
yapılmış “Kesim Düzeni” adlı “Devrim”den beri, şehirlerin ve köylerin bütün zenginlik kaynaklarını, hele imparatorluğun ekonomik temeli olan Toprak Üretimini tekellerine geçirmiş tefeci-bezirgân sınıfı içinde, MÜLTEZİM denilen kişilerdi.
b) Fournisseur’ler: Türkiye’de bu güne dek “Devlet Baba”nın can damarlarına göbek bağlarıyla bağlı ve kamu sektörünün kanını, iliğini, hep öyle olağanüstü alkış tutarak, Vasilâki’nin isteğinden daha “külfetsiz ve kayıtsız kolay bir yolla” kutsal “Özel Sektör”e aktarıp Karunlaşan, tefeci-bezirgân sınıfı içinde Arapça MÜTEAHHİT, Frenkçe KONTURATÇI adlı kişilerdi.
Kapitalizmin iki safhası var: Biri Serbest Rekabet, öbürü, ya da ikincisi Finans-Kapital safhası. Finans-Kapital safhası, serbest rekabetçiliğin tersine tekelci bir safha. Bu: Batı kapitalizminin çöküş safhasıdır. Böylece, Osmanlı Batı’ya yöneldiğinde, demek oluyor ki, çöküş halinde olan iki toplum birbiri ile temasa geliyordu. Buna sosyal rezonans diyoruz. Yerli tefeci sermayemiz ile Batı’nın Finans-Kapitali kaynaşıyorlardı. İşte Batı’ya yönelişimizin bilimsel determinizmi, geri kalmış
ülkelerin kaderi olarak böyle işliyordu.
İşte Türkiye’de kapitalizm, bu determinizm içinde, bu tarihi aşamalardan geçerek gelişmiştir.
“İnne’şşerre’ddevâbiind’Allahi’ssum-mül-bûkmülleziyne lâ ya‘kılûn!” (Hiç şüphe yok ki, ayaklarıyla yürüyenlerin Allah indinde en kötüsü, aklını kullanmayıp sağır ve dilsiz kalan iki ayaklı hayvanlardır.) (Enfâl Sûresi, 22. Âyet)
KUR’AN’ı Kerim
Yorum Yazın