YILDIRIM GÜRSESYıldırım Gürses 1938 yılında Bursa'da doğdu.
Yıldırım Gürses 1938 yılında Bursa'da doğdu. Henüz yirmi yaşındayken Ankara Radyosu'nun, bir yıl sonra da Ankara Devlet Operası'nın sınavlarını kazandı. İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'ni 1961 yılında bitirdi. Bu yıllarda kendi bestelerini Kazablanka Gazinosu'nun sahnelerinde seslendiriyordu.
1965 yılında Hürriyet Gazetesi'nin Altın Mikrofon Yarışması'na kendi orkestrası, sözü, müziği kendisine ait "Gençliğe Veda" ile katıldı ve birinciliği aldı.
"Yine Mevsimler Dönecek/Yine Yapraklar Düşecek/Giden Gençliğimiz Geri Gelmeyecek..." o yıl dillerden düşmedi.
Altın Mikrofon'daki bu başarının ardından Yıldırım Gürses, çalışmalarına hız verdi. Şarkılar plaklar birbirini izledi, sanatçı popüler müziğin en önemli isimlerinden biri haline geldi. "Son Mektup"u , "Gelmez Giden Günler Geri", "Bir Kırık Kalp", "Bir Garip Yolcu", "Sonbahar Rüzgârları" "Düşen Bir Yaprak Görürsen Beni Hatırla" parçaları dillerden düşmedi yıllarca.
80'lerin başında Ajda Pekkan ile birlikte yeni bir hamle yaptı. "Affetmem Asla Seni" herkesin dilindeydi. Aynı albümde yer alan "Dertliyim Arkadaş" ve sonra çıkan "Eller" ile "Gül Dudaklım" sanatçının dört bir yana ulaşıp ortalığı ayağa kaldırdığı son şarkıları oldu. Bu son iki şarkı, o yıllarda sahne alan herkesin repertuarındaydı neredeyse...
Son olarak da sanatçının "best of"u, "Anılarla Yıldırım" piyasaya çıktı.
YILDIRIM GÜRSES’İN İLKER ŞATANA İLE ÖLÜMÜNDEN ÖNCE YAPTIĞI SON RÖPORTAJ
Yıldırım Bey, yaşamınızı kısaca öğrenebilir miyiz?
— Ben Bursa’da doğdum. Babam, Bursa’da Ziraat Bankası’nda müdürlük yaptı. O tarihlerde aynı zamanda başka bir meşguliyeti vardı. Dini musikiyle uğraşıyordu. Kendisi aynı zamanda hafızdı. Profosyonel olmasa dahi mevlitlere giderdi ve çok güzel Kur’an-ı Kerim ve ezan okurdu. Yani açıkçası, ben doğduğum vakit kendimi musikinin içinde buldum. Bunun yanında çok güzel ud çalardı, keman çalardı. Klasik Türk Müziğini çok iyi bilirdi. Tasavvuf musikisini bilirdi. Dolayısıyla ben evimde adeta bir konservatuar eğitimi gördüm. Ablamın sesi güzeldi. Evimizde, zaman zaman oturur, Klasik Türk Müziğinin güzelliklerinden hep beraber okur ve dinlerdik. İlk, orta ve lise tahsilimi Bursa’da tamamladım. Bu ara Bursa’da iken, Musa Efendi’nin de talebesi oldum. Kendisi müftü yardımcısıydı. Aynı zamanda üç dört dil bilen fevkalade ilim ile teczid edilmiş bir zat-ı muhteremdi. Tasavvuf musikisine adımımızı dini musikiyle attık. Zaten işin özü de bu. Nasıl Batının klasik müziği kiliselerden doğdu ise camilerden ve tekkelerimizden milli musikimiz doğmuştur. Babam çok saygın bir insandı. Aslında ses, bize üç dört göbekten intikal etmektedir. Babamın babası İsmail Hakkı Ankara, kendisi Çanakkale’de şehadet mertebesine erişti. İnanılmaz güzellikte bir sesi olduğunu söylerdi babam. Hatta Harbiye’de talebeyken sabah ezanlarını okurmuş, o ara Yıldız Sarayı’nda Abdülhamit Han, tabiki şimdiki gibi trafik ve gürültü olmadığı bir dönem, o güzel sessizlik içinde dedemin sesini duymuş, çeşitli yerden birtakım güzel sesli hafızlar getirilmiş. Hayır, aradığım bu değil demiş. Sonra da dedemi bulmuşlar. Daha sonraları dedem, sarayın muayyen günlerinde, sarayın özel atı gelir ve dedemi alırmış. Dedem de sabah ezanlarını özel günlerde de öğlen ve bayram ezanlarını okurmuş. Daha sonra Çanakkale’de şehadet mertebesine ulaşmış. Babam, ezan-ı muhammediyi Hafız Sami’den öğrenmiş. Beraber caminin şerefesine çıkarlarmış. Önce Hafız Sami sonra babam okurmuş. Hatta peynir şekeri vardır, bilir misiniz, o küçük peynir şekerlerini her okuyuşta sesi daha güzel çıksın diye ağzına atarmış Hafız Sami Bey. Dolayısıyla mütedeyyin, çok aklı başında bir cemiyette yetiştik. Bursa çok güzel bir şehir. Şimdi o dünyanın en güzel yerini katlettiler. Suyu, yeşili, insanlarıyla harkülade bir şehirdi. Ve ben hatırlarım, ramazan günleri inanılmaz güzellikte olurdu. O tarihlerde başlı başına bir olaydı Ramazan.
— Günümüzde icra edilen Türk müziği hakkında ne dersiniz?
—Vallahi günümüzde Türk müziği icra ediliyor mu? Önce onu sormak lazım. Biliyorsunuz şu anda çok iğrenç lafları, güfteleri, sözleri, musikisiyle bize ait olmayan tam manasıyla batının iğrenç modeli olan bir müzik yapılmakta. Medya da bu kabil müziklere çok yer vermektedir. Çünkü ucuzdur. Düşünebiliyor musunuz?
‘Ebabil bir kuştur, sözünden dönen ...’ diye böyle iğrenç bir güftenin işlenmesi gene bu diğerlerinin yanında çok halim selim kalıyor. Daha ne laflar, ne güfteler, ne saçmalıklarla çocukların, genç nesillerin beyinlerini tahrip ediyorlar. Bunları kalkıp bu şekilde yayınlayan, sanki gerçek müzik buymuş gibi Türk gençliğini rahatsız eden camiaları suçluyorum. Türk musikisi ise son derece büyük bir duraklama içerisindedir. Farkındaysanız besteciler küstürülmüştür. Üretim durmuştur. Bunun yanında solistler büyük enflasyon halindedir. Türk musikisi çingenelere, homoseksüellere, belden aşağı insanlara teslim edilmiştir. Eğlence dünyasında darbukatörler sıra sıra gelmektedir. Herkes kendi nefsinin kavgasını yapmaktadır. Devlet Halk Dansları bile o güzelim folklorümüzü bırakmış çifte telli ile, çingene musikiyle o güzelim danslarımızı berbat etmiştir. Sanki göbek atmak Türk Milletinin özelliğiymiş, kültürüymüş gibi lanse edilmektedir. Ve musikide bir çingene modası başlamıştır. Adete her solist çingene tarzı oynamak zorunda kalmıştır. Bu da Türk Musikine yapılmış hainlikten başka bir şey değildir. Benim kanaatime göre de Kültür Bakanlığı da bu işe sahip çıkmaktadır. Operalara 300-400 milyar ödenek ayrılan Kültür Bakanlığından 30-40 milyar Türk Musikisi’ne ayrılması bile fazla görülmemiş onlar tarafından kaldırılmıştır. Belgeler elimizdedir. Bunları anlamak çok güç. Milli musikimizi terennüm eden makamıyla, ritmiyle ve ifadesiyle İslam Türk sentezi içerisinde bestelenmiş olan devlet bakanlığının himayelerinde yapılan Türk Müziği Çocuk şarkılarını da yok etmişlerdir. Ve ilaveten, bazı batı misyonerleri de bize cephe almışlar, radyodan bu müziği kazımışlardır. İçerisinde Allah geçen, bayrak geçen, memleket geçen besteleri almışlardır. Hatta yasaklananlarının bir tanesinde ‘Söyle bana Ayşe nine Anadolu nerededir’ diyor. Ayşe nine de diyor ki ‘Köylerinde sezan varsa her köyünde ezan varsa beş vaktinde ezan varsa orası Anadolu’dur. Şimdi içinde geçen ezan kelimesi yüzünden bu şarkıyı yasakladırlar. Aslında bana kalırsa Türkiye’deki enflasyon maddi değil manevidir. Manevi boyutlu bir enflasyon yaşıyor Türkiye. Çocuklarımıza verilecek en güzel mesaj musikiyle olacaktır. Musiki insanın gönlüne giden en kestirme yoldur. Cenab-ı Hak dünyayı ikili bir düzende yaratmıştır, alternatifsiz değil. Dünyayı alternatif üzerine yaratmıştır. Farkındaysanız artının eksisi, gecenin gündüzü, sabahın akşamı, hayrın şerri vardır. Bunların hepsinin birbirine muvazenesinden dolayı kainattaki organizasyon ayakta durmaktadır. Dolayısıyla Cenab-ı Allah meleklerin karşısına şeytanı vermiştir. Buna göre her şeyin hayrı ve şerri olduğuna göre musikinin de hayrı şerri vardır. Musikinin şer olduğu hakkında hadislerin doğru olduğuna inanmıyorum. Ve ilaveten, musiki Allah’a müteallik olduğu vakit Allah’a müteallik olan her şeyin ben hayır olduğu gibi hayırlı olacağı kanaatindeyim. Mesela içki içerken de yanında kavun, peynir yiyorlar, burada kavun ve peynirin günahı ne? Dolayısıyla gerçek musiki insana kötüyü değil iyiyi verir.
— 80’li yıllardan sonra piyasada pratiğine rastladığımız İslami sesli yayıncılık hakkında düşüncelerinizi alalım.
— Bazı insanlar İslamla teşerrüf etmeden önce kendini uçurumlardan aşağı yuvarlayarak ibadet etme yolunu seçmişlerdir. Bu da bir ibadet ve inanç yoludur. Bu işi gerçekleştiren çocuklarımız, bir şey öğretilmediği halde kendi düşünceleri içerisinde, etraflarına mesaj verme düşüncesiyle içinde doğan doğal bir duyguyla Allah’a müteallik bir musiki yapmaktadır. Batı musikisindeki organizasyona kulakları alışmış olan gençliğimize artık bizim musikimizin tonları ve icra tarzı hafif gelmektedir. Yani davula, orga, armoniye alışmış olan genç nesil sadece bir ud ve tanburla bu müziği duydukları vakit onlara yavan gelmektedir. Bu bakımdan çocuklar eğer armoniyle, bastla davulla böyle bir müzik yapıyorlarsa, hele bunun içerisinde vermek istedikleri güzel mesajlar varsa bunun yanlışındaki suçu çocuklara değil bize yıkmak lazım. Çünkü biz, çocuklara kadar ulaşıp gerekli eğitim veremedik ki. Çocuklar kendi yollarıyla ibadeti araştırıp gerçek yolu bulmak üzereler. Bu çocuklar bizim kardeşlerimiz. Ve inançlı çocuklar. Himaye altına alınmaları gerektiğine inanıyorum. Bu bakımdan ben bu delikanlıları kutluyorum. Sakın ha, bu çocuklara, aman efendim İslam müziği batı türü aletlerle olur mu, demeyin. Orada verilen mesaj önemlidir. Ve tekrar ederim ki, Allah’a müteallik olan her şey hayırlıdır.
Gönül ister ki bu kardeşlerimize sahip çıkalım. Bunlara daha güzelini yapma yollarını gösterelim. Kayıtlarıyla, aranjmanlarıyla, şiirleriyle, yapısıyla birlikte. Hatta bestecilik yapılarıyla da güzel şeyler yapılsın istiyorum. Ve diyorum ki, batı tarzı olsun doğu tarzı olsun, değişmez. Bunlar batıdan alınmış ama Türk tezgahında işlenmişlerdir. Tolerans olarak çok önemlidir. Namaz kılarken, oruç tutarken, hacca giderken vs. her şeyin başında niyet esas alınır.
— Manevi enflasyondan bahsettiniz, bunu biraz açar mısınız?
—Efendim, ben tekrar tekrar söylüyorum, Türkiye’deki enflasyonlar, dalgalanmalar senelerdir yanlış eğitimin bir sonucudur. Biz çocuklarımızı mekanik bir şekilde sadece matematik, fizik veya ingilizce öğretmek için uğraşıyoruz. Sevmek denilen o en güzel duyguyu -ki, Cenab-ı Allah kullarını yaratırken kendinden koymuş olduğu tek şey sevgidir. Ve insan sevdiği oranda kemaliyete ulaşır- acaba verebiliyor muyuz? Bizim gibi düşünen, bizim gibi ibadet eden gence ihtiyacımız olduğu kanaatindeyim. Yoksa matematik, fizik, geometri nasılsa öğrenilir. Ancak çocuğa güzel huyları üç-beş yaşında öğretirsek, zannediyorum o çocuk faydalı olur. Hemen misal vermek istiyorum, benim küçük bir yeğenim var; fevkalade matematik ve fizik bilgisi var, girdiği imtihanlarda da çok yüksek puan tutturdu. Geçenlerde kendisine bir şey dedim. Bana dedi ki ‘Saçmalama’. Şimdi bu bende şu çağrışımı yaptırdı: Keşke yeğenim 100 puan almasaydı da Türk Milli kültürüne uygun konuşma tarzını öğrenseydi.
— İsterseniz birazda sosyal ve siyasal meselelerden bahis açalım. Türkiye’nin geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
— Sorunuza bir anımla başlayarak cevap vermek istiyorum. Geçmiş yıllarda bir Amerika gezimde şöyle bir olaya rastladım. Kitap-ı Mukaddes, Amerika’da pek çok büyük şirketlerin, büyük mağazaların kataloglarında yer alıyor. İşte, cola şu kadar, ayran şu bu kadar diye. Bu katalogları Amerika’da bir çok yer Kitab-ı Mukaddesleri basanlara bastırır. Bunlarla katalogun içerisine kendi fikirlerini eklerler. Şöyle bir yazı gördüm ben: ‘Dikkat sarıklılar geliyor’. Fatih Sultan Mehmet’in çok çirkin bir resmi vardı üzerinde. Diyor ki: ‘Farkındaysanız Türkler ne vakit tehlikeli bir şekilde ekonomik, sosyal ve kültürel alanda ayağa kalksalar Hristiyan alemi için çok büyük bir tehlike oluşturmuştur. Mesela Türkler bu alanlarda ayağa kalkmış, koskoca Doğu Roma İmparatorluğunu yıkmış. Eğer Fatih Sultan yaşasaydı Batıyı da yıkacaktı. Dolayısıyla bunların hücumları Batıya değil batının dininedir. Bunlar Hristiyan düşmanlarıdır. Onun için biz Türkleri Ortak Pazara mı alacağız? Kafalarına ne sokacağız bunların. Türklerini ve İslamiliklerini nasıl unutturacağız? Filimlerle mi? Kitaplarla? Gazetelerle mi ulaşacağız? Ne ile ulaşacaksak ulaşacağız, bunların o değerlerini unutturacağız. Ve bu adamları batının potasında eriteceğiz. Yoksa Türkler geliyor, sarıklılar geliyor.’ Başlığı altında bir yazı okumuştum. Bende çok büyük bir tesir yaratmıştı. Yani adamlar kısaca bizim ayağa kalkmamızı istemezler.
Şuraya gelmek istiyorum. Bugün Türkiye ekonomik bakımdan düzelebilir. Zaten, Türk halkı fakir, daha da fakirleşmeye başlamıştır. Vatandaşların kemerlerini daha fazla sıkmaya devletin hakkı yoktur. Bugün bir antibiyotiğin 600 lira olduğu bir ülkede yaşıyorsak bunun borcunu Türk halkı çok zor ödüyor demektir. Vergi arttırılarak bir yere varılmaz. İstanbul’da Ayazağa’nın karşısında 140 dönüm bir arazi var askeriyeye ait. Askeriyeye başka bir yer verilerek bu 140 dönüm araziye en az on bin konut yapılabilir. Bunları zengin zümreye beşer milyara satarsanız, işte bunun gibi teşebbüslerle kaynak oluşturulur. Yoksa vergi toplamakla bu iş yürümez, Türkiye’de bir deli çıkacak kamuya ait çok değerli yerleri, askeriyeye ait çok değerli yerleri ve devlete ait hazine arazilerini değerlendirebilecek ve bir Tl. bir gram altındır diyebilecek. İşte o zaman Türkiye kurtulur.
Türkiye’nin halkın güvenine sahip olacak bir devlete ihtiyacı vardır. Türkiye birliğe, kardeşliğe, sevgiye ve anlayışa ihtiyacı vardır. Artık Alevinin, Sünninin, Tarikat erbablarına saygı gösterilmesi lazımdır. Ben her şeye saygı gösteriyorum. Herkesi inançlarında serbest bırakacaksın, laiklik budur kardeşim. Alevilerin Cem evlerinde yapmış oldukları müziğe saygı duyuyorum ve seviyorum. Bu bağlamda, Cerrahileri de, Melamileri de, Mevlevileri de seviyorum. Bunlar bizim kültürümüzün birer parçaları. Biz bir Osmanlı mozağiyiz. Yani karşı çıkmak demek onu yok etmek demek değildir. Saygı duymak, en önemlisi hoşgörüyle bakmak gerekir.
Türkiyenin bugün en büyük davası fanatiklik. Ben ABD’ye de Avrupa’ya da gittim. Bizim futbol maçlarındaki gibi şeyler görmedim. Kısa bir süredir böyle kepaze sözleri işitiyorum. Döner pıçaklarıyla maça gidiyorlar. Nedir kardeşim derdin? Kime karşı bu düşmanlık? Gene aynı yere geliyorum. Biz Türk halkına okullarda fizik kimya öğretiyoruz. Ey öğretmenler, ey milli eğitim bakanı, çocuklarımıza önce sevgiyi, saygıyı, İslam olmayı, Türk kültürünü öğretin. Türkiye’nin kurtuluşu için başka reçetesi yok. Laiklik nasıl bir kavramdır anlamıyorum. 18 yaşına kadar, sen çocuğa diyorsun ki senin akli ehliyetin yok, ticari ehliyetin yok. Ama sen Allah seçiminde laiksin. Hangi okulumuzun arkasında bir cami vardır. Gidin bakın Amerika’da her okulun karşısında bir kilise vardır. Gittiğim oteldeki çekmecelerden hep incil çıktı. Hangi otelimizin yatağının kenarının çekmecesinde Mealli Kur’an vardır. Bunu koysan yobaz derler sana. Ben Türkiye’de gericilikle suçlandım çok zaman.
Bir Garip Yolcuyum
Söz : Yıldırım Gürses
Müzik : Yıldırım Gürses
Bir garip yolcuyum hayat yolunda
Yolunu kaybetmiş perişanım ben
Mecnun misali gurbet ellerde
Ümitsiz sevginin kurbanıyım ben
Yalan dünya herşey bomboş
Hancı sarhoş yolcu sarhoş
Bir gün gibi sanki geçti seneler
Ümidim kayboldu perişanım ben
Alın yazımmış hayat yolunda
Ümitsiz sevginin kurbanıyım ben
Yorum Yazın