Cemil Meriç Konuşuyor - Mustafa Armağan
KİTAPÇağımızın sancılı ve tutkulu düşünürü Cemil Meriç, titizlikle derlenmiş söyleşileriyle bu defa yazmıyor, konuşuyor. Bu konuşmalar, onun fikirlerinin yanı sıra kişiliği ve özel hayatıyla ilgili ipuçlarını da ele veriyor. Cemil Meriç’in bilge sesine kulak verin. Antakya Lisesi’nden bir adam çıkıyor ve yalnız Avrupa Kültürü üzerinde değil, Hind kültürü üzerinde de, sadece Batı klasikleri üzerinde değil, bizim klasiklerimiz üzerinde de hakkaniyetle durarak önümüze cömert kapılarını açıyor kültür ve düşünce dünyasının.
Balzac ile İbn Haldun kol kola onda. İhvan-ı Safa, adeta risalelerini yeniden yazıyorlar onun kalemiyle. Ali Şeriati ve Bediüzzaman Said Nursi de, Victor Hugo ve Proudhon da, Marx ve Weber de, Tevfik Fikret ve Mehmed Akif de beraber, dostça geziniyorlar onun binbir çiçekle müzeyyen bahçesinde.
Clslubunun şimşeğinden yayılan kıvılcımlar atom parçaları gibi sayfaların arasına dağılıyor, sloganikmiş gibi görünen hikmet ve arzu yüklü cümlelerle soluğu alıyor ve yazılarını içenlerin kanına karışıyordu birkaç dakikada. Sonra damarlardan patlama sesleri duyuluyordu içten içe. İşte bu, halis muhlis Cemil Meriç üslubunun ta kendisiydi.
SUNUŞ
Cemil Meriç’i 21. yüzyılın bu çetin dönemecinde gözümüze giderek “batar” hâle getiren şey nedir sahiden? Bir ıslık gibi gelen bu sorunun cevabı şarkılaşmayacak besbelli. Zorlu bir nefis muhasebesine, kışkırtıcı bir özeleştiriye, durumumuzun yakıcı bir değerlendirmesine çağıran bu soru, en başta bir yeniden okuma girişimine davet etmeli değil midir bizi? Klasiklerimizi yeniden okuma; yani Şinasi’yi, Namık Kemal’i, Ali Suavi’yi, Ahmed Midhat’ı, hatta “Kin” sairi Emin Bülend’i; elbette Tunuslu Hayreddin Paşa’yı, Mehmet Akif’i, Bediüzzaman Said Nursî’yi, Said Halim Paşa’yı, Necip Fazıl’ı, Nurettin Topçu’yu, Sezai Karakoç’u ve selefleri kadar “büyük” teklifleri olmasa da Kemal Tahir’i, Peyami Safa’yı, Yahya Kemal’i ve diğerlerini yeniden okuma zahmetine katlanmadan mesafe alabileceğimizi, hakikaten “yeni” bir şeyler söyleyebileceğimizi zannediyorsak aldanıyoruz. Aslında birçok şey söylenmiştir bizden önce ve muhtemelen bizden de daha iyi, daha şık söylenmiştir. Bu okuma sürecinin sonunda ulaşacağımız sonuç büyük bir ihtimalle bu acılı cümle olacaktır.
Hem sonra “yeni” dediğimiz şey de nedir ki? Yeni bir söylemek sanki eski bilinmeden mümkünmüş gibi, eskiyi bilmeden yenilik yapılabilirmiş gibi, dahası yenilik zannedile şeylerin gerçekten yeni olduğu eski göz önünde bulun durulmadan anlaşılabilirmiş gibi, bir “yeni havucu” pesin de sürüklenip gidiyor bu toplum. Yenileşme, modernleşme Avrupalılaşma, Batılılaşma...
Bütün bu uğultular içerisinden Antakya Lisesi’nden bir adam çıkıyor ve yalnız Avrupa kültürü üzerinde değil, Hind kültürü üzerinde de, sadece Bat klasikleri üzerinde değil de, kendi klasiklerimiz üzerinde de hakkaniyetle durarak önümüze cömert kapılarını açıyor kültür ve düşünce dünyasının.
Böyle bir bahçeye ne zamandır hasret olan Türk okuru, yalnız bahçedeki çiçeklerden değil, bahçıvanın bilgili, bilge ve kararlı sesinden ve duruşundan da etkilenmiştir besbelli. Gerektiğinde muhatabının başına öfke dağları yığan, gerektiğinde Ganj kıyılarında hikmet fıçılarını delen bu adam, sıra haksızlıklara uğramış bir tarihe, bir medeniyete, yeryüzünde ki en büyük medeniyet dediği “Osmanlı “ya geldiğinde adeta kanatlanıyordu.
Bir hazinenin kapağını açtığımıza ve Cemil Meriç Killiyatı’na giden yolda önemli adım attığımıza inanıyoruz. Ortaya çıkan toplamın yeterli ve eksiksiz olduğunu da iddia etmiyor. Mutlaka bir yerlerde gözden kaçmış röportajlar vardır ve keşfedilmeyi beklemektedir. Eleştiriler ve uyarılar ise Cemil Meriç’in muzdarip ruhunu şad edecektir.
Not: Mustafa Armağan bu konuşmaları kitap haline getirirken şu bilgiyi veriyor: İmlada birlik sağlanmaya çalışılmış ve genellikle ‘‘Cemil Meriç ile bir konuşma’’ şeklindeki röportaj başlıklarının yerine, metnin içinden seçilmiş bazı cümleler konulmuştur.
İlginizi Çekebilir